Erken seçim darbesi, siyasal alanda tozu dumana katmış durumda. İşler o kadar içinden çıkılmaz bir hale geldi ki durumu siyasal alanın krizi olarak nitelemek bile hafif kalıyor.

Düşünün, Genelkurmay Başkanı, eski Cumhurbaşkanına, aday olmaması için telkin/ tehdit ziyaretine gitmiş! Üstelik doğruysa helikopterle!!!

Eskiden de ‘yönetenler arası’ benzer krizler oluyordu. İletişim olanaklarının artmasıyla eskiden kapalı kapılar ardında yürütülen bu tür ‘organize işler’ artık saklanamıyor. Medyanın tek elden yönetilmesi tersine tepiyor. Sansür baskısı arttıkça kaçaklar daha çok ortaya fışkırıveriyor.

Yine de CHP ve Saadet’in İYİ Parti’yi Gül için ikna etmeye çalışması, ‘yetmez ama evet’çi müflislerin Gül’e ilanı aşkları ve dahi HDP’nin de adayını açıklamayı bu ikna sürecinin sonucuna ertelemesi krizin büyüklüğünü gösteriyor.
Ama Gül girişiminin bu denli geniş bir koalisyon oluşturması, girişimin adresinin ve krizin sadece Türkiye içi bir mesele olmadığının da kanıtı.

Ama olmadı. Dere geçilirken at değiştirilmez savsözü, Abdullah Gül meselesinde bir kere daha kanıtlanmış oldu. Galiba istenen sadece ‘Erdoğan’sız bir AKP’ değil, RTE ve avanesinin bütünüyle tasfiye edilmesiydi.

RTE ve Gül arasında ortaya çıkan ayrılık, ‘yerlileşmiş’ siyasal İslamla, ‘devşirilmiş’ siyasal İslam arasındaki ayrılık olarak okunabilir mi? 1960 askeri darbesini yapanlarla, 1980 askeri darbesini yapanlar arasındaki fark gibi.

Demem o ki tıpkı ‘laikliğin’ Türkiye’ye Batı’dan gelmesi gibi, siyasal İslam da batıdan gelmiş ve yerlileşen ve devşirilenler olarak ikiye ayrılmışlar galiba.

Durum böyleyse aradaki farkı belirleyenin, Suriye ve Irak özelinde daha küresel bir girişim/ kriz olduğu söylenebilir.
Bütün bunlar boş laf da olabilir. Ama Türkiye’nin çevresiyle birlikte bir dereden geçmekte olduğu gerçeğini değiştirmez. Bütün göstergeler ekonomik bir çöküşün arifesinde olunduğunu gösteriyor. Toplumun çok geniş bir bölümü açlıktan kötü koşullarda yaşıyor ve gidişat girdabın daha da büyük yığınları içine çekeceğini gösteriyor. Sağlık ve eğitim sistemi paramparça olmuş durumda. Siyaset bütün kişi ve kurumlarıyla çöküyor. Bu çöküşün üstüne tüyü de yargı sistemi dikiyor. Asıl dere bu.

Birleşik Haziran Hareketi, bütün bu süreci hakikate en yakın çözümleyen siyasi hareket. Ama kitlesel karşılığı olamıyor. Bizim asıl olarak buna kafa yormamız gerekiyor. Sadece her defasında olup biteni doğru okuyan tarih yazıcılarından öte, oluşa müdahale edebilen bir siyasal özne olabilmemiz gerekli.

Çok sayıda pırıl pırıl, aydınlık, iyi, güzel insanlara kendimizi anlatamıyoruz.

Güncel bir örnek. Bir sürü iyi insan, Selahattin Demirtaş aday olsun diye umutla bekliyor. Aynı insanlar CHP’ye şu pespaye siyaseti için demediğini bırakmıyor. Ama aynı iyi insanlar HDP’nin de aynı sürecin bir parçası olabileceğini görmüyorlar. HDP’nin bekleyişinin sadece Demirtaş’ın hüküm giyme riskiyle ilgili olmayabileceğine akıl erdiremiyorlar. Demirtaş ile HDP arasındaki sorunlar hakkında söz söylemiyorlar. Nasıl oluyorsa sanki tam o noktada “kol kırılır yen içinde kalır” deyiverip, saldırıyorlar CHP’ ye. Ne CHP iyi diyorum ne de Demirtaş kötü. CHP içinde mücadele eden sol kanada burun kıvırıyor, ama HDP’deki İslamcılara, milliyetçilere serzenişte bile bulunmuyorlar.

Bizim bu sorunu da çözebilecek bir politik stratejiyi uygulayabilmemiz gerekli.

Dere içinde çırpınan insanlığa elimizi nasıl uzatacağımızı bulmalıyız. Üstelik bunu biz de aynı derenin içindeyken yapmalıyız.

Yarın 1 Mayıs, sonrasında 6 Mayıs var. Marttan mayısa, Kızıldere’den Fatsa’ya; geçmiş, şimdiden geleceğe sıçramak için ayağımızı bastığımız yerdir.