Memleketin birçok derdini incelikli ve estetik bir dille perdeye yansıtan Kurak Günler bir hayli konuşulacak gibi… Filmin mimarı Emin Alper, “Ele alınması gereken o kadar çok şey var ki! Bunlar ister istemez filme bir şekilde sızıyor, filme giriyor ve beni de endişelendiriyor” diyor.

Dertlerimizin kesişim kümesi: Kurak Günler
Fotoğraf: BirGün

Sercan MERİÇ

Son yılların en etkileyici filmlerinden olan Kurak Günler vizyona girdi. Girmeden de bir hayli toz kaldırdı. Öyle ki Kültür ve Turizm Bakanlığı, Cannes Film Festivali’nde gösterilen, yurtiçinde de sayısız ödüle layık görülen filme verilen desteği faiziyle geri istedi. Aslında “Bir Türkiye temsili” olarak değerlendirilecek filmin AKP iktidarında nasıl cezalandırılmaya çalışıldığına dair bir örnekle karşı karşıya kaldık…

Neo-faşizmin en veciz yansımalarından birisi de yarattığı çöküşü aktaran sanat yapıtlarına karşı nasıl acımasız olduğudur. Erdoğan’ın liderliğini yaptığı bu iktidarın son hedefinin de Kurak Günler olması şaşırtıcı değildi. Filmin senaristi ve yönetmeni Emin Alper, bu konuyla ilgili şunları söyledi: “Pek çok alanda olduğu gibi kamu kaynaklarının nasıl çarçur edildiğinin bir örneği…” Meselenin politik yönü birkaç gündür tartışılıyor ve tartışılmaya devam edecek. Ancak bir de dertlerimizi bağırmadan, incelikle, estetik hassasiyetle anlatan bir filme kavuşmanın de heyecanı sinemaseverleri sarmış durumda. Biz de bu heyecanı konuşmak için filmin mimarı Emin Alper, oyuncuları Ekin Koç ve Selin Yeninci ile bir araya geldik.

Kurak Günler, sinemamızın son yıllarda en etkileyici filmlerinden birisi… Hem yarattığı gerilim hem de politik atmosferi yansıtması açısından. Birçok sinema yazarı da buna işaret ediyor. Birçok ödülü de topladı. Sizin için film nasıl ilerliyor?

Emin Alper:
Teşekkürler her şeyden önce… Bizim katıldığımız festivaller özellikle Antalya Altın Portakal, daha sonra Ankara Film Festivali ve Suç ve Ceza Film Festivali’nde seyirci tepkisi ve eleştirmenlerin tepkisi bizi çok mutlu etti. Dolayısıyla çok iyi gidiyor. Umarım aynı ilgi ve sevgi gösterimde de devam eder.

Pandemiden sonra değişen alışkanlıklardan hep bahsediyoruz. Sinema izleme alışkanlığı dijitale kaydı şeklinde… Aslında perdeye film yapmak birçokları tarafından delilik olarak da değerlendiriliyor son zamanlarda ama Kurak Günler perdede film izlemenin de ne kadar etkileyici olduğunu gösteren yapımlardan birisi oldu. Perdeye film yapmak ne anlam içeriyor sizin için?

Emin Alper:
Evet, bu bir tür delilikse de vazgeçemediğimiz bir delilik. Çünkü biz sinemaya başlarken bu motivasyonla başladık. Yani seyircilerin en az bir 1,5 saat boyunca kapalı bir salonda o görkemli perde karşısında film izleme deneyimlerini tadacakları düşüncesiyle başladık. Böyle de devam ediyoruz. Gerçekten filmlerimizi biz hepsini sinema için yapıyoruz. Bütün ses miksajından tutun renklerine ve kadrajlarımıza kadar sinema için yapıyoruz. Dijital platformlar tabii ki inkar edemeyeceğimiz bir gerçek. Ama artık dijital platformlarda film izlemenin seyircinin konsantrasyonunu ne kadar düşürdüğünü biliyoruz. Seyirci durduruyor, kalkıyor, gidiyor, ihtiyaçlarını gideriyor vesaire... Biz buna göre yapmıyoruz filmlerimizi. Belli bir konsantrasyon talep ediyoruz seyirciden. Böyle yapmaya da devam edeceğiz. Seyirciyi de ısrarla sinemalara çağırmaya devam edeceğiz.

Selin Hanım siz filmde bir hakimeyi canlandırıyorsunuz. Hakime Zeynep rolü size geldiğinde neler hissetiniz, hazırlık aşamasında sanırım bir hakim ile bir gününüzü geçirmişsiniz. Rolü film içinde nasıl anlamlandırdınız?

Selin Yeninci:
Daha önce zaten Emin'i büyük bir hayranlıkla takip ediyordum. Kız Kardeşler için de görüşmüştük. Çok istediğim bir şeydi Emin'le çalışmak... Senaryo geldiğinde de zaten büyük bir hayranlıkla okudum. Aslında sadece Zeynep üzerinde değil yarattığı bütün karakterler, titizlikle yarattığı bütün durumları, filmin ritmi beni senaryoyu okuduğumda çok heyecanlandırdı. Zeynep rolüne hazırlanırken Emin'in yazdığı şeyi anlamaya çalıştım çok uzun süre… Yani diğerleri tamamen aslında gidip bir hakim beyle bir gün geçirdim. Ama böyle hakimeler ne yapar, ne eder gibi bir duygudan kaynaklı değildi. Birazcık günlük hayat ritmi taşrada nasıl gidiyor? Nasıl bir şey? Biraz da onu anlamak için gittiğim bir şeydi. Açıkçası adliye de gözlemini yaptığım bir şey değildi. Adliyeye hayatımda bir kere falan gitmişimdir.

dertlerimizin-kesisim-kumesi-kurak-gunler-1098898-1.

Allah düşürmesin…

Selin Yeninci:
Çok teşekkür ederim. Kaldı ki zaten Emin'de de senaryoyu yazarken karakterlerden öyle bir metot talep eden bir durumu yoktu. Tamamen fiziksel ritim. Gün içinde çok fazla oturuyor olmalarından kaynaklanan birtakım tıkanıklıklar vesaire onları görmeye gittim. Bir de sorularım vardı, onları sordum. Onun dışında dediğim gibi sadece Emin’in yazdığını net ve basit bir şekilde anlamak üzere kendi açımdan da yeni bir yolculuğa çıktım. Bir şey eklemekten çok nasıl sadeleştiririz, nasıl en minik ve dolu bir şekilde olur üzerinden bir yolculuğa çıktım. O yüzden benim açımdan inanılmaz verimliydi.

Ekin Bey siz gazeteci Murat’ı canlandırıyorsunuz filmde… Bence gazeteci Murat rolü bizim mesleğimiz açısından çok önemli bir yerde duruyor. Çünkü biz mega kentte gazetecilik yapıyoruz ama taşrada, yerelde gazetecilik yapıp o yereldeki iktidar ilişkilerine çomak sokmak gazeteciliğin gerçek manasıyla ifa edildiği alanlardan birisi. Memlekette de birçok problemi, derdi, skandalı aslında yerel gazetecilerin çabalarıyla öğreniyoruz. Gazeteci Murat da öyle bir yerde filmde. Elini taşın altına sokan bir karakter… Siz nasıl tarif edersiniz canlandırdığınız karakteri?

