Uzman uyarı ve önerilerini sayısız kez duyduk. Buna rağmen hayati önem taşıyan bir konuda bu öneriler neden tutulmaz? En akıllıca, rasyonel olanı bu önerilerini ne pahasına olursa yerine getirmek değil midir?

Depreme hazırlıkta "irrasyonel" yanımızı kabul etmek
Fotoğraf: ANKA

Fatih Boyar

6 Şubat 2023’te meydana gelen yıkıcı depremleri hem zihinsel hem de pratik anlamda hazırlıklı karşılamadığımız açıktır. Tabii bu durum önce devletin yetersizliği, sonra ise bireysel olarak çift yönlüdür. İki şekilde de hazırlıksızlığı aymazlıkla açıklamak oldukça güç görünüyor. Çünkü her şeyde olduğu gibi zihnimiz, deprem gerçeğiyle ilgili bilgileri de birtakım değişimlere uğratarak anlamlandırıyor.

Uzman uyarı ve önerilerini sayısız kez duyduk. Buna rağmen hayati önem taşıyan bir konuda bu öneriler neden tutulmaz? En akıllıca, rasyonel olanı bu önerilerini ne pahasına olursa yerine getirmek değil midir? Problem bu kadar basit görünüyor ve hala başarısız oluyorsak yaşadığımız olgu daha karmaşık bir yapıya sahip olmalı.

Aklın yolu bir değil

Bahsedilen akılcılığa hangi paradigmadan bakıyoruz? Veya akıldan anladığımız nedir? Uzlaşılan tek bir tanımı var mıdır? Bu sorunları fark edebilmek için aklın veya akla atfettiğimiz mahiyetin dolambaçlı yoluna göz atmamız gerekir.

Düşünce tarihinin başlangıcı hemen her zaman Eski Yunan medeniyetine dayandırılır. Akıl bu dönemde logos kavramı altında mantık, hesap, ölçü, hakikat, adalet, tanrısal bilgi gibi geniş anlamlarda kullanılmıştır. Oldukça kapsayıcı olsa da logosun asıl ayırt edici özelliği ciddi bir yöntem farklılığıdır. Kendinden önceki mithos olarak anılan mitolojik bilginin aksine birçok problem kökten bir eleştirel akıl iddiası ile tekrar ele alınmıştır.

Ortaçağ’a geldiğimizde Eski Yunan’ın logosunu nakil ile gelen dini bilgiyle uzlaştırma çabalarını görüyoruz. Bu dönemde akıl kısaca Tanrısal bilgi anlamında daraltılmıştır. 16’ncı yüzyıl Rönesans devrimi sonucunda Eski Yunan literatürü özgün bir şekilde tekrar ele alınmış ve hümanist değerler ön plana çıkmıştır. Değer temelleri Rönesans’ta atılan Aydınlanma Çağı’nda ise bilginin kaynağı artık tamamen insan aklına ve gerekçelendirmeye bağlanmıştır. Aklın bu yeni bağlamında bilimsel metot geliştirilmiş, olguların nedenlerine odaklanılmıştır.

19’uncu yüzyıl modern döneme geldiğimizde aklın veya rasyonalitenin itibarının en büyük, anlamının ise en belirli ve dar haline geldiğini görüyoruz. Akıl, pozitivist felsefe içinde bilimsel metot ile sınırlandırılmıştır. Ampirik yöntemle yaklaşılamadığı için metafizik konular tümden reddedilmiştir. Modern dönemde akılcı olmak objektif, değer yargılarından uzak, soğukkanlı, duygulardan etkilenmeyen gibi özelliklerle özdeşleştirilmiştir.

21’inci yüzyılın başlarına kadar insan, bahsedilen özellikleriyle “adam akıllı” bir rasyonel eyleyen olarak kabul edilmiş, bu ön kabul ile ekonomi gibi karar alma ağırlıklı alanlarda çalışmalar yapılmıştır. Ancak gerek postmodern düşünürlerin eleştirileri gerekse rasyonel eyleyenin tutarsız sonuçları ile krizler yaşanmış ve yeni çözümlere ihtiyaç duyulmuştur. Modern dönemden süregelen rasyonel insan tümden reddedilmese de irrasyonelliği hesaba katan ve bunu belirli oranda ölçmeyi başaran davranışsal paradigmanın günümüzde ivmelendiğini ve önemli başarılar kazandığını söyleyebiliriz.

‘Gördüğün neyse hepsi odur’

Başlıktaki alıntı, davranışsal ekonomi alanındaki çalışmalarıyla ünlü Kahneman’a ait. Bu önerme kısaca “Edindiğimiz bilgi kadarını biliriz” anlamına gelir. Başta totolojik gibi gelse de bilmediğimiz kısmın belirsizliğini yok saydığımızı ifade eder. Sonuçta bilgi sahibi olduğumuz tarafta bir yanlılık oluşturacaktır. Bu olgu bulunabilirlik yanılgısı olarak adlandırılmıştır. Şöyle örneklendirelim:

1999 Gölcük Depremi’nde yaklaşık kaç kişi hayatını kaybetmiştir?

2010 Haiti Depremi’nde yaklaşık kaç kişi hayatını kaybetmiştir?

Lütfen bu sorulara doğru cevabı araştırmadan kendi tahmininiz ile cevap veriniz. Kendim dahil cevaplayanların çoğunluğu Gölcük Depremi’ndeki ölüm sayısını Haiti’den çok daha yüksek tahmin etmiştir. Ancak gerçek veri Gölcük için yaklaşık 18 bin iken Haiti için 220 bin olmuştur. Bu dengesizliğin sebebi Gölcük Depremi’nin bizim için daha önemli olması ve Haiti Depremi’ne kıyasla çok daha fazla haber verilmiş olmasıdır. Dengesizliğin önemi ise bu durumun basit bir tahmin hatasından öte algılarımızı ve yargılarımızı şekillendirdiğidir. Örneğin 2001’de yapılan bir araştırmada, katılımcılara depremin yarattığı aynı bölgedeki yıkım farklı fotoğraflarla sunulmuş ve benzer dengesizlik gözlenmiştir. Fotoğraflarda toplam yıkım aynı olsa da sağlam binaların gösterilmediği katılımcılar depremin yıkıcılığını oldukça kaderci yorumlamışlardır. Yani çoğu yıkıldıysa buna hazırlanmak mümkün değildi, deprem zaten yıkacaktı! Bu yüzden medyanın sadece göçükleri göstermesi bu kaderciliği besliyor olmalı. Bununla birlikte medyada çoğunlukla göçükten kurtarılanların haberi yapıldığından bu konuda da benzer bir yanılgı oluşuyor. Çoğunluk kurtarılıyor gibi olumlu bir durum ortaya konurken maalesef gerçekte kurtarılanlar oldukça küçük bir oranı olmalıdır.

Stratejik bilgisizlik

Aristoteles’in Metafizik kitabı “Her insan doğası gereği bilmek ister” cümlesi ile başlar. Ancak şimdi kabul ediyoruz ki insan aslında yük oluşturacak bilgiden kaçınır. Örneğin bulaşıcı olmayan ama ölümcül bir hastalığa sahip olup olmadığımızı bilmek ister miyiz? Peki arkadaşlarımızın bizim hakkımızda ne konuştuğunu? Tersine, birçoğumuz doğal olarak bu bilgileri istemeyiz deriz. Bununla ilintili olarak evini değiştiremeyecek veya yapısal olarak güçlendiremeyecek biri, binasının depreme dayanıklılığını bilmek istemeyebilir. Yani doğal afet gibi hayati bir konuda da bilgiden kaçınabiliriz. Gerçekten de literatürü incelediğimizde ABD’de kasırga bölgesinde yapılan bir araştırmada bunu görüyoruz. Bu araştırmada bilgiden kaçınma eğilimi yüksek olan insanların afet hazırlığının da daha düşük olduğu ortaya çıkmıştır. Doğru bilgi ve öneri mümkün olsa da bundan kaçınmak kolay olabilir.

İyi karara doğru dürtme

Peki bu kadar hataya elverişli ve sözden anlamaz durumdaysak nasıl doğru kararlara yöneleceğiz? Bu soruna bir öneri Dürtme Teorisi (Nudge Theory) ile verilmiştir. Teori insanın yanlılıklarını dikkate alır ve öyle seçimler düzeni sunar ki bu yanlılıklar bizi doğru karara iter. Türkiye’de somut bir örneği yeni işe girdiğimizde BES sistemine otomatik dahil olma uygulamasıdır. İşin olağan akışı bu şekilde geliştiğinden katılımın önemli oranda arttığı görülmüştür. Benzer şekilde konutla ilgili herhangi yeni işlemde zorunlu deprem sigortasının yaptırılması örnek verilebilir. Ancak sigorta bir yıllık yapıldığı gibi dönemi dolduğunda herhangi yaptırım bulunmamaktadır.

İrrasyonel tarafımızı hesaba alan birtakım seçim düzenleri depreme hazırlıkta da büyük fayda sağlayabilir. Ülkemizde Ticaret Bakanlığı’na bağlı NudgeTurkey adlı bir ofis açılmış, bünyesinde çalışmalar yapılmış ancak 2019’dan beri maalesef âtıl kalmış.

Bahsedilen yanlılıklar veya irrasyonel örnekler afet hazırlığı ile ilgili sınırlı birer örnek oluşturabilir. Ancak gelecekteki depremlere hazırlık için bu paradigmadan bakmanın faydası olacaktır. Bilginin aktarımı veya yaptırımlar incelikli bir şekilde yapılırsa daha fazla can kaybını önleyebiliriz.