Fatoş Güney’in anı-romanında burjuva kültürüyle yetişmiş bir kadının cezaevi, sürgün, ayrılıklar gibi çetin zorluklara rağmen Yılmaz Güney’e olan aşkı sayesinde yaşadığı devrimci değişim ve direnç ortaya konuyor.

Destansı aşkın romanı

Atilla ÖZSEVER

Fatoş Güney, Moda semtinde doğup büyümüş, burjuva kültürüyle yetişmiş genç bir kadın. Henüz 18 yaşında iken ailesinin tüm karşı koyuşlarına rağmen farklı bir dünya görüşünün insanı, sinema oyuncusu ve yönetmeni Yılmaz Güney’le tanışıp evleniyor ve bambaşka bir yaşam sürecinin içine giriyor.

Fatoş Güney, ‘Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun’ isimli kitabında, Yılmaz Güney’in yaşam hikâyesini kendisine yazdığı mektuplarla araya serpiştirmiş, eşinin hayata dönük insani bakışlarını, küçük detaylar halinde edebi bir biçimde aktarmaya çalışmış.

Fatoş, Yılmaz’dan etkilenerek onun sosyalist dünya görüşünü benimsediğini ancak kendisinin de düşüncelerine değer verilmesi gerektiğini vurguluyor, bu anlamda yaşanan çelişkilerin nasıl aşılacağı konusu da hep önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.

12 MART SÜRECİ

12 Mart 1971 darbesi sonrasında Yılmaz Güney’in Mahir Çayan ve arkadaşlarını evinde saklamasından ötürü tutuklanması söz konusu. Fatoş Güney de emniyette sorguya alınıyor ve henüz yeni doğum yapmış bir kişi olarak sorguda devrimci bir direnç sergiliyor.

Yılmaz Güney’in Selimiye Askeri Cezaevi’ndeki süreci, Fatoş’la görüş günleri, yaşanan sıkıntılar, mektuplaşmaları da kitapta yer alıyor. Fatoş Güney’in bir görüşme sonrasında yeni ehliyet aldığı arabayla cezaevinden uzaklaşması üzerine Yılmaz Güney’in koşarak koğuşa gelmesi ve pencereden “Aman Fatoş dikkat et, arkandan arabalar geliyor” diye seslenmesi de ilginç bir anekdot olarak anlatılıyor.

Yılmaz Güney’le o dönemde THKP-C davasında birlikte yargılandık, Selimiye Cezaevi’nde aynı koğuşta kaldık. O nedenle bu tür anekdotlara tanıklığım söz konusudur.

Yılmaz Güney’in Adana Yumurtalık’ta bir hâkimin öldürülmesi olayına karışması ve yeniden cezaevine girmesi, Fatoş’un bu süreçte yaşadıkları büyük bir samimiyetle ortaya konuyor. Yılmaz Güney’in yoksulluk içinde ve feodal bir kültür ortamında yetişmiş olması da önemli bir faktör.

Fatoş, Yılmaz’ın bu süreçte çocukluğundan bu yana yaşadığı hayatını özeleştirel bir biçimde gözden geçirdiğini de anlatıyor. Yılmaz Güney’in hapishane koşullarındaki keskin tavırları, Fatoş’u üzse de onun Yılmaz’a olan derin sevgisi ve hayranlığı bu durumun üstesinden gelmesine yardımcı oluyor.

VE 12 EYLÜL DARBESİ

Yılmaz Güney’in Kayseri Cezaevi’ne sürgününden sonra Fatoş Güney’in bu muhafazakâr kentte kiralık ev bulması bile büyük bir sorun oluşturuyor. 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte cezaevindeki koşullar daha da ağırlaşıyor.

Yılmaz Güney bu arada Yol filmini çekmek istiyor. Yol filminin hangi koşullarda çekildiği, filmin başrol oyuncusu Tarık Akan’ın olağanüstü gayreti de kitapta dile getiriliyor. Yılmaz’ın Isparta Cezaevi’ne nakli, Fatoş’un bu kentte ev kiralaması ve bu evin sıkıyönetimde görevli askerler tarafından beş kez basılması, 12 Eylül faşizminin örneklerini oluşturuyor. Çocukları küçük, Yılmaz’ın durumu anlamadığı için panikle uyanması ve korkması da ayrı bir dram kaynağı oluyor.

Yılmaz Güney cezasının büyük bir bölümünü tamamladığı için üç, dört günlük bayram iznine çıkartılıyor. Hâkimin öldürülmesi olayı ile ilgili cezası bitmek üzere ancak çeşitli dergilere yazdığı yazılardan ötürü TCK’nın ünlü 142. maddesine istinaden komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle çok uzun seneler daha cezaevinde kalması gerekecek.

YOL FİLMİ VE YILMAZ’IN VEDASI

Yılmaz Güney bu koşulları dikkate alarak bayram iznine çıkışını fırsat bilip bir tekne ile önce Yunanistan’a oradan da Fransa’ya geçiyor. Zamanının büyük bir kısmını Yol filmine hasrediyor. Uzun yıllar cezaevi süreçlerini yaşamış ve artık daha fazla birlikte zaman geçirmek isteyen Fatoş Güney ise bu durumdan rahatsızlık duyuyor.

Fatoş Güney bu süreçte Yılmaz Güney’le olan anlaşmazlıklarını bütün samimiyeti ve içtenliğiyle anlatıyor. Yılmaz’a olan hayranlığı, bu anlaşmazlıkları gidermede önemli bir rol oynuyor. Şöyle diyor Fatoş “Onunla olmak, cennet ve cehennemi bir arada yaşamak demekti ama onu seviyordum, hem de çok…”

Yol filminin Cannes’da Altın Palmiye ödülünü alışı her ikisini de çok mutlu ediyor. Bu arada Yılmaz Güney 12 Eylül yönetimi tarafından vatandaşlıktan çıkarılıyor. Yılmaz bunu hazmedemiyor. Cezaevi döneminde başlayan mide rahatsızlığı kansere dönüşüyor ve doktorlar bir yıl ömrü kaldığını Fatoş’a bildiriyorlar. Fatoş bu durumu Yılmaz’a hiç belli etmek istemiyor.

Yılmaz Güney’in ölümüne dek uzanan sahneler, tüm içtenliği, duygusallığı ile bir film şeridi gibi aktarılıyor. Ve devrimci sanatçımız Yılmaz Güney, 1984’te 47 yıllık yaşamını tamamlayıp bu dünyaya veda ediyor.