Ekin Koç:
Gazeteci Murat tabii ki bir temsil olarak orada. Senin de dediğin gibi hani orada bir mikro kozmos var. Bizim de aşina olduğumuz, toplumsal açıdan aşina aldığımız pek çok şeyi Murat karakteri üzerinden görebiliyoruz. Murat'ın karakteriyle empati kurmak, anlamak zor değil. Zor olan şu; mücadele etme gücünü ve sebatını nerede buluyor? Nasıl buluyor? Hani benim için biraz soru işareti kısmı buydu Bunun için de birtakım geçmişine, karakterine, kişiliğine, tıynetine dair boşlukları doldurmak, Emin abi ile bolca konuşmak ve belli bir çizgide karakterin senaryodaki işlevini yerine getirmek için birlikte çalışmak önemliydi. Durum bundan ibaret. Çok bir anlam yüklemeye çalışmıyorum karakterlere hazırlanırken.

Emin Bey şimdi memleketteki dertleri sıralasak, filmde hemen hemen hepsi var. Siz filmi kurarken 2 Temmuz 1993’te yaşanan ve 33 aydınımızın yakılarak öldürüldüğü Madımak Katliamı’ndan çok etkilendiğinizi söylediniz. Zaman geçtikçe daha da korkutucu bir hal alıyor gibi de bir durum söz konusu. Sizi nasıl etkiledi bu durum?

Emin Alper:
Madımak tabii ki tek örnek değil. Bizim yaşımız itibarıyla, olayın büyüklüğü ve hacmi nedeniyle bizim hafızamızda çok ağır bir yer tutan bir olay tabii ki Sivas… Biliyorsunuz biz de linç onunla sınırlı kalmıyor. Son yıllarda özellikle Kürtler, Kürt politikacılar, hatta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bile bir linç girişimine maruz kaldı. Dolayısıyla bunlar bizim için artık sıradan vakalar. Maalesef ki öyle... Tabii ki bunların bizim şahsiyetimizde, karakterimizde, hafızamızda bıraktığı ağır bir yükle hareket ettim, hareket ediyorum. Yani bildiğiniz gibi ele alınması gereken o kadar çok şey var ki! Bunlar ister istemez filme bir şekilde sızıyor, filme giriyor ve beni de endişelendiriyor. Estetik anlamda endişelendiriyor. “Her meseleyi acaba bir potanın içine mi koyuyorum, bir tür salata mı yapıyorum” şeklinde... Bu tuzağa ilk film yönetmenleri düşer. Söylemek istedikleri her şeyi söylemeye çalışırlar ve çok rahatsız edici bir didaktizme doğru kayar hikaye. Bunları da hep düşünüyorum. Maalesef üç yılda bir filmi ancak yapabiliyoruz. Keşke her yıl bir film yapsak da her meseleyi o yılda anlatsa. Ama işte üç yılda bir film yapınca böyle her meseleye bir şekilde dokunma ihtiyacını duyuyorsun. Senaryoyu yazarken de filmi çekerken de insanı çok zorluyor. Bunları organik bir bütün haline getirmek... Yani dikiş izlerini mümkün olduğu kadar saklamak ayrı bir mesele.

dertlerimizin-kesisim-kumesi-kurak-gunler-1098897-1.

Hakime Zeynep’ın filmin başrolü Emre’ye (Selahattin Paşalı) ilk başta “siz” deyip hikayenin ilerleyen noktalarında “sen”e dönmesi bence çok dikkat çekici. Adaleti sağlamakla mükellef kişilerin de iktidar aracılığıyla yozlaştığını yansıtan anlardan bir tanesi olarak tarif edilebilir. Siz bu adalet meselesine nasıl bakıyorsunuz?

