Başlık dünkü gazetelerin manşetinden. Sabah ve Star aynen başlıktaki gibi, Hürriyet de “Gerekeni söyledim, dersini aldı” şeklinde manşet atmıştı.
Konu Erdoğan-Trump görüşmesi; Sabah ve Star herkese ders verirken, Hürriyet mütevazı; “aldı” diyerek sadece senatör Lindsey Graham’a ders vermiş!

Manşetlerin çoğu aynı kapıya çıkıyor aslında; “İstediğini alan lider”, “Senatörleri ikna etmemi istedi”, “Gerekeni söyledim”, “Baş veririz, baş eğmeyiz”, “Türkiye’nin gücü”.

Özetle; güçlü Türkiye’nin güçlü lideri ABD’ye gitti, Trump’ın ikna edemediği senatörlere Trump’ın ricası üzerine ders verdi, asla baş eğmedi ve istediğini aldı geldi…

Öyle oldu-olmadı konusuna girmeyeceğim, belki de öyle olmuştur; uzmanları tartışsın. Benim uzmanlık alanım medya, kendi çöplüğümde öteyim.

Gazetecilik açısından bakıldığında; Erdoğan-Trump görüşmesinin kesinlikle çok yararlı ve değişime yol açabilecek bir olay olduğunu söyleyebilirim. Ne kadar ders aldık bilemem ama dünyanın izlediği canlı yayında net bir “ders verme” vardı. Hem kötü bir öğretmenden!

Kötü öğretmen dediğim Trump; medya ve gazetecilerle arasının hiç iyi olmadığı malum. Basın toplantılarında gazetecileri susturmaya çalıştığına, kendisine hep çanak sorular sorulsun istediğine az tanık olmadık.

Demek ki, onda da bir yere kadar!
Erdoğan’a gazetecileri gösterip soru sorması için “Siz birini seçmek ister misiniz?” dedikten sonra, “Türkiye’den dost canlısı bir insan lütfen, yalnızca dost gazetecileri görmek isteriz. Onlardan çok fazla yok” demesi, derse giriş niteliğindeydi.

Erdoğan’ın seçtiği “dost gazeteci”; başlangıçta “Siz Obama’nın sırtınıza sardığı yükle boğuşuyorsunuz” mealindeki yağlamanın ardından, Mazlum Kobani hakkında muhtemelen Trump’ın az önce Erdoğan’dan duyduklarını sıralayıp, “bu toplantıdan sonra da o teröristi davet edecek misiniz?” diye öldürücü vuruşunu yapınca, dersin “ileri” aşamasına geçti Trump.

Önce, “Evet davet edeceğim, ama biz harika silahlar üretiyoruz, sizin de harika bir başkanınız ve harika bir ordunuz var bizden silah alın” anlamında şeyler söyledi, ardından da dersin finali geldi: “Bu sorudan sonra, gazeteci olduğuna emin misin? Türkiye hükümeti için çalışıyor olmayasın!

Yayında duyulmayan ama ABD’nin kıdemli siyaset gazetecilerinden Jonathan Karl’ın aktardığı bir şey var ki doktora dersi düzeyinde: “Başkan Trump, Erdoğan’a ‘Türkiye’den dost canlısı bir muhabir’ seçmesini söylediğinde Linsey Graham bana döndü ve ‘Başka türlüsü kalmadı ki’ dedi.

Hürriyet’in mütevazı manşetindeki “dersini aldı” tekil ifadesinin muhatabı Graham bu!

Bunları hatırlattım diye, görüşmeyi “gazetecilik açısından yararlı” olarak tanımlamamı hiciv sanmayın. Gerçekten yararlı oldu! Kendi kapalı ekosistemi içinde habercilik yapmaya çalışan Türkiye gazeteciliğine ayna tuttu Trump.

Günümüz medya ekosisteminde habercilik” dün Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde salonu tıka basa dolduran İsmail Küçükkaya’nın söyleşi başlığıydı.

Türkiye medyası söz konusu olduğunda “kapalı ekosistem” tanımı sanki daha doğru. Kapalı ekosistemler dışarıyla alışverişi olmayan, sistem içindeki her türün atığından, bir diğer türün yararlandığı sistemlerdir.

Hava almayan bir kavanozun içine biraz toprak, su, biraz bitki ve bir de fare koyarsınız; farenin karbondioksitini bitki oksijene dönüştürür ve o hassas denge içinde yaşayıp giderler. Kopya aldığım bir biyoloğun ifadesiyle; “Dengeler bozulursa fare mort.

Erdoğan-Trump görüşmesi, bizim kapalı ekosistemin dengesini bozamasa da, sorgulatacak sert bir dış temas oldu.

Neyse; nasılsa bir gün yeni bir denge kurulur, gazetecilik de orada yerini alır!