Blanqui çoğu zaman teoriyi önemsemeyip devrimci eylemi merkeze koyan bir düşünür olarak tanınsa da aslında onun amacı pratikte sınanmış bir devrimci teori geliştirmekti.

Dereyi görür görmez paçaları sıvamak: Blanqui
Vincennes kalesinin bir korkuluğuna yaslanmış Blanqui / Fransız Ulusal Kütüphanesi

Ateş USLU

Blankizm, yirminci yüzyıl başlarında devrimcilerin birbirlerine yönelttikleri en büyük suçlamalardandı. Lenin narodnikleri, Rosa Luxemburg ve Plehanov Lenin’i, Bernstein tüm devrimci Marksistleri “Blankizm” ile suçluyordu. Lenin’in yazılarına göz atınca Blankizm’den bu dönemde ne anlaşıldığını anlarız: komploculuk, maceracılık, iktidarın bir azınlık tarafından ele geçirilmesinden ibaret bir strateji… Eylemleriyle Blankizm’in ilham kaynağı olan Louis-Auguste Blanqui’nin düşünceleri ise genelde gölgede kalmıştır. Ve bu durumun sorumlularının başında Blanqui’nin kendisi gelir.

Blanqui lise mezuniyetinden hemen sonra, İtalya’da ortaya çıkıp Fransa’daki Bourbon hanedanına karşı faaliyetlerde bulunmaya başlayan carbonari hareketine katılmıştı. Fourier’nin eserleriyle ve Saint-Simon’un son dönem çalışmalarıyla 1820’lerin sonunda tanışmış, onların ve izleyicilerinin barışçıl yollarla ütopik topluluklar kurma hayallerini kabul etmemiş, yine de eşitlikçi fikirlerini Buonarroti gibi devrimcilerin eserlerinin yanında ütopik sosyalist literatürden de ilhamla geliştirmişti. Ütopik sosyalistlerin (ve daha sonra okuyacağı Etienne Cabet’nin) eserlerine damgasını vuran dinsel ve mistik yönelimlere karşı 18’inci yüzyılın Helvétius ve d’Holbach gibi düşünürlerinin etkisini taşıyan bir materyalizmi savunuyordu.

Blanqui, Temmuz Monarşisi dönemi boyunca önde gelen devrimci örgütler içinde yer almıştı. Siyasal düşüncelerini mahkeme savunmalarından, kısa yazılarından ve mektuplarından takip edebiliyoruz. Fransa’nın otuz milyon proleteri adına konuşuyor, yoksullar yerine zenginlerden vergi alınarak bir servet aktarımının yapılmasını talep ediyordu: Cumhuriyet, bu ve benzeri düzenlemelerle yoksullar lehine kurulacak olan bir sistemden başka bir şey değildi. “Çorbayı pişiren onu yemelidir” başlığıyla 1834’te Lyon işçilerinin yaptıkları grevden sonra yazdığı bir yazıda, toprağın mülkiyetini alan ve asalak aylaklar haline gelenlerin eleştirisini yapıyordu. Bu arada siyahların köleleştirilmesini sert sözlerle eleştiriyor, kendi yaşadığı dönemde bile Fransa topraklarında kölelerin var olduğunu okurlarına hatırlatıyordu. Yine kendi döneminin özgürlük anlayışının sınırlarına dikkat çekiyordu: Çalışma araçlarına sahip olmayan bir kişi özgür değildi; halkın büyük bir çoğunluğunun tek özgürlüğü, efendisini seçme özgürlüğünden ibaretti. Burada kapitalist üretim koşullarında emek gücünün bir meta haline gelişinin ve bu “serbest” alım satımın varlığıyla sınırlı bir özgürlüğün teşhiri söz konusudur. Blanqui’nin toplumsal eleştirisi Saint-Simoncu tınılar taşır: Onun ideal toplumunda aylaklara yer yoktu. İsa dönemindeki Esseni topluluklarının eşitlikçiliği on sekiz yüz yıl sonra bile örnek alınmalıydı.

Şubat 1848’de gerçekleşen devrimin Blanqui’yi nasıl heyecanlandırdığını tahmin edebiliriz: Yirmi yıllık hayali gerçekleşmiş, kraliyet rejimi yıkılmış, bunun yerine bir kez daha cumhuriyet kurulmuştu. Ancak bu rejim değişimi onun için yeterli değildi: “Cumhuriyet,” diyordu, “işçilerin özgürleşimidir, sömürünün egemenliğinin sonudur, emeği sermayenin zorbalığından kurtaracak olan yeni bir düzenin gelişidir.” Tam da bu nedenle rejim değişikliğinin basit bir isim değişikliğinden ibaret olması ya da “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” formülünün bir yalan haline gelmesine karşı uyarıda bulunuyordu. Sonraki yıllarda hapiste yazdığı yazılarda ve mektuplarda anlamını, başka bir deyişle toplumsal içeriğini yitiren sözcüklere karşı uyarıda bulunacaktı: Sınıfsal analiz, sınıfsal referanslar, siyasal sloganların sınıfsal içeriği… Esas önemli olan bunları hatırlamaktı.

Blanqui 1850’li ve 1860’lı yılların çoğunu İkinci İmparatorluk’un hapishanelerinde geçirmişti. Kimileri onunla hiç tanışmamış olan kişiler kendilerini Blankist olarak nitelemeye başlamıştı. Blankistler Paris Komünü sırasında gayet etkili olacaklardı. Engels’in 1874’te yazdığı satırlar, bu dönemde Blanqui’nin ve izleyicilerinin nasıl tanındığına dair bir fikir verebilir: “Blanqui, özünde bir siyasal devrimcidir, yalnızca duygularından ötürü, halkın çektiği çilelere karşı sempati duyduğundan ötürü sosyalisttir, ama ne sosyalist teoriye, ne de toplumsal reformlar için kesin pratik önerilere sahiptir.” Ancak Engels, Blanqui’nin devrimci mücadelesinin arka planında yer alan teorik çalışmalardan haberdar değildi. Blanqui, hapishanede geçirdiği uzun yıllarda ekonomi ve felsefe başta olmak üzere pek çok alanda okuma yapma fırsatı bulmuştu; yakınlarının ifadesiyle “kitapları adeta yutuyordu”. Bu dönemden kalan, özellikle 1860’ların sonunda kaleme aldığı yazıları ve fragmanları yayımlanmak üzere ablasına teslim etmişti. Ölümünden dört yıl sonra, 1885’te Toplumsal Eleştiri başlığıyla iki cilt halinde yayımlanacak olan bu notlarda geçmiş ve güncele dair değerlendirmelerinin, ütopik sosyalist literatüre yönelttiği eleştirilerin, sınıf çelişkilerini göz önüne serdiği satırların yanında geleceğin sınıfsız toplumuna dair değiniler de yer alır.

Blanqui’nin komünizm tasarımları Marx’ın ve Engels’inkilerle karşılaştırılabilir, ütopik sosyalistlere karşı, geleceğin öngörülemeyeceğini yazıyor, yine de geleceğin toplumunun bazı temel ilkelerinden bahsediyordu. Onun komünist toplum tasarımında eğitimin büyük bir önemi vardır: Ortaklaşma için eğitimin genelleşmesi olmazsa olmaz bir şarttır. Din konusunda tavizsiz bir tavrı vardır: Tüm inançların ilgasını ve ruhbanın kovulmasını ister. Özgürlük başta olmak üzere temel siyasal kavram, ilke ve sloganların içinin doldurulmasına yönelik olarak daha önce yapmış olduğu çağrılar Toplumsal Eleştiri’de de yankı bulur: Komünizme karşı “özgürlük” ve “birey” savunusu yapanlar, köleleştirme özgürlüğünü, sömürme özgürlüğünü savunmaktadırlar: Binlerce yıl boyunca bireycilik adına özgürlük ve birey katledilmiştir. Gerçek anlamda özgürlük ve bireyi güvence altına alacak olansa, komünizmdir.

Blanqui çoğu zaman teoriyi önemsemeyip devrimci eylemi merkeze koyan bir düşünür olarak tanınsa da aslında onun amacı pratikte sınanmış bir devrimci teori geliştirmekti. Toplumsal Eleştiri kitabında, derenin kenarında durup karşı kıyıda mısır tarlası mı yoksa buğday tarlası mı olduğunu tartışan komünistlere ve anarşistlere (“Proudhon’culara”) “Önce geçelim, geçince görürüz” yanıtını vermişti. Başka bir deyişle, mücadelede önce sorunları (teorik düzeyde) çözüp sonra eylemek yerine eylem ve teoriyi birbirinden ayırmamaya çabalıyordu. Ancak bu bir temenniden ibaretti: Yaşamı boyunca teori-eylem diyalektiğini eylem lehine bozduğu aşikârdır. İktidarın bir azınlık tarafından ele geçirilmesi belki teoride savunabileceği bir strateji değildi, ancak eylemin acilliği konusundaki kaygısı onu hayatı boyunca komploculuğa savurmuştu. Blanqui’nin sorunu teori yokluğu değil, teorinin geri planda kalmasıydı.

Auguste Blanqui, Seçme Yazılar, çev. Vedat Günyol, İstanbul: Logos Yayıncılık, 1990.

Friedrich Engels, “Blankici Komün Mültecilerinin Programı” [1874], Karl Marx ve Friedrich Engels, Seçme Yapıtlar: İkinci Cilt, Ankara: Sol Yayınları, 1977.