“Milli mücadele ile istiklalimizi kazandık, ama tek parti

“Milli mücadele ile istiklalimizi kazandık,
ama tek parti rejimiyle hürriyetimizi kaybettik.”
Kâzım Karabekir

Yine bir türkü  ile sözün belini kırmak istiyorum. Severek dinlerim her defasında Yozgat Sürmelisini. Diyor ya! “Dersini almış da ediyor ezber / Sürmeli gözlerim sürmeyi neyler / Bu dert beni iflah etmez del’eyler / Benim dert çekmeye mecalim mi var!”
Hakikaten dersini iyi ezber etmiş Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili ve genel başkan yardımcısı Onur Öymen.
“Demokratik açılım” görüşülürken çıkıyor meclis kürsüsüne ve vekillerin gözlerinin içine bakarak diyor ki; Şeyh Said İsyanında, Dersim’de, Kıbrıs’ta eşkıyanın kökü kazılırken analar ağlamadı mı? Chp sıralarından genel başkanları dâhil avuçları patlarcasına alkışlar…
Sonrası  tepkiler! Tepkiler üzerine Onur Öymen’in sözleri; “Ben Atatürk’ün isyancılarla, devlete baş kaldıranlarla, müzakere etmediğini söyledim. Bunun neresi yanlış!...Görevimiz Atatürk’ün yaptıklarını inkâr etmek değil, sahip çıkmaktır…”
Onur Öymen çok doğru konuşuyor. Bizi tarihsel gerçeklerle bir kez daha yüzleştirdiği için Onur Öymen’i protesto edeceğimize, teşekkür etmeliyiz. Doğruları ve sadece Dersim’de değil koca bir Kürt coğrafyasında cumhuriyet tarihi boyunca yapılanları yüzümüze karşı alenen ifşa etiği için, Kürtçe koca bir “Spas” borçluyuz Onur Öymen’e…
Derler ki 1937-38 yıllarında Dersim’de yaşananlardan Atatürk’ün haberi yoktu. Haberi olsaydı, izin vermezdi. Koca bir yalan. Dersimlilerin resmi tarih bilinciyle bu yalana inandırıldığı, hatta ikna edildiği, yetmezmiş gibi savunulanın bir tez haline dönüştürüldüğü bu koca yalana, sizler de hâla inanmakta kararlı mısınız?
İsyandan iki sene önce (Ki, kimilerine göre Dersim’de ortada bir isyan yok! Aslolan isyana gerekçe gösterilip uygulanan tedip ve tenkil harekâtıdır) meclis açılışında vurguluyordu Atatürk; ulus devlet yapılanmasının dışında kalmaya direnenler, “çıbanbaşı gibi kökünden kesilip atılacak”tı. Teslim olmazlarsa, “cumhuriyetin kahredici ordusu tarafından mahvedilecek”lerdi. Emir, ferman kesin ve katiydi üstelik “Birinci adam” tarafından. Bütün bunlardan Atatürk’ün anbean haberi yoktu da, manevi kızı Sabiha Gökçen’i Dersim semalarına gönderirken coğrafi zenginliği tayyareden gözlemlesin ya da topografik Dersim haritası çıkarsın diye mi gönderdi yoksa! Değil elbet işte Sabiha Gökçen’in ağzından paylaştıkları: “Bizim bölüğün Dersim Harekâtı’na katılma emrinin geldiğini söylediler.
Kalbim küt küt atmaya başlamıştı. (…) Bu bakımdan ben daha bir şey söylemeden Atatürk konuşmaya başladı. (…) ‘Bak Gökçen, seni çok takdir ederim. Orada da görevini başaracağına inancım tam.’
Atatürk, bütün sorumluluğu “üzerine”  almıştı ve gereği yapılmış “Dersim vurulmuştu”. Sonra da açık uçlu sürgünlük, idamlar, kız çocuklarının bütün ülke sathına yayılarak evlatlık verilmeleri v.b…
Şimdi gidin herhangi bir nedenle Dersim’e, o “Tunç Eli”nin izlerini bütün çıplaklığıyla görürsünüz. Dersim’in eski merkezi Xozat’a üç yıl evvel gittiğimde yolda dört kez ayrı ayrı noktalarda kimlik kontrolünden geçirilmiştim. Yedi kez isyana kalkışıp 1935’te adı değiştirilen Dersim işte böyle bir coğrafya.