Selin Yeninci:
Kararı vermek zorunda bırakılma kısmıyla aslında alakalı. Onun o kişinin üzerindeki etkileri araştırma tarafı beni biraz heyecanlandırdı aslında. Karakterin üzerinde yapması gereken bir şey var. Uyum sağlamak zorunda… Koşullar öyle. Hayatta kalması gerekiyor. Yapacağı tek şey zekasını kullanarak en sağlıklı şekilde hayatına devam etmek. Maalesef bu kötü şartlara da uyumlanmak, sesini kısmak gibi tercihler yapıyor. Aslında izlediğimizde bize çok iki yüzlü gelen şey kendi hayatımızda da mikro-majör pek çok şeyde yapmak zorunda bırakıldığımız şeyler… Buna adaletsizlik diyen çoğumuzun içinde de pasif-agresif şiddet denen şeyle Zeynep'e de acayip mesafe aldıklarını da düşünüyorum. Aslında hepimize sirayet eden o şey, Zeynep'te gördüğümüz bir şey ve o hepimizde var. Ben aslında karakteri birazcık oradan anladığımı düşünüyorum. Çünkü o çok depresif bir etki. Aynı zamanda eski canlılık yok ve o karakterin neşesini, sesini vesaire her şeyi belirliyor. Evet, adaletsizlik... Sadece onunla nasıl başa çıktığımızla ilgili Zeynep'in o anlamda senaryoda da iyi bir yerde olduğunu düşünüyorum.

Emin Alper: Ben de ben bir şey ekleyeyim. Bugün bürokrasinin, özellikle yargı bürokrasinin çoğunluğu bu kararları militanca bir isteklilikle değil, uyum sağlamak için ve korku içerisinde alıyor. Aslında kadrolaşma çok ciddi bir şekilde var ama sandığımızın aksine tek tip kadrolaşma yok. Bizim kendi etrafımızdan gözlemlerimizden biliyoruz. Çoğu insan bunu istemeye istemeye üzerinde bir baskı olduğu için karar veriyorlar. Aslında Zeynep'in de böyle bir karakter olduğunu, yani başka çaresi olmadığı için bir tür uyum sağlamak zorunda olduğunu veya gönülsüz de olsa onu yapmak zorunda olduğunu hissedebiliyoruz. En azından savcıya olan nispeten daha empatik yaklaşımında…

Bu canlılıktan bahsettiniz ancak filmin en etkileyici yanı da bence faşist ritüelin canlılığını yansıtması… Seçim gecesi mesela, linç sahnesi mesela… Orada izleyiciyi oldukça geren bir atmosfer var. Siz o gerilimle ilgili ne söyleriniz?

Ekin Koç:
Ben bir gerilim yaşamadım. Sonuçta orada güvendeyiz. Hepsi sevdiğim, tanıdığımız insanlar... Tabii düşüncesi bile korkunç. Linçin her türlüsü korkunç. Hedefine aldığı şey kadar korkunç bence linç. Ortaya çıktığı andan itibaren en az hedef aldığı şey kadar korkunç belki de. Dolayısıyla biz varsayımlar üzerinden senaryonun akışına takip ederek orada bir yol izledik. Fakat tabii ki orada camdan bakıp kalabalığın bir anlığına bile gerçek olması düşüncesi tüyleri ürpertici.

Tabii filmle ilgili konuşmalar bitmez, ancak ben bu Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın destek meselesi ile ilgili de gelişmeleri sormak istiyorum. Bir kere bu sinema destek fonu bir sadaka değil, bizim vergilerimizden toplanan paraların nitelikli yapımlara aktarılma süreci. Ancak çok spekülasyon oldu. Sizden de dinlemek isteriz süreci…

Emin Alper:
Film, Cannes Film Festivali'ne gösterildikten sonra bir kere aslı astarı olmayan haberler çıkmaya başladı. İşte bizim başka bir senaryo verdiğimiz, başka bir film çektiğimize dair... Bu bir kere teknik olarak mümkün değil. Yapılabilse de çok anlamsız. Çünkü çok iyi biliyoruz ki 2019 yılında Bakanlık senaryolar üzerinde böyle bir denetim süreci başlattı. Avrupa’da hiçbir fon sisteminde olmayan bir denetim süreci başlattı. Bunun amacı da bu şekilde istenmeyen birtakım işte sahnelerin veya senaryoda anlaşılmayan ama film gerçekleştiği zaman istenmeyen sahnelere. Potansiyel tehlikelerin önüne geçebilmek için… Kırmızı çizgilere dokunacak olası değişikliklerin önüne geçebilmek için… Açıkçası bir sansür maksadıyla hayata geçirilmiş bir izleme süreci… Biz de bunun farkında olduğumuz için zaten nihai senaryoyu çekimlerden önce teslim etmiştik ve ikinci taksidi de ondan sonra almıştık. Süreç sorunsuz gidiyordu. Ta ki Cannes Film Festivali’nde birtakım haberler çıkana kadar. Ondan sonra bu haberler Antalya Film Festivali'nden sonra da devam etti. Bizim yaptığımız konuşmalar nedeniyle bu haberlerin gerekçesini de çok iyi biliyoruz. Yıllardır zaten ülke böyle yönetiliyor. Hakeza yanlışlıkla devlet kurumlarından alınmış kararlar medya organlarıyla veya troller aracılığıyla düzeltiliyor yıllardır Türkiye'de… Burada da öyle oldu. Bakanlık, vizyondan kısa bir süre önce parayı geri istemeye karar verdi. Oysa bizim son senaryoyu teslim etmemizin üzerinden 20 ay geçti. Yani 20 ay sürdü bu değerlendirme süreci. Bu bir tabii cezalandırma ve kamu fonlarının nasıl heba edildiğinin çok güzel bir örneği. Çünkü 2022’de uluslararası festivallere baktığımız zaman herhalde en başarılı filmi olduğu Kurak Günler. Bu ulusal festivallerde de tasdiklendi. Dolayısıyla bakanlık böyle bir filmi desteklemeyecekse neyi destekleyecek? Ama gördük ki maalesef bakanlık bu filmi desteklemenin yanlış bir karar olduğuna karar vererek parayı geri istedi. Bu da işte pek çok alanda olduğu gibi kamu kaynaklarının nasıl çarçur edildiğinin bir örneği oldu.

Oysaki biz iktidara yakın yapım şirketlerinin nasıl büyük destekler aldığını biliyoruz. Tiyatro konusunda da aynı. Aslen inşaat şirketi olan kuruluşlar “Tiyatro yapıyoruz” diyerek pandemi sürecinde destek aldı. Düzelir diye umalım. Sonra gelirken nefretin değil de sevginin, dayanışmanın körüklendiği bir gelecek dileyelim. Kurak Günler de anlattıkları vesilesiyle geçmişin bir temsili olur…

Emin Alper:
Umarız Kurak Günler’de anlatılanlar gerçekten mazi olur kısa bir sürede. Biz de o günlerin özlemi içerisindeyiz. Bir kere özgürce çalışabilmek için her şeyden önce o günlerin özlemi içerisindeyiz…

Ekin Koç: Tabii ki diyecek çok fazla şey var. Ama bir yandan önemi de yok. Artık denilecek her şey denildi. Fakat bir noktada özgürlüklerin en azından geri alınamayacak, eğilip bükülemeyecek ve birilerinin kontrolüne giremeyeceği şekilde güvence altına alındığı bir Türkiye dileğiyle diyeyim.

Selin Yeninci: Ek olarak Kurak Günler sinemada izlenmesi gereken bir film. Biz filmimizi sinemalarda desteklemenizi, gelip görmenizi çok isteriz. Biz gerçekten seyircimizi davet ederken çok gönül ferahlığıyla davet ediyoruz. O yüzden gelip bizi onurlandırırlarsa çok mutlu oluruz.

Emin Alper: Halihazırda bakanlık da parayı geri istemişken, filmlerimizi özgürce izleyebilmeleri için ve bakanlık desteğine ihtiyaç olmadan ve bağımsız filmleri finanse edebileceğimizi göstermeleri için seyircilerimizden bu filmlere bilet alarak gelip izlemelerini arzu ediyoruz. Gerçek anlamda bağımsız olabilir mi? Ben de vizyona girmeden izleme şansına erişmiş şanslı kişilerden bir tanesiyim ama.