Dün (4 Mayıs), 1937’de Dersim’e yönelik kapsamlı bir askeri müdahaleyi öngören hükümet kararlarının yıldönümüydü. Kararın ardından sadece askeri birlikler değil, devlet ricali de dört koldan harekete geçmişlerdi. Reşat Hallı’nın Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar kitabına serpiştirilen isimlere bakılırsa, komuta kademesi ve hükümet üyelerinden Dersim’e gitmeyen çok az kişi vardı. İlgililerin beyanatlarına ve gazetelere göre Dersimlilere ‘adamakıllı bir ders’ verilmek isteniyordu. Hiçbir somut dayanağı olmadığı halde bu askeri müdahaleyi ‘meşru’ kılacak ‘ayaklanma’ ve ‘isyan’ iddiaları da bu girişimlere eşlik ediyordu.

O günlerde nereden icap ettiği anlaşılmasa da ‘mezhep kavgaları’, ‘Sünnilik ve Şiilik’ üzerine gazetelerde tefrikalar yayımlanıyor ve bir şekilde Dersim’le ilişkilendiriliyordu. Nitekim devam eden harekâtın ortasında; 16 Haziran 1937’de HABER adlı gazete, Yavuz Selim’in Alevileri kırma öyküsü ile Dersim’e müdahale arasında doğrudan bir bağ kurmuştu:

“Dersim’in Tarihi ve bu hareketin manası nedir? Altı asır içinde iki baş hükmedebildi: Atatürk ve Yavuz. Yavuz Selim, 50.000 kişilik bir kuvvetle bütün Dersim’i taratmağa ve bu dağlık arazideki haşarı halka tam bir gem takmağa muvaffak olmuştur. Yavuz bu hareketi Azerbaycan ve İran hükümdarı İsmail Safeviye hücum etmeye giderken yapmıştır. Yapmağa mecbur olmuştur, zira Dersim Türkleri de İran Türkleri gibi ayni akideyi taşımakta idiler. Dersim’i temizlemeden Çaldıran’a gitmiş olsaydı ordusunun ricat hattı üzerindeki talancı ve serkeş bir düşman bırakmış olurdu… Bugün Dersim, Yavuz’dan beri ilk defa olarak Atatürk Türkiye’sine başeğmiş bulunuyor.’ Kurun gazetesi de 30 Temmuz 1937’de Dersimlileri kastederek; ‘Yeryüzünün bu en zeki ve kabiliyetli Türklerinin, Şah İsmail’in ektiği Şiilik zehiri ile uyutulduklarını’ yazmıştı. Yani Yavuz’un ruhu, yeniden ‘vücuda gelmiş’ ve katliamın referansı olmuştu.

Üstelik Dersimlilerin hükümete karşı herhangi bir hareket içinde olmadıkları da aynı dönemde günlük gazetelerde açıkça yazılıyordu. Mesela Son Posta gazetesine göre vilayetin kuruluşunu takip eden dönemde, vilayetin her tarafında silahsız olarak gezilebiliyordu. Ara sıra Umumi Müfettiş ve Vali General Abdullah haber vermeksizin vilayetin muhtelif yerlerini teftiş ediyor, yollarda herkesin silahsız olarak gezdiğini görüyorlardı. Nihayet Seyit Rıza da daha bu kararlar alınmadan Elazığ’a gelmiş ve devletin kanunlarına her surette muti olduğunu beyan etmişti. General Abdullah, Seyit Rıza’nın bu müracaatını memnuniyetle kabul etmiş, kendisine iltifat etmişti (Son Posta, 5 Temmuz 1937).

Öte yandan devlete isyan ettikleri ileri sürülen aşiret önde gelenleri de, kendiliğinden Elazığ’a gelmiş ve ‘teslim olmuşlardı’. Fakat Yavuz Selim ruhu o günlerde, o kadar baskındı ki devletle bir sorunu olmadığını söylemek için Elazığ’a giden aşiret önde gelenleri de önce tutuklanacak, sonra hukuk dışı bir yargılamayla idam edileceklerdi.

Dersim’e geniş çaplı askeri harekâtın yapıldığı o yıl, Yavuz Selim ve Çaldıran imgesi, politik yönetimin başlıca referansıydı. Dersim’e, adeta ikinci bir Çaldıran Savaşı’na gidiliyordu. Bu duruma işaret eden pratiklerden birisi de, tam da Dersim harekâtının en kritik döneminde yeni bir ulusal at yarışı başlatılması ve buna da ‘Çaldıran’ isminin verilmesiydi. Başka bir deyişle bu isimle bir at yarışı düzenlenmesi ve Dersim harekâtına denk gelmesi elbette tesadüfi değildi. İlk kez 15 Ağustos 1937 tarihli İstanbul Yarış Programı’nın dördüncü koşusu olarak düzenlenen Çaldıran Koşusu sistem açısından açık bir güç sembolizmine işaret ediyordu. Kime karşı? Bu ülkede Alevilerin çoğunluk olduğu tek il olan Dersim’e karşı.

Türkiye’de Yavuz Selim imgesi, nüfusun bir bölümü için imparatorluğun ‘kahraman’ını, diğer bölümü için de Alevi mazlumların kırımının, birincil sorumlu aktörünü anlatıyor. Kanaatime göre sadece Alevi kırımlarıyla yüzleşmenin değil, toplumsal adalete dair her türlü politika ve pratiğin sınanabileceği en önemli alanlardan birisi de budur. Dolayısıyla Dersim’i ve Dersimlileri anlamanın yolu da…