“Dersim, dört dağ içinde / Gülü bardağ içinde” diyor ya o meşhur türkü. Gidin Dersim’e derim, eğer hâla gitmemişseniz! Bilirim bu tuhaf ülkede adına yazılar, kitaplar yazıp yargılandığı, davalar açıldığı Kürt halkının yaşadığı coğrafyayı, şehirleri hâla gör(e)meyen aydınlar var, iyi bilirim. (2008 Ocak ayında Diyarbakır’a geldiğinde, ‘ilk kez Diyarbakır’a geliyorum’ dediğinde Ahmet Altan şaşırmıştım!). Gidin Dersim’e ve görün, sizi günün her saatinde gözetleyen “büyük birader”in gözlerini her an üzerinizde hissedersiniz. Ve kininiz, öfkeniz bir kez daha artar. Seyit Rızo’yu, karısı Besê’yi düşünürsünüz. Seyid Rıza ile isyanın önderi konumundaki 11 kişi 18 Kasım 1937’de Elazığ’ın Buğday Meydanı’nda asılırlar. Seyid Rıza’nın cesedinin sonradan bir ziyaret yeri olmasını önlemek için yakılarak, küllerinin bilinmeyen bir yere gömüldüğü söylenir. Dönemin Emniyet Müdürü olan, daha sonra da Adalet Partisinden Dışişleri Bakanlığı yapan İhsan Sabri Çağlayangil, Seyid Rıza'nın idamını anılarında anlatır: Seyit Rıza meydana bakarak doluymuşçasına, boşluğa (Zazaca) seslenir: Ewladê Kerbelayime, Bê xetayime, ayibi, zulmo, cinayeto. (‘Kerbela çocuklarıyız, günahsızız, ayıptır, zulümdür, cinayettir’) der. “Tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap-rap yürüdü. Çingene'yi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını kendi yaptı."
Yıllar sonra bir şair çıkar, dilin haysiyetli bir şairi, Cemal Süreya Seber, o denli acı yaşamıştır ki, yaşı epeyce ilerledikten sonra dostlarının kulağına adeta fısıldayarak itiraf eder Kürtlüğünü ve yazar şiirini:
“Bizi bir kamyona doldurdular.
Tüfekli iki erin nezaretinde.
Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular.
Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar.
Tarih öncesi köpekler havlıyordu.
Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler”
Bilmem şimdi anlaşılır oluyor mu Onur Öymen’in tek partinin otuz sene boyunca devlet adına yaptığı zulümleri, isyanın 72. senesinde isyanın önderi Seyit Rıza’nın asılışının yıl dönümünde (18 Kasım 1937) aynen bir Kasım günü “sözlerinin arkasında durduğu”nun ısrarını.
Evet, analar ağlamasın, çünkü analar da evlatlarıyla beraber başlarına yağdırılan bombalarla tıpkı Dersim’deki gibi ölüp gitsin ki, ölümlere methiye düzenler adlarıyla çelişsinler…
Adı Şeyh Said ya da Dêrsim İsyanı olan kıyamlar, katliamlar yaşandığında tek parti dönemiydi ve işin başında Cumhuriyet Halk Partisi vardı. Ve bugün cumhuriyetle yaşıt olan partinin genel başkan yardımcısı Onur Öymen diplomat geçmişli bir siyasetçi. Partinin mensupları ağız birliği etmişçesine savunuyorlar liderlerini ve “O manada söylememiştir” diyorlar. Oysa diplomat dediğin kelime işçisidir, sözünün arkasında durur ve ne dediğini bilir. Nitekim Onur Öymen de öyle! Diplomat bilmeyecek de siz mi bileceksiniz?
Müfettişi Umumi İzzettin Paşa, yakalandığında Seyit Rıza’ya, yakalananın “kendisi” olup olmadığını sorar? Yanıt verir Seyit Rıza; "Ben Dersim'li Rızo'yum, Dersim'de her meşe altında ve her dağ başında binlerce Rızo vardır. Şu halde siz hangi Seyyid Rıza'yı soruyorsunuz?"
Sahi siz, evet evet adı Onur ya da Kılıçdaroğlu, Baykal ya da her ne ise; siz hangi Rızoyu ve hangi Dersim’i soruyor, sorguluyorsunuz? Şimdi bu noktadan Dersim katliamı üzerine çıkarılacak dersler şunlar olmalı. Bu mesele Onur Öymen meselesi değil CHP meselesidir. Partisi, hâla inadına Öymen’e ve sözlerine sahip çıkıyor ve çıkmayı da sürdürüyorsa 70 senedir güce ve ezene tapan Dersim Alevilerinin, hala kırıntısı kalmışsa CHP ile olan bağlarını koparmalarının vaktidir. Mesele alevilik (ya da daha özel Dersim Aleviliği) meselesi değil, Kürtlük meselesidir. CHP’yi defterden silmenin vaktidir. Bu gecikmiş hesap kesimi, Şeyh Said’in de Seyit Rıza’nın da ruhunu rahatlatacaktır.
Dêrsim ile ilgili soru’nun belki hâla bulunmayan yanıtını Seyit Rıza 70 sene evvel tarihe bırakarak verip gitmiş; “Yalanlarınız ve hilelerinizle baş edemedim. Bu bana dert oldu. Ama ben de önünüzde diz çökmedim. Bu da size ders olsun”…