Depreminin acı gerçeği ve yeni bir toplumsal mutabakat!

H. Ali Ulusoy - Mimar/Kentbilimci

AKP 21 yıldır iktidarda ve iktidarı döneminde, başta toplumsal barış, özgürlük, adalet, eğitim ve hukuk sistemi olmak üzere, ülkemiz için geri dönülmesi oldukça zor olan birçok alanda “tahribata” neden olmuş, Toplum, çağdaş demokrasi normları ile bağdaşmayan, her gün yeni bir uygulama ve düzenlemeyle karşı karşıya bırakılmıştır. Yerel halkın müşterek ihtiyaçlarının karşılanması için örgütlenmiş ve kanunla kurulmuş olan Yerel Yönetimler, yapılan son müdahalelerle zayıflatılmış, yetkileri tırpanlanmış, merkezî otoritenin vesayeti altına girmiştir.

Bütün şehir yasası

Aralık 2012 tarihinde yasallaşan ve 2014 yerel seçimleriyle uygulanan, Aydın, Balıkesir. Denizli, Hatay, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muğla, Tekirdağ, Trabzon, Şanlıurfa, Van ve daha sonra Ordu ili ile büyükşehir sayısı 30 olmuştur. Yasa yerelleşmenin, yerel demokrasinin gelişmesinin önünde engel teşkil eden, antidemokratik bir yasal düzenleme olarak hayata geçmiştir.

Yasa ile birlikte, Türkiye’nin idari yapısını değiştirilmiş, 16 olan Büyükşehir sayısını 30’a çıkarılmış, 3.000 civarında olan belediyenin 1.591’i ortadan kaldırmış, belediye sınırının il sınırı olması ile birlikte, sayısı yaklaşık 16.000 olan köy tüzel kişiliği yok edilerek, yasayla birlikte mahalleye dönüştürülmüştü.

Bu yasanın kentlerimizde yarattığı sorunlar saymakla bitmez. Yetkilerin merkezde toplanması, Köy tüzel kişiliğinin ortadan kaldırılması, kırsal yerleşimlerin mahalleye dönüştürülmesi, bütçeden ayrılan paylar, yerelde planlanan yatırım ve projelerin merkezi idarenin insafına bırakılması, yerelin talep ve ihtiyaçlarının karşılanması önünde büyük engel teşkil etmiştir.

Bir de buna “siyasi ayrımcılık” ve “Kayyum Belediyeciliği” eklenince yerel yönetimlerin eli, kolu bağlanmıştır. Kahramanmaraş merkezli, on bir ilimizi doğrudan etkileyen ve büyük yıkıma yol açan deprem felaketi ve insanlık dramı, Yerel Yönetimlerin politikalarının ve performansının da masaya yatırılmasını zorunlu hale getirmiştir. Bütün kesimlerin şapkasını önüne koyup hatalarını ve yapılması gerekenleri yüreklilikle ortaya koymaları ve özeleştiri yapmaları hepimizin beklentisidir.

Halkın karar alma süreçlerine katılımı

Demokrasi, halkın yönetime doğrudan katılması ve yerel demokrasinin hayata geçirilmesi konusunda zorlukların olduğunu söyleyebiliriz. Katılım sadece alınan kararlara halkın katılması biçiminde ele alınmakta ve uygulanmaktadır. Oysaki çağdaş demokrasilerde katılım karar alma süreçlerine halkın katılımı ve denetimi olarak karşılık bulmaktadır.

Kentlerimiz hızlı bir “değişim ve dönüşüm” içerisinde, ancak değişimi belirleyen temel politikaları ne yazık ki kentin gerçek aktörleri yerine, küresel sermaye ve onun yerli ortakları olmaktadır. Kent toprakları kamu ve toplum çıkarları bir yana bırakılarak yağmaya açık hale getirilmekte, Belediyeler bir şirket mantığı ile yönetilmektedir.

Küresel politikaların bütün dünyada uygulanmaya başlaması ile birlikte uygulamaya konulan kent politikalarının odağındaki “yurttaş” kavramının yerini “müşteri” kavramı almıştır.

Günümüzde yerel yönetimler anlayışının tartışılmasının iki temel gerekçesi var, hem Türkiye’de, hem de esas olarak dünya genelinde, çok açık bir şekilde, son 30 yıldır devlet ve kamu yerine tamamen şirket çıkarlarını temel alan bir devlet yönetimi anlayışı yerleşmiştir.

Görevi, yurttaşlarına sağlıklı, güvenli, kentin olanaklarından her kesimin eşit olarak yararlandıkları çağdaş yaşam alanları hazırlamak olan Yerel Yönetimler bu yanlış politikalar sonucunda, kamucu politikalardan giderek uzaklaşmakta ve yetersiz kalmaktadır.

Siyasal iktidarın uygulamaya koyduğu “Kent Politikaları” merkezî idarenin temelinde; doğal ve kültürel varlıklarımızın, kıyıların, yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizin, kamu arazilerinin, orman arazilerinin, zeytinliklerin, meraların ve genel olarak kent topraklarının yağmalanması yatmaktadır.

Bu yaklaşımlar sonucunda siyasal iktidar politik birlikteliğini güçlendirmekte ve kendi “elitlerini” yaratmakta, diğer taraftan da toplumu Mekân üzerinden kendi “ideolojik yaklaşımı” doğrultusunda şekillendirmeye ve dönüştürmeye çalışmaktadır. Bu yaklaşım temel olarak İdeolojinin Mekâna yansımasıdır.

Çarpık Kentleşme!

Ülkemizde, 1950’lerden sonraki gelişme süreci, sanayileşme, kırdan kente göç, konut sorununu ortaya çıkarmış, Devlet bu sorunu çözme konusunda politika üret(e)meyince, barınma sorununu vatandaş kendi eliyle çözmek zorunda kalmıştır. Bu politikasızlık siyasi iktidarların da zımnen desteğini alarak, görmezden gelinmiş ve imar aflarının zemini oluşturulmuştur.

Bu yaklaşımlar, sermaye gruplarının iştahını kabartmış ve Kent topraklarının menkulleştirilmesine ve yağmasına dönük yeni bir örgütlenme modeli geliştirilmiştir. TOKİ eliyle Kentsel Dönüşüm uygulamaları, İstanbul için 3. Köprü tartışması, 3. Havalimanı, Kanal İstanbul Projesi, Tersaneyi Amire, Ankara Saraçoğlu Mahallesi, Karadeniz kıyısına bir milyon nüfuslu yeni bir kent inşa edilmesi vb projelerin iktidar tarafından gündeme getirilmesi bu politikaların bir sonucudur. Şimdi yine, bilimin ve tekniğin gerekleri yerine getirilmeden Olağanüstü Hal kararlarıyla yurttaşların barınma sorunu çözülmeye çalışılmakta ve aynı yanlış politikalar devam ettirilmektedir.

Kahramanmaraş merkezli deprem 11 ilimizi doğrudan etkilemiş, afet öncesinde, afet ânında ve afet sonrasında, siyasal iktidar tarafından yapılan bütün açıklamalarına rağmen, iktidarın ne kadar hazırlıksız olduğu ortaya çıkmış, Depreme hiç hazırlık yapmayan/yapamayan iktidar, algı oluşturma çabalarına rağmen tam anlamıyla çökmüştür.

Devlet kurumları müdahalede gecikmiş, bütün engellemelerine rağmen, Yerel Yönetimler, meslek odaları, STK’lar ve halkımız yardım için bütün imkânlarını seferber etmiştir. Yerel halkın ihtiyaçlarının karşılanması için örgütlenmiş olan Yerel Yönetimler hızla ellerindeki olanakları devreye sokarak, halkımızla dayanışma içerisinde yardıma koşmuşlardır. Bu konuda CHP’si ve Büyükşehir Belediyelerinin hızla alanda olmaları, hem arama kurtarma faaliyetleri hem de insani yardım çalışmalarında yaraların sarılmasına büyük katkı sağlamıştır.

Sivil toplum örgütleri ve dayanışma:

Bu sürecin en önemli aktörleri Sivil Toplum Örgütleridir. Dayanışma kültürleri, geçmiş tecrübe ve deneyimleri, toplumsal hafızaları ve en önemlisi hızlı hareket etme ve karar alma kabiliyetleri sonucunda devlet kurumlarından önce bölgeye ulaşarak hiçbir ayrım gözetmeden halkımızın yanında olmuşlardır.

Son yaşadıklarımız bize, bütün bildiklerimizi, alışkanlıklarımızı, toplumsal hafızamızı, yönetim anlayışımızı, siyaset yapma tarzımızı, politikalarımızı vicdanımızı ve zihin dünyamızın kodlarını gözden geçirmemizin zorunlu olduğunu hatırlattı. Galiba en önemlisi de, halkın yanında olmanın, insan kalabilmenin erdemini öğretti!

Karşı karşıya kaldığımız büyük felaketler göstermiştir ki; devlet yönetiminin tek elde toplanması, harekete geçmesi gereken kurum ve kuruluşların, karar verme ve inisiyatif alma yetisini kaybetmesi, deneyimsiz, beceriksiz yöneticilere görev verilmesi gibi siyasi atamalar felaketin bir özetidir aslında. İçi boşaltılan ve sermaye şirketine dönüştürülen, 150 yıllık bir geçmişi olan yardım kuruluşu KIZILAY, THK, AFAD vb yapıların içi boşaltılmış, bu “kurumların” boşalttığı alanlar tarikat ve cemaatler tarafından doldurulmuştur.

Yetkilerin tek elde toplanması, yerel yönetimleri bilinçli olarak zayıflatan, ekonomik ve idari açıdan güçsüz kılan, seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyumlar atayan, merkeziyetçi anlayışın terk edilmesi bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu bağlamda ülkemizde Yeni bir sistemin ve buna bağlı olarak “Yerel Yönetimler Yasası”nın yeniden ele alınması, güçlü bir Toplumun inşası için zorunludur.

Önümüzdeki süreçte, 6 Şubat’ın bize yüklediği sorumlulukları unutmadan, Demokratik, Özgürlükçü, çoğulcu, şeffaf, hesap verebilen, kamu yararını önceleyen, halkın bütçesini halk için kullanıldığı, bilim ve teknolojiyi, liyakati ve uzmanlığı dikkate alan bir yönetim anlayışının hâkim kılınması, Toplumsal Barış için gereklidir.