AKP’nin siyasal doğasını yeniden üretmekte işlevsel kılınan gelişmelerden birinin Kürt sorununda Çözüm Süreci ile Alevi Açılımı olduğunu söyleyebiliriz

Dersim’in aynasında AKP'nin Alevi açılımı

ERCAN GEÇGİN*

AKP’nin siyasal doğasını yeniden üretmekte işlevsel kılınan gelişmelerden birinin Kürt sorununda Çözüm Süreci ile Alevi Açılımı olduğunu söyleyebiliriz. Sınıfsal çelişkilerin manevi açıdan bastırılmasında da işlevsellik gösteren bu iki kronikleşmiş sorunda da AKP ‘çözüm’ odaklı değil, ‘süreç’ odaklı bir yaklaşım gösteriyor. Çözüm sürecinde Türk milliyetçiliği, Alevi Açılımı’nda ise Sünni çoğunluğun dinamizmi işlevsel kılınmaya çalışılıyor. Bu iki toplumsal sorunun hem etnik, hem coğrafi, hem siyasi, hem de tarihsel anlamda kesiştiği yerin Dersim olmasından ötürü Başbakan Davutoğlu’nun Dersim ziyareti önemli bir eşiği temsil ediyor.

‘Dersim’ isminin resmi olarak geri verilmesi başta olmak üzere Alevilerin haklarına yönelik birtakım somut adımın ilanlarının atılması bekleniyor gezide. Siyaseten de pek çok tartışmanın fitilini yakacak gibi görünüyor bu gelişme. CHP’de ulusalcıların ‘Tunceli’ hassasiyeti, güncel tartışmalara en büyük adaylardan. Öte yandan ziyarette Alevi Çalıştayları’nda dile getirilen bazı formüller de devreye sokulacağa benziyor. Cemevlerini ibadethane statüsüne değil de ‘vakıf’ şemsiyesi altına almak ve dedelere maaş bağlamak gibi çeşitli düzenlemeler de öngörülüyor. Bununla birlikte açığa çıkması yüksek bir diğer tartışma konusunun ‘Alevilerin İslam içinde mi yoksa dışında mı’ olacağını söyleyebiliriz. Bu tartışmanın özellikle sol/devrimci kesim ile Kürt Siyasi Hareketi’nin içine uzanması kaçınılmaz gözüküyor. Dolayısıyla Davutoğlu, bu hamlesiyle Alevilerden oy almaktan ziyade karşı siyasal cephe içindeki fay hatlarını tetikleme niyetinde gibi duruyor. Ayrıca kendi toplumsal tabanının fay hatlarını biraz daha keskinleştirmenin örtük bir söylemini yakalayarak ve Erdoğan sonrası parti içi çekişmeleri dış gerilim hatları içinde sönümlendirerek bir taşla birden fazla kuşu vurması da muhtemel görünüyor.   

AKP’nin bu taktiğinin yeni olmadığını biliyoruz. Mesele sadece AKP’nin sorunlara yaklaşım tarzında değil, aynı zamanda sorunun toplumsal doğasına ilişkin muhalif kesimin alternatif somut adımlar atmasındaki atıllıkta yatıyor. Bunun en tipik örneğini yine Dersim’den yola çıkarak Aleviler özgülünde tartışmamız gerekiyor.
Bugün sadece Dersimliler değil, Alevilerin tümü iki hegemonik gücün (devlet ve piyasa ekonomisi) ve kentleşme/küreselleşme/modernleşme/postmodernleşme olgularının tesiri altında yeni bir örgütlenme ve kimlik krizi yaşıyor. Devletin klasik asimilasyoncu politikasının AKP’nin suretinde devam ettiğini söylemek yerinde sayılabilir lakin sorunun kendi toplumsal yakasındaki krizle yüzleşmekten kaçınmayı da bize unutturmamalı.

Osmanlı’nın Batılılaşma sürecinde başlayan merkeziyetçilik politikasının direnç noktalarından biri olan Dersim, aynı zamanda Alevilerin özgün örgütlülüğüne dair de toplumsal ve tarihsel bir müze işlevi görüyor. Bu örgütlülük, hem Türkiye solunun hem Kürt Siyasi Hareketi’nin özyönetim alternatiflerine de ilham olabilecek nitelikte. Bu noktada, etnosantrik bir bakış riskine girmeden ve Dersim’deki kültürel kırılganlıkları ihmal etmeden hangi toplumsal alanın korunması gerektiğini sorgulamamız gerekiyor.
Cemevleri Aleviliğin çözülme mekânları mı oluyor?

Cemevlerinin çözülme mi yoksa bütünleşme mekânları mı olduğu sorusunun cevabını, Alevilerin tarihsel süreçte inşa ettikleri yapının geçirdiği dönüşüme bakarak verebiliriz ancak. Alevilerin kentsel hayattaki toplumsal ihtiyaçları ve bütünleşmeleri için cemevleri önemli işlevler görüyor ancak tarihsel yapılarında çözülme uğrağı haline dönüşüyor. Osmanlı’da da Cumhuriyet döneminde de devlet, Alevileri kontrol edemediği her anda, Bektaşilerle geçmişte kurulan ilişki gibi bir ilişki kurmaya çalışıyor. Bugün de buna benzer bir seyir izleniyor. Zira devlet için ‘makbul Alevi’, esasında Bektaşi tarikatındaki gibi olandır biraz da.  

Çaldıran Savaşı (1514) sonrası Osmanlı zulmünden kaçan Aleviler dağlık alanlara, ormanlara sığınmış ve bu alanlarda maddi üretimlerini sürdürürken toplumsal örgütlenmelerini de devletsiz bir toplum modeline göre biçimlendirmişlerdi. Alevilerin devletin toplum modellerinde inanç, toplumsal yapıya gömülüydü ve çeşitli sosyal kurumlar, devletin görevlerini üstlenmişlerdi. Ocak sistemi, dedelik (mürşit-pir-rehber), taliplik ile kirvelik ve musahiplik en temel toplumsal kurumlar olmuşlardı. Ocak sistemi, aşiret sistemine entegreliydi ve toplumsal ruh döngüsel bir bilinçle örülüydü.

 Dede Ocakları, Ehlibeyt anlayışına göre olduğu için babadan oğula geçiyordu. Her ocak talip denilen başka bir aşirete dedelik yapar, cemlerini kılardı. Toplumsal örgütlülükte kirvelik ve musahiplik ise katı bir sanal akrabalık ve dayanışma biçimi olarak devreye giriyordu. Coğrafi engellere takılan merkezi otoritenin zayıflığından dolayı Dersim’de bu tip örgütlenmeler daha sistemliydi ve özgün bir öz-yönetim diyebileceğimiz tarzda ve bir açıdan da Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da tarif ettiği ‘feodal komünizm’e benziyordu. Bu yüzden Dersim’de herkes kendisinin ağasıydı. Çatışmalı, dengeli ve karşılıklılık esasına dayalı ekonomik ve hukuki bir düzen hâkimdi. Bu düzen, devletin onlarca seferlerine rağmen yıkılmadı. 1937-38’deki katliamda sarsıldı. Devlet sistemine entegre etmek için pek çok asimilasyoncu politika izlendi. Ancak toplumsal manada organik çözülme 1970’lerde yükselen sol/devrimci hareketin Alevi kurumlarına eleştirel tutumuyla daha derinleşti. Sol örgütlülük toplumsal örgütlenmenin, adalet sisteminin yeni yüzü oldu. Kırdan kente göç, 1980 Darbesi, Kürt Siyasi Hareketi’nin yükselişi, OHAL, Siyasal İslam’ın yükselişi gibi unsurlar Aleviliğin yeni kodlarını oluştururken, Avrupa’da yükselen sivil örgütlülük Türkiye’dekilere özgüven verdi.

1990’lardaki zorla boşaltılan köyler, Dersim özelindeki en önemli dönüşümlerden biriydi. Dede Ocağı-talip ilişkisi çözülmeye başlamış, kirvelik-musahiplik kurumları artık eski işlevini yitirmişti. Yerine gelecek cemevlerinin kurulması ise 20 yıl alacaktı. Lakin Batı ve İç Anadolu’daki Alevilerin cemevi kültürü daha evvelinden başlamıştı. Dersim ve çevresi son halkaydı ancak boşluktaydı. Bu boşluğu bir taraftan siyaset, bir taraftan da kültürel yaşam alanları doldurdu. Şayet, her ocak ve talip-aşiret kente yerleştiğinde kendi cemevlerini yapsaydı ve sonrasında bu cemevleri bir federasyona doğru yol alsaydı, hem kurumsallaşma sağlanacaktı hem de bugünkü tartışmalar daha olgun düzeyde seyredecek ve güncel siyasal çekişmelerin aracı haline dönüştürülmeyecekti.

Evet, cemevleri bir ihtiyaç, özellikle de piyasa ekonomisine karşı kültürel kimlik temelinde dayanışma sağlama ve toplumu koruma yolunda bir ihtiyaç. Ama aynı zamanda devletsiz toplum modelinin Alevilerde kristalize olmuş halinin de çözülmüş hali. Piyasa toplumunun kitle kültürüne göre standartlaştırılan, tektipleştirilen ritüeller dizisi ile cemevleri geçici işlevleri yerine getirse de uzun vadede sisteme entegrasyonun merkezleri olmaktadırlar. İster devlet desteği ile olsun ister muhalif anlamda olsun, dede-talip, kirvelik-musahiplik çözülmüşse eğer Alevilik kendi toplumsal özgünlüğünü kaybetmiş demektir. Asimilasyon ve otoasimilasyon bu noktada buluşur. Bu yüzden alternatif olarak sistemin güncel siyasal çekişmelerine girmek yerine, Aleviliği bugünlere taşıyan toplumsal kurumların yeni bir rasyonel kolektif bilinç esasında tesisini savunmak, yani toplumsallığı savunmak gerekir.

* Ankara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü