İran’da kadınların öncülük ettiği harekete Türkiye’den özellikle kadın şairlerin verdiği destek etkileyiciydi çok. Protesto için saçlarını kesen kadınları görünce, aklıma Gülten Akın’ın ‘Kestim Kara Saçlarımı” şiiri geldi. Eminim pek çok kişinin aklına gelmiştir o şiir. Şöyle yazmıştı o şiirinde Gülten Akın: “Uzaktı dön yakındı dön çevreydi dön / Yasaktı yasaydı töreydi dön / İçinde dışında yanında değilim / İçim ayıp dışım geçim sol yanım sevgi / Bu nasıl yaşamaydı dön”… Şiirin devamında yanıtını vererek şöyle soruyordu: “Kestim kara saçlarımı n’olacak şimdi / Bir şeycik olmadı- Deneyin lütfen¬ / Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım / Günaydın kaysıyı sallayan yele / Kurtulan dirilen kişiye günaydın…”

Gülten Akın’ı anımsayınca, İran’ın Türkiye’de en iyi bilinen şairlerinden Füruğ Ferruhzat’ın ‘Yaralarım Aşktandır’ kitabını açtım. Kitabın sonlarındaki mektupların birinde şöyle yazmıştı: “Derimin altında başımı döndürecek bir baskı olduğunu duyumsuyorum... Her şeyi delmek istiyorum ve olasınca içine dalmak istiyorum. Yerin derinliklerine varmak istiyorum. Benim aşkım oradadır. Tanelerin sürgün verdiği yerde ve köklerin birbirine vardığı ve yaradılışın çürümüşlükte kendini sürdüren noktada. Benim tenim sanki onun geçici bir biçimidir. Temeline varmak istiyorum. Kalbimi bir meyve gibi tüm ağaçların dallarına asmak istiyorum.” Füruğ’un şiirlerinde de, mektuplarında da hep bir isyan kokan melankolinin izleri görülür, tıpkı Gülten Akın’ın “Kestim Kara Saçlarımı” şiirindeki gibi. Michael Lövy ve Robert Sayre’nin ‘İsyan ve Melankoli’ kitabındaki tespitlerle birlikte düşününce, melankolinin anlamını psikopatolojiden bağımsız bir şekilde ele alıp, şairlerin çoğu gibi asilerin ve devrimcilerin de biraz melankolik olduğu söylenebilir. Çinkü melankolik kişi, dünyada kendine bir yer edinemeyen kişidir. Ama bu durum, bir yeri olmadığı anlamına gelmez. Füruğ’un yazdığı gibi, derisinin altında sürekli bir baskı hisseder ve bu baskı onu köklerine, yani gerçeğe ulaşmaya zorlar, her şeyi delerek yerin derinliklerine ulaşmaya çalışır, köklerim birbirine vardığı hakiki bir yaşama kavuşma arzusu. Çinkü melankoli, henüz kavuşulamamış, ayrı düşülmüş bir hakikatin izini sürmektir bir bakıma. Melankolik kişi, bir bakıma özüne, hakikate kavuştuğunda huzura erecektir. İranlı kadınlar, özlerine dönme arzusuyla her şeyi delerek dünyanın diğer yerlerindeki kadınların köklerine varmak istiyorlar.

Aslında şu an dünyadaki herkes, içine bakma cesareti duyarsa melankolinin izini görebilir, çünkü bildiğimiz dünya bir süredir sona eriyor, Bitmeyen ekonomik krizler, görmezden gelinen iklim krizi, yeniden beliren nükleer kriz ve daha pek çok sorunla hakikati parçalara ayırarak dağılıyor.

***

Melankoli derin bir konu. Özellikle histeriyle karşılaştırarak ele alındığında, günümüz siyasetini ve çöken dünya karşısında kişilerin verdiği tepkileri ele almak için fırsatlar sunuyor.

Füruğ, aynı kitaptaki yazdığı mektuplardan birinde şöyle yazmıştı: “Varmak nedir bilmiyorum ama kuşkusuz tüm varlığımın ona doğru aktığı bir maksat vardır. Keşke ölseydim ve yeniden dirilebilseydim ve dünyanın başkalaştığını, dünyanın bu denli acımasız olmadığını (…) ve kimsenin evlerinin etrafını duvar örmediklerini görseydim. Yaşamın gülünç alışkanlıklarına bağımlı olmak ve sınırlara ve duvarlara boyun eğmek doğaya aykırıdır.”

Füruğ gibi düşünen ne çok insan var, dünyanın dönüştüğünü görmeyi dileyen… Ama bir o kadar da umutsuz olan… Umutsuz olunsa dahi, doğru olanı yapmaya devam etmek… Paul Ricouer, ‘Eleştiri be İnanç’ adlı kitabında, “Totalitarizmin özünü, toplumsal dokuyu organik biçimde oluşturmuş her şeyi etkisiz kılarak olanaklı hale getirilmiş ku¬rumsal yok etme içinde görmek gerekmez mi?” diye yazmıştı. Melankoli, o parçalanan toplumsal dokudan elimizde kalan ve belki de bizi birbirimize yeniden bağlayacak bir güç… Aydınlık, deli ve rüzgârlı…