Tarihe soldan bakan, geleceği hayal eden determinist halimiz, kitapta okuduğunun yazıldığı gibi gerçekleşeceğine inanan safdil halimizdir. O, tarihin nasıl gerçekleştiğiyle, insanla tarih arasındaki ilişkiyle, süreçle değil, sonuçlarla ilgilenir.

Determinist ile mütevekkil kardeştir
Altılı Masa bileşenlerinin pek çoğu “İlk seçimde gidiyorlar” söylemlerinde bulundu.

Yüzyılın ilk çeyreği bitmek üzere. Bu kez önceki yüzyıllardan daha yoğun daha farklı olarak sona, felakete doğru hızlı bir gidiş var. Doğayı kirlettik, temizleyemiyoruz. Aslında bu yöndeki çabaların güçsüzlüğü bir yana artık kendini geliştirerek var olmayı sürdürmekte zorlanan sistem yalnız çevreyi değil, ihtimal kendini de yok etmeye koşuyor.

Hayatımızın orta yerine Covid-19 kod adlı her gün 15-20 arkadaşımızın, dostumuzun, akraba ya da yakınımızın, yurttaşımızın ve tüm dünyada milyonlarca insanın canını alan salgın yerleşti; bir ara “bitti, yendik, önlemleri kaldırıyoruz” denmişti, şimdi geri geldi o kâbus. Daha çok yaşlıları, yoksul mahalleleri, boş vermişlerin yaşadığı sokakları, önlemleri ciddiye almak yerine “ne gelirse Allah’tandır” diyen Müslüman’la, “carpe diem” diyen şaşkın “moderni” seçiyor. Hükümetleri teslim alalı ise epeyce oldu. O nedenle gizli açık “sürü yöntemi” yani “kaderdir, zaman içinde alışacağız, gripten ne farkı var, ölen ölür kalan sağlar bizimdir” yöntemi ile piyasaları yeniden işler hale getirmek, alışverişi hızlandırmak öne çekilmiştir.

Türkiye zengin ülkelerin dayanma gücüne sahip olmadığı halde, iktidar inkâr edilmesi artık mümkün olmayan krizi demagojiyle, “seneye inşallah atlatırız, hele şu seçimleri bir geçelim, sabredelim” sözleriyle ve yasaklarla geçiştirmeye çalışıyor. Festivalleri, mezuniyet törenlerini yasaklayarak mutlak sessizlik içinde seçimleri oldubittiye getireceğine inanıyor herhalde. Son bir iki kanalı, gazeteyi, sosyal medyayı susturmak, demokrasiyi savunmayı sürdüren baroları, demokratik kitle örgütlerini etkisizleştirmek, fişleme işlemlerini yasallaştırmak, kısacası toplumu suskun bir toplum haline getirmek için çabalıyor. Bu arada belirsizliği, demokrasiye tümüyle son verme projesini hızlandırmak için ustalıkla kullanıyor. Peki, iktidar bloku seçimleri kazanabilir mi?

Evet, kazanabilir.

Kazanabilir, çünkü aldığı önlemler, ülkeyi sessizleştirme yöntemi kısa erimde hep işe yaramış bir yöntemdir. Yurttaşlar çaresizliğin pençesine düşer, yenilmişlik duygusu ağır basarsa, demagojik söylemlere teslim olabilir; terör korkusu yaygınlaşırsa iktidarı değiştirme niyetlerini erteleyebilirler. Sosyal demokratların öncülük ettiği 6 partili muhalefet blokunun yurttaşları örgütleyerek cesaretlendirmek yerine yalnızca seçime odaklı bir politika izlemesinin, tüm devlet olanaklarını kullanan ve kullanacak olan iktidar bloku için bir şans olduğunu da eklemek gerekmez mi?

Ölüleri gömme zamanı

Sosyal demokrasi dışındaki solun ise bu konuda sağlam bir duruşa sahip olması, bu partideki sağa kayışın stratejik olmaktan çıktığını kullanılan kavramların ideolojik içerik kazandığını görmesi, daha önemlisi göstermesi gerekiyor. “Bize ne, ne halleri varsa görsünler” demek, “siyasetten uzak durma” eğiliminin güçlenmesi anlamına gelecektir. Büyük tehlikedir. Determinizmin tevekküle dönüşmesidir.

Tarihe soldan bakan, geleceği hayal eden determinist halimiz, kitapta okuduğunun yazıldığı gibi gerçekleşeceğine inanan safdil halimizdir. O, tarihin nasıl gerçekleştiğiyle, insanla tarih arasındaki ilişkiyle, süreçle değil, sonuçlarla ilgilenir. Bu neden sonuç ilişkisinin “saşmazlığı”, daha önemlisi “kaçınılmazlığı” bizi mutlu eder. Fakat determinist halimiz, yaşadığımız dönemin ekonomik politik tablosu, seçme şansımızın olmadığı koşullar karşısında aynı mutluluğu koruyamayacak, büyük bir olasılıkla umutsuzluğa kapılacaktır. Solun kitabı da, eğer düz okumayla yetinirsek pek yardımcı olmayacak, hatta çelişkilerle dolu gibi gelecektir.

Gerçekte böyle bir çelişki yoktur. Marx’ın 18 Brumaire’in daha ilk sayfasındaki artık neredeyse ezbere bildiğimiz kendi keyfimize göre tarih yapamayacağımızı anlatan satırları yinelemeyelim ama üzerinde pek fazla durulmamış ezberlenmemiş bir cümleyi aktarmak, üzerinde düşünmek de iyi gelebilir: “19. yüzyılın toplumsal devrimi, şiirsel anlatımını geçmişten değil, ancak gelecekten alabilir. Geçmişin bütün hurafelerinden sıyrılmadan kendisiyle başlayamaz. Daha önceki devrimlerin kendi içeriklerini kendilerinden gizlemek için tarihsel anımsamalara gereksinimleri vardı. 19. yüzyılın devrimi ise, kendi içeriğini gerçekleştirmek için, bırakmalıdır ölüler kendi ölülerini gömsünler. Eskiden söz içeriği aşıyordu, şimdi içerik sözü aşıyor.”

Aslında tarihsel materyalist öğreti geleceğe ilişkin nesnel olarak olması gerekeni sınıf mücadelesi ile bağlayarak neden sonuç ilişkisini yorumlar, ama biz nedense bir tür kadercilikten başka bir şey olmayan determinist hayallerden kurtulamıyoruz. İnsanoğlundaki umutların bir an önce gerçekleşmesi isteği, nedenler ve ona bağlı sonuçlarla ilgili verilerin yönlendirilebilir “kesinliğinden” beslenebiliyor; “vakit tamam” diyoruz sık sık. Olsun artık, “peki neden olmuyor?” İyimser, umutlu halimiz hızla değişiyor, alaca karanlık üstümüze çöküyor, Arap çöllerinden esen ılık rüzgâr kum fırtınasına dönüşüyor, karamsarlık ağır basıyor.

Tevekkül çölün ince kumudur

Tevekkül ise insanın olup bitene kendi dahlini hiç işe katmadan katlandığı insan halini anlatır. Determinizmle yakınlığı da bu “kendi dahil olmadan her şