Şeyma Koç’un öykülerini bir kurgu olarak okusak da gerçeğin ta kendisi olduğunu biliyoruz. Yazar bunu göstermek isteyerek okuruna bu kadar acımasız davranmış olabilir.

Depremler oluyor beynimde

MEHMET ÖZÇATALOĞLU

Bazı şarkıların bazı kitaplarla eşleştiği söylenir. Kitap okurken müzik dinlemek gibi bir alışkanlığım yoktur aslında. Yazarken de bazen… Bu yüzden pek eşleştiremem kitapları ve şarkıları. Fakat bir kitap geldi ki önüme daha en baştan dilime bir melodi dolandı. Ve şarkıya ait bir dörtlük. Şarkının hangisi olduğu başlıkta var. O yüzden kitaba yöneliyorum. İthaki Yayınları etiketiyle yayımlanan Şeyma Koç imzalı ‘Ben Bir Uçurum İncisiyim’.

Edebiyatımızda öykü, altın çağını yaşıyor adeta. Son dönemde okuduğum genç kalemler geleceğe dair umudumu artırıyor. Bununla birlikte bu isimlerle aynı kuşakta yer almaktan da mutlu oluyorum. Öykü şiirin egemenliğini kırmış durumda. Yine de birbirine benzeyen metinler okuduğumuz gerçeğini görmezden gelemem. Fakat ne anlatıldığından daha çok nasıl anlatıldığına odaklandığım için bunu sorun olarak görmüyorum.

Tüm bu kitapların içinde, yetişip de okuyabildiklerim arasında ‘Ben Bir Uçurum İncisiyim’ farklı bir yerde duracaktır. Her şeyden önce bana bir şarkı söyletmiş olması bile ayrıcalık kazandırmıştır kitaba benim için; fakat asıl olarak neden bu değildir. Gamze Arslan’ın yakın bir zaman önce yayımlanan ‘Kanayak’ adlı öykü kitabında da benzer bir sertlik söz konusuydu fakat tam olarak örtüştüğünü söyleyemem.

ÖLÜMÜN MUTLUSU OLUR MUYMUŞ?

Bu defa yazarın düş dünyasını çok merak ettim. Tüm bu yazdıklarını nasıl düşlediğini de…

Kitap on öyküden oluşuyor. 84 sayfalık bir öykü kitabı için etkisi daha fazla. İlk öykünün başlığı ‘Et’. İlk öykü merakın giderileceği bölümdür okur için. Acaba yazar ne yazdı, nasıl yazdı sorularıyla açılır o kapak; açılır da açar açmaz mahşer yeri gibi bir yerde buldum kendimi. Mekân ve zaman belirsiz. Şiddetli bir fırtınanın varlığını görüyorum. Fırtınanın etkisiyle insanların yürümekte zorlandığını, saçlarının uçuştuğunu, eteklerin savrulduğunu canlandırıyorum zihnimde. Karanlık. Etrafta evler yok, kırsal bir alan, belki de bir tepelik. “Ölülerimiz” diyor yazar. “Ayağa takılan kemikle” diyor. Amerikan filmlerinden bir sahne gibi. Sonunda bir rüya olduğunu öğrensek de anlatılanların, bunun bir rüya değil olsa olsa kabus olabileceğini düşünüyorum. İlk öykünün bıraktığı etki merakın giderilmesinden çok merakın artması oluyor. Hızlı bir geçişle sıradaki öyküye yöneliyorum. ‘Mutlu Bir Ölüm’. Ölümün mutlusu da olur muymuş? Bu soruyla satırlar üzerinde ilerlerken Romalılar çıkıyor karşıma. Yine kan, yine ölüm. Çürümüş bedenler. Şimdi burnumda bir koku da var fakat kesinlikle kitabın kokusu değil bu. “Sessizliğe gömülen dudaklarında, şimdi derin ve koyu bir karanlık gülümsüyordu” diye biten öykünün sonunda durmak olası değildi. Anlattıkları ile okurunu kitabın içine çeken ve orada tutan bir kalemi var yazarın. Bunu da kurgunun gücüne bağlıyorum.

‘Kan Tohumları’ bir sonraki öykü. Bu öyküyle birlikte kitapta mutlu bir anla karşılaşmayacağım hissi sarıyor her yanımı. Kısacık bir öykü fakat en az diğerleri kadar ölüm ve acı barındırıyor.

‘Acı Bir Söz-cük-tür’ insanın bedenine de yüreğine de ağır gelen bir öykü. Okurken deprem yaşatıyor. Bu öykünün gerçeğini de anımsıyorum. Hani şu çocuklarının eline ısınmaları için saç kurutma makinesini verip diğer odada intihar eden kadın… Edebiyat yaşamın kendisidir. Yaşamdan beslendiği sürece güçlüdür, etkileyicidir. Hep buna inanırım. ‘Acı Bir Söz-cük-tür’ de yaşamdan bir kesit barındırdığı için sarsıcı bir etkisi var.

HANGİMİZ İNCELMEDİK Kİ

‘Hayatta Kalma Alışkanlığı’ kurgusal olarak farklı bir öykü. Çünkü içinde ölüm yok. “Yahyalı’da insanlar yaşamın acımasızlığı ve hoyratlığı karşısında katlanma ve karşı koyma güçlerini yitirip her zamankinden daha hassas ve tahammülsüz bir hâle geldiğinde şöyle söyler: İnceldim!” Hangimiz incelmedik ki şu yaşam dediğimiz sürecin içinde. Yaşadıklarımız hangimize ağır gelmedi. Katlanabilip mücadele edenler yola devam ederken, yükü kaldıramayanlar aramızda yoklar. Bu öykü mücadele gücü olanların öyküsü!

‘Sıcak Karanlıklar’ ise git-geli olan bir öykü. Mutlu anlardan mutsuzluklara, yaşamdan ölüme bir akış. Kitapta bundan sonra yer alan dört öykü ise buraya dek okuduklarımıza kıyasla daha yumuşak kalıyor. Ama sadece buraya kadar okuduklarımıza göre.

Şeyma Koç, uzun süre etkisinden kurtulmanın mümkün olmayacağı öyküler yazmış. Öyküleri bir kurgu olarak okusak da gerçeğin ta kendisi olduğunu biliyoruz aslında. Yazar tam da bunu göstermek istemiş olabilir. Okuruna bu yüzden bu kadar acımasız davranmış olabilir.

‘Ben Bir Uçurum İncisiyim’ öykünün ve öykü kitaplarının çok olduğu bir dönemde farklı bir yerde duruyor. Ve uzun yılar da o farklılığını koruyacaktır!

depremler-oluyor-beynimde-644015-1.