“Derinlerden bağırıyorum” der Beaudlaire, De Profundis Clamavi başlıklı şiirinde.

“…

Bu, kutup toprağından daha çıplak bir ülke;
- Ne hayvan var, ne ırmak, ne yeşillik, ne orman!

Zira donmuş güneşin soğuk vahşeti ile
Kaos gibi bitmeyen bu gece ötesinde
Bir dehşet bulunamaz üzerinde dünyanın

…”*

Daha derinimiz kaldı mı bizim bilinmez. Bir ülkenin her karış yeşilinde, maviliğinde yeni inşaat alanları görenlerin elinde ülkemizle birlikte esareti yaşıyoruz. Güvensizlik başımıza çöreklenmiş. Her yeni güne, hangi kötülükle baş edeceğimizin merakıyla başlıyoruz.

“Böyle bakılınca böyle aramadan, böyle yalın, böyle çocuksu gözlerle bakılınca, güzeldi dünya. Ay ve yıldızlar güzeldi, güzeldi çay ve sahil, orman ve kaya, keçi ve uğurböceği, çiçek ve kelebek güzeldi. Güzel ve iç açıcıydı dünyayı böyle gezip dolaşmak, böyle çocuksu, böyle uyanmış, çevresine karşı böyle kucak açarak, güvensizlikten böylesine uzak.”**

Herman Hesse’nin tarif ettiği güzelliği yaşamamışlar yönetiyor bizi. Mesele salt güzellik değil elbette. Öyle bir aymazlık bulutu var ki örtmüş bütün göğümüzü. Toprağın, ormanın, denizin yaşam demek olduğunu kavramaktan da uzak bir soğuk vahşet var karşımızda. Kendini herkesten akıllı zanneden, cebini doldurarak kuraklıktan, selden, fırtınadan, açlıktan kendisini salt kendisini koruyarak kaçınabileceğini zanneden büyük bir cehalet. Onların talan ettiği doğanın tokadı her yıl bu ülkenin masum insanlarının yüzüne iniyor. Şimdilik! Daralan çember zenginin ve bencilin de nefesinden, kilerinden çalacak elbet günü gelince ama asıl o güne varmadan ayakkabı kutularında, yandaş çete kasalarında istiflenenler halkın öfkesinden koruyamayacak zalimi.

İki gündür (T)alan Yasası konuşuluyor mecliste. Halkın sesi, sorumluluğunu bilen vekiller boş sıralara konuşmalar yapıyorlar. Dinleme zahmeti ve tenezzülü olmayan iktidar vekillerinin görevi anlık minik maratonlarla salona yetişip talimat uyarınca el kaldırmak ve kulise kaçmak yeniden.

Uludağ, milli park statüsünden çıkarılarak yeni kurulacak bir (T)alan Başkanlığı’na bağlanmak isteniyor. Mecliste görüşülen yasayla Tarım ve Orman Bakanlığı'nın yetkileri Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilsin isteniyor. Bölgede yapılaşma, imar gibi her türlü kararı vermek bu başkanlığın yetkisinde olacak. Böylece Kapadokya’da peri bacalarına Pimapen takarak yapılaşmaya izin verenlerin elinde turizm “çekim” merkezlerimize bir yenisi eklenecekmiş!

Geçtiğimiz günlerde Bursa’nın yanı başında Yalova’da bu çekim merkezlerinden birinde yine yüreğime hançerler saplandı. 16 asırlık Kurşunlu hamam yanı başında “yükselen” Termal otel yanında adeta küçülmüş, otelden kalan alanlarda tabelalar, dükkânlar, kapı önü standları arasında sıkışmış. Yok olmuş güzelim yapı. Plastik terlikler, havlular arasında yaşam savaşı veriyor. Turizm “uğruna” kesilen ağaçların yasıyla ormanın ortasında adını veren ve üzerini kaplayan kurşunların ağırlığıyla direniyor.

