Erkan Mumcu Milli Eğitim Bakanı olduğunun haftasında Avrupa Birliği’nden eğitimle ilgili bir komite Türkiye’ye denetime gelmiş. Komitenin Ankara’da bir okulda inceleme yapacağını öğrenince Mumcu da peşlerinden o okula gitmiş. Mumcu, “Hoşgeldiniz, neden haber vermediniz, karnınız aç mı” filan derken, İspanyol Komünist Partili, tipi de ironik biçimde Troçki’ye benzeyen bir üye garip bir davranış sergilemeye başlamış. Sağ elinin işaret parmağını okul koridorundaki duvarda gezdirmiş, bir noktaya birkaç kez sert vurmuş ve sonra parmağını tornavida gibi duvarın içine sokmuş. Parmak sihirli biçimde duvarın içine girmiş ve deşmeye başlamış. Kısa sürede duvarda erik büyüklüğünde bir delik oluşturmuş.


***

“Sayın Bakan” demiş Mumcu’nun yanına gelerek. “Lütfen kendinizi yormayın. Bu parmağımdaki toz her şeyi açıklıyor. Sağlam betona parmak girmez, bu duvarlarda çimento yok; inşaat demirleri ince ve oksitli. Bakanlığınızın bütçesinde aslan payı bina yapımına gidiyor. Bu demektir ki eğitim bütçeniz soysuz müteahhitler ve avantacı siyasetçiler tarafından yağmalanıyor. Siz öğrenciye veya öğretmene para harcamıyorsunuz, binaya para harcıyorsunuz. Sisteminiz de bu bina gibi çürük.”

AKP’nin cafcaflı hastane binalarına veya ilk rüzgârda uçan havaalanı çatılarına filan bakınca aklıma bu konuşma gelir. Avanta sevdalısı siyasetçi için inşaat gibisi yoktur. İnşaat işinde o kadar çok değişken ve detay vardır ki, en acar müfettiş bile denetim yapmakta zorlanır. Hoş, zorlanmasa ne fark eder: 3 milyar dolara yapıldığı söylenen köprünün yarı hissedarı, hissesini 600 milyon dolara satar, gazetede haber olmaz. İnşaat şerefsiz mahlûkların hem havasını, hem parasını artırır. Ta ki bir gün bir komünist binayı parmağıyla deşene kadar.

***

Okul koridorundaki “deşme” görüntüsü zamanla zihnimde her konuya uyarlayabildiğim bir sembol haline dönüştü. Olağan bulduğumuz, sorgulamadığımız pek çok şeye parmağımı uzatıp deşmeye başladım.

Aşırı kibar insanları deştim örneğin. Elimde bir istatistik veri yok ama kendi tecrübelerimle biliyorum ki fazla kibar insanları biraz deşince altından üçkâğıtçı ve veya cahil bir insan çıkıyor… Ruhsal arınma, yoga, çakra gibi konulara dalmış, uhrevi sesle konuşan kimi tanıdıysam, ilk kriz anında içinden “Lan ben senin sülaleni…” diye nara atan bir Kasımpaşalı fırladı.

Belirgin biçimde saygılı kişiler vardır. Bu kişiler ceketlerini ilikleyerek konuşurlar ve tokalaşırken hafifçe eğilmeyi hiç ihmal etmezler. Amaçları karşıdaki insanda hızlıca hegemonya kurmaktır genelde. Bu saygıdan etkilenirseniz, oltaya gelirsiniz… Hürmet saygı demek ama nedense bana saygının biraz daha altın varaklı hali gibi geliyor. Hürmet eden kişi, hürmet bekler. Böyleleri onlara bu imkânı tanıyan hürmet zincirinin de savunucusu olur. Mafya örgütleri dâhil tüm şirketler, sisteme sımsıkı bağlı hürmetli ve vasat insanlarla doludur.

***

Dün sevgililer gününde birçok aşk dolu erkek sevgilisine güller aldı. Bunların bir kısmı şu anda aynı sevgililerini dövüyor.

Bence patronunuz veya yöneticiniz sizi övünce bu kadar çabuk sevinmeyin, yarın sizi azarladığında işçi gibi kızacağınıza, çocuk gibi ağlarsınız.

Okurlar müşterimiz olsa bile, müşterimiz velinimetimiz değildir. McDonalds dünyanın her yerinde, her zaman “aynı” olmakla övünür. Tüketmeye alışmış obez okur da yazarından bunu bekler. Bu yüzden McDonalds kadar “büyük” yazarlar aslında hep aynı şeyleri yazarlar. Arada farklı yazmaya kalksalar hemen itirazlar yükselir: Eskisi gibi değilsin, değiştin, artık seni yemeyeceğim, pardon okumayacağım.

Bazı sözleri hiç sorgulamadan kabul ederiz. “Bir elin verdiğini öteki el görmesin” sözü örneğin. Dünyanın mevcut düzenini değişmez kural olarak kabul edersek ne doğru bir söz. Buna göre yoksul insanlar var ve zenginler bu insanlara sadaka vermeli. Bu işi gösterişle yapmamak gerekir, çünkü yoksullar utanırlar.

***

Oysa bir sosyalist için yoksulluk utanılacak bir şey olamaz. Utanması gerekenler yoksullar değil, onları sömürerek semiren zenginlerdir. Solcular ekmeğini paylaşır, daha şanslı olanlar bu şansa sahip olamayan yoldaşlarıyla dayanışır: Sadaka vermez, dayanışır. Dayanışma eşit düzlemden yapılır, aynı seviyede gösteriş zaten olmaz. Paylaşmak ve dayanışmak onurlu bir davranış. Bu davranışı bir ayıp gibi saklamak mevcut sistemi doğa kanunu gibi kabul etmek değil mi? Bir insan mevcut sisteme tepki duyduğu için solcu olmaz mı?

Eğer sol görünümlü bir sağ siyasetçiyseniz, böyle sorgulamalara hiç girmezsiniz. Zenginliğinizi utanmadan yaşıyorsanız, yoksulların hallerinden utanacaklarına emin olursunuz. Sizi gören bir yoksul belki de sizden utanıyor diye de hiç düşünmezsiniz. Böbürlenme, mal ile övünme, mal mülkle statü belirleme, balkondan konuşma veya çay fırlatma aynı inşaatın kum taneleri. Bakmayın havalarına, böyle binaları parmağınızla bile deşersiniz.

Dünyanın hâkimi gibi görünen insanlarda da çimento kıtlığı ve demir eksikliği olabilir. Zahire bakıp düşmemeli, Mahir’e bakıp deşmeli. Bakın o zaman neler çıkıyor alttan?