Elazığ’ı vuran depremde, bir dizi sorumsuzluk nedeniyle yıkılan binalardan Sürsürü Mahallesi’ndeki 4 katlı Dilek Apartmanı’nın enkazı altındaki son kişinin cansız bedenine de pazartesi günü saat 15.40’da ulaşıldı. O saatten sonra arama kurtarma çalışmaları tamamlanmış oldu ve ekipler enkaz başında vedalaşarak geldikleri yerlere döndüler.

Artık sıra enkazları kaldıracak iş makinalarına gelmişti. Onlar da hızlı çalışırlar, titizlenmelerine gerek yok!

İlk andan itibaren, yetkililer ve onlar ne derse aktaran medya, depreme ne kadar hazır olduğumuzu, ne kadar hızlı ve ne kadar mükemmel kurtarma çalışmaları yürüttüğümüzü anlattı durdu. Her köye ulaşılmış, her ihtiyaç sahibine çadır battaniye verilmiş, oturulamayacak binaların sahiplerinin banka hesaplarına paralar yatırılmıştı!

Lakin bakanların her köye çadır ulaştırıldı dediği anda “Bize bir şey gelmedi” diyen köyleri ve köylüleri gösteren kanallar da oldu…

Yarın kaldırılacak enkaz kalmayıp, yetkililerin günlük basın toplantıları da sonlandığında, çadırlardan mutluluk haberleri çıkarmaya zorlanan muhabirler de birer ikişer çekilecek ve biz ardında enkazlar bırakan bir sonraki depreme kadar her şeyi unutacak mıyız?

Üstelik, Doğu’dan Batı’ya memleketin her yeri her gün sallanır ve depremin en şiddetlisi beklenen İstanbul tabut olmaya aday evlerle doluyken!

Böylesi büyük felaketlerde, gazetecilik açısından doğru yöntem; neye dikkat çekmek istiyorsak onu en net biçimde göstermek için açıyı daraltıp bir noktaya odaklanmak, konuyu somut insan hikâyeleri ile işlemektir.

Misal, sosyal medyada Suriyelilere nefret kusan mesajları gördük; “Burası Suriyeli kenti oldu… Mantar gibi her taraftan bittiler… Yardımları sadece Suriyeliler alıyor” diyenleri. Depremin altında insanlığın kaldığını yani…

Onlara karşı tırnaklarıyla enkazı kazıp Dürdane Aydın’ı çıkaran Mahmut’u anlatalım… “Biz Suriyelilere taş atıyoruz ya, Mahmut isimli Suriyeli bir çocuk tırnaklarıyla toprağı kazıya kazıya elleri paramparça beni oradan çıkardı. Ben ölsem o çocuğu asla unutamam.”deyişini Dürdane Aydın’ın.

Ancak, Mahmut’un hikâyesinin anlatılması gereken başka hikâyeleri örtmesine izin vermeden!

Serdar Akinan’ın deprem bölgesine dair ilk gözlemleri misal (https://odatv.com/neler-oldugunu-gozlerimle-gordum-26012025.html). Arama-Kurtarma ve yardım çabalarını bir siyasi şova çevirmeye çalışanlar olduğu, muhalif belediyelerin yardım çabalarının özellikle gizlenmeye çalışıldığına dair izlenimler, Mahmut’un insanlığıyla gizlenemesin.

HDP’li belediyelerin yardım kamyonlarının Elazığ’a sokulmadığı haberlerine karşı, İçişleri Bakanı’nın “HDP AFAD’la koordinasyon kurmuyor” cevabı yayınlanırken, HDP’nin “Yardım TIR’larımızı AFAD kabul etmiyor” sözleri es geçilmesin.
Mahmut elleriyle enkazı oradan kendisine bir ödül çıkarmak için kazmadı, kesin. Ama iyiliği ödüllendirip vatandaşlık mı veriyoruz, verelim. Başka ülkelerde de oluyor.

Ama “Verdik gitti!” olmuyor işte!

“Verdik gitti, yaptık bitti, biz yaptık oldu” tarzı, deprem koşullarında da olsa kabul edilebilecek bir yaklaşım değil.
Bakanların depremle ilgili yapılanları ve yapılacakları anlatırken yanlarına AKP yöneticilerini oturtmaları da kabul edilebilir değil.

Deprem araştırması önerilerini reddetmek, deprem vergileriyle toplanan paralar ne oldu sorularını kriminalize etmek olacak şey değil.

Ama oluyor, değil işte!

Bunlar olunca, depremin altında “güven” de kalıyor! Birbirine güvenmeyen, kurumlarına, medyasına güvenmeyen insanlar topluluğu oluyoruz.

Topluluk, belki! Ama toplum, hayır! Güven olmayınca toplum da olamıyoruz ve asıl dert etmemiz gereken de bu!