Uzungöl, Ayder, Kapadokya, Salda ve şimdi sıra Uludağ’da. Uludağ’da bugüne kadar tespit edilen 1308 bitki türü var. Kimi sadece Uludağ’da kimi sadece ülkemizde bulunan endemik türler. Bölge kuşlar ve kelebekler için uluslararası öneme sahip. Milli park ve 1. Derece it alanı olması boşuna değil. Şimdi bu statüler birileri otel, saray, rezidans inşa etsin, giriş çıkışlardan para kazanılsın diye kurban edilmek isteniyor. Uludağ Milli Park olarak kalmalı. Bursa Milletvekili ve Tarımdan Sorumlu önceki dönem genel başkan yardımcısı Orhan Sarıbal Milli park ve 1.Derece doğal sit alanı olan Uludağ'ı imara açmak için sunulan yetki karmaşasının asılsızlığına vurguyla Uludağ’ın imara açılması için, doğayı ve kaynaklarımızı yok etmek için çıkarılan bir talan formülü olduğunu ve yönetim kargaşası değil rant paylaşım derdine düşmüş AKP bürokrasisi olduğunu söylüyor. Karaçam, köknar, kayın, kestane ve meşe ağaçlarından oluşan orman örtüsü ve doğal kaynakların aynı zamanda Bursa’ya içme suyu sağlayan barajları, dereleri, yer altı sularını beslediğini anlatıyor. Bölgedeki doğal varlıklar üzerinde önemli bir tehdit olan kontrolsüz ve plansız imara dayalı turizm anlayışıyla hazırlanan kanun tasarısının birçok riski beraberinde getireceği uyarısında bulunuyor. Bugüne kadar Uludağ'da Milli Parklar Kanunu'na aykırı projelere karşı açılan 20 kadar davanın çoğunluğu kazanıldı. Bu nedenle şimdi plan değişikliği ile yapamadıklarını ve daha çoğunu (T)Alan Başkanlığı ile yapmak ve Uludağ'ı betonlaştırmak istiyorlar.

Ülkemiz kaynaklarını birer fırsat alanı olarak gören ve önü alınamaz, geri dönülemez bir dönüşüme imza atan iktidar bizi bekleyen kuraklık tehdidinin arkasında yatan daha büyük soruna, iklim krizine kulak tıkamış görünüyor. Bursa’nın önemli su kaynaklarından Nilüfer Barajı’nın kurumuş olması, kentin su rezervlerinin düşüklüğü, toprağın imdat çığlığı Uludağ’ı imara açmak kadar önemli değil. Son yılların en kurak, yağışsız geçen kışlarından birini yaşıyoruz. Sadece Bursa değil tüm ülke ciddi bir krizin eşiğinde. Kuraklıkla birlikte kıtlık da önemli bir tehlike. Olsun bize otel lazım! Ultra, mega falan olsun en yüksek, en beton, en çirkin olan en makbul olsun.

İklim zirvelerine kişisel güvenlik kaygısıyla katılmayan, ülkemiz yararına adım atmayan tek adamlı rant rejiminde yerel yönetimler pek çok alanda iktidarın ihmaline, kıyımına kendi olanaklarıyla çözümler üretmeye, iktidarın görevini olabildiğince üstlenmeye çalışıyorlar. Her küçük adım, kurtarılan her karış toprak üst üste eklendiğinde büyük adım. İzmir Büyükşehir Belediyesi başkanımız Tunç Soyer iklim krizine en duyarlı başkanlardan. İklim Değişikliği ve Sıfır Atık Daire Başkanlığı yapılanmasıyla projeler geliştiriyor. Kuraklık sorununun derinleşmesiyle birlikte Sünger Kent İzmir Projesi’yle yağmur suyu hasadı çalışmaları ülkemizde bir ilk ve önemli bir başlangıç. Dünya örneklerinden esinlenerek suyun sürdürülebilir yönetimi, düşük etkili kentleşme, su odaklı kentsel tasarım ve sünger şehir konseptleri ile ilgili deneyimleri İzmir’e aktarmak amacıyla Türkiye’de ilk kez İzmir’de yerel yönetimler bünyesinde Su Kaynakları Araştırma ve Uygulama Merkezi kuruldu. Her damla yağmur suyunun değerlendirilmesini sağlayacak projeyle İzmir yollarına düşen yağmursuyu bilimsel uygulamalarla yeraltında depolanacak, çatılarına düşen yağmur suyu da hasat edilerek biriktirilecek, temizlenecek ve yeniden kullanılacak. Bu projeyle Tahtalı Barajı’nın sağladığı kadar su değerlendirilmesi bekleniyor.

Bizler ‘uğuldayan ve hep uğuldayan bir orman kadar üşürken’*** bu ülkede birileri ağaç kesiyor, orman tüketiyor. Birileri de su topluyor damla damla geleceği dolduruyor. Halkın ve kentinin iyiliği için hiç durmadan üretiyor. Esirgenen kaynakları yaratmaya kafa yoruyor.

Çekin elinizi Uludağ’dan. Yok, yetmez. Çekin elinizi üzerimizden.

Sakallı Akbaba’dan korkun! Gözü ve laneti üzerinizde olacak.