Artık kitle desteğine filan ihtiyaç duymuyorlar. Devletteki ve sokaktaki güçleriyle devam etmekten başka çareleri yok. Ama nereye kadar?

Çeşitli bakımlardan, vahşi kapitalizm altındaki mevcut düzenin bir yönü de feodalizme geri dönüştür denebilir. Özellikle Osmanlı’ya bunca özlem ve teokratik bir devletin kurumlaşması gündemdeyken, fiili derebeylikler de hüküm sürmüyor mu? Siyasi İslam dolayımında bir nevi neo-feodalizme geçiş var sanki. Zaten teokratik devlet de feodalizmin üst yapısıdır.

Feodalizm bizim tarihimizde derebeylik olarak bilinir; Ortaçağ Avrupa’sında ve başka yerlerde yaşanmış toplumsal, siyasal ve ekonomik bir düzendir. Feodalizm kavramı, feodum (tımar, bir arazinin hizmet karşılığında teslim edilmesi) anlamına gelen Latince kökenli bir kelimeden türetilmiştir. Siyasi yapısı, süzeren-vassal (koruyan-korunan) ilişkisine dayanan hiyerarşik bir örgütlenmedir. O halde elde var bir: Günümüzde de bu tür ilişkilerin dışında kalanlar baştan hapı yutmuş demektir. Ayrıca, tımar kelimesi yerine pekâlâ mafyatik sehem [pay ortaklığı]] kelimesi geçti diyebiliriz.

***

Elbette klasik feodalizmde merkezî otorite zayıftır, yerellik esastır. Günümüz Türkiye’sinde ise kale gibi muhkem bir Saray merkezi var. Ama derebeylik diye bilinen Osmanlı feodalizmi de kendine özgü merkezi bir yapıydı. Mahir Çayan’ın deyişiyle “Osmanlı toplumu, klâsik feodal bir bünyeye sahip olmamasına rağmen –özellikle 15. yüzyıldan sonra– askeri merkezi-feodal bir yapıydı.”

Madem derebeylik benzetmesi yaptık, örneklerini de verelim. İlk akla geleni tarikat ve cemaatlerdir. Klasik feodalizmde de Kilise ve ruhban sınıfı çok önemliydi. Manastırlar, kilise ileri gelenleri geniş topraklara sahiptiler. Şimdiki tarikat holdinglerinin ve devletteki kadrolaşmasının farklı olduğunu söyleyebilir miyiz? Ayrıca derebeylikler babında, geçmişi 1990’lara uzanan bir Derin Ağar yapılanmasından ve onun temsilcisi olarak Süleyman Soylu’dan söz edilmektedir. Soylu’nun MHP ile sıcak teması olduğu ve MHP’nin de Çakıcı gibileri sahiplendiği bilinir. Konumuz açısından öne çıkan bir başka özellik de feodalizmde soyluluğun önem taşımasıdır. Yani derebeylikte önemli olan kimdir? Soyludur! Vikipedi “Feodal düzenin siyasi yapısı bir piramit gibidir. En üstte kral (veya imparator), altında ise kendisine bağlı soylular bulunur” diyor. Ve soylular bakımından bizde tabii ki Baronlar da çok önemlidir. İyice dile düşen Zarrab, Zindaşti, Mansimov vb. “Baronlar” da kendi alanlarında kendi derebeyliklerini kurmamışlar mıydı?

***

Böylece siyaset, ticaret, tarikat, sermaye, ihale ve mafya gibi bilumum derebeyliklerden oluşan bir tabloyla karşı karşıyayız. Eski Harbiyeli ve sonradan yüksek profilli suçlu Raymond’un gönüllü olarak teslim olduğu ve yasal dokunulmazlık karşılığında listedeki azılı suçluların organizasyonunu anlattığı ünlü “The Blacklist” dizisindeki gibi, son Peker videoları da blacklist (kara liste) sıralıyor ve derebeyliklerin merkeze biat eşliği kisvesinde merkez (Saray) ekseninden sapmaya başladığını da gösteriyor. Merkez ise dış faktörler cenderesinde sadece muhalefeti bastırdıkça ve derebeyleri sayesinde güçlü kalacağını düşünüyor.

Peki hukuk? 2016 yılında Saray rejimi hukuka uymayınca, Bahçeli eliyle hukuku Saray rejimine uydurmuşlardı. Zaten hukuk açısından “feodal sözleşme” de soylular arasındaki koruyan-korunan ilişkisini düzenleyen, karşılıklı hukuki, mali vb yükümlülükleri kapsayan bir sözleşmedir. Buna bir de “Omerta”yı eklemek lazım ama o da sürekli bozuluyor. Gerçi bir racon, bir “hukuk”, her düzende gereklidir. Ve fakat artık bildik anlamda hukuktan söz edilemeyen, sadece onların raconunun geçerli olduğu bir keyfilik altında olduğumuz aşikârdır.

***

T24 sitesinde Mehmet Y. Yılmaz hatırlatmıştı: Yale Üniversitesi’ndeki bir araştırmaya göre 1945-2002 yılları arasında iktidara gelen 316 otokrattan 205’i, yani yaklaşık yüzde 70’i kendi içlerinden çıkan muhaliflerce devrilmiş. Otoriter rejimler için tehlike, kendi iktidar gruplarının (derebeyliklerin!) içinde yatıyormuş. Meclisteki muhalefet de belki bu yüzden yan gelip yatıyordur. Kendi kendilerini yıksınlar da yer açılsın diye…

Peki, başka çözüm yok mu? Bir köşe yazısında “başka” somut çözümler (bilinse bile) önerilemez. Belki sadece Köroğlu’nun Bolu derebeyine gönderdiği selam hatırlatılabilir. Kendim SOL Parti üyesiyim ve selamı oradan gönderiyor, çözümü de orada arıyorum. Somut çözüm peşinde olan başkaları da her türden çete örgütlenmesine karşı kendilerine en yakın buldukları siyasi partilerde, sosyal örgütlerde yer almalı ve mutlaka bir arada olmalıdır. Şimdilik ilk çare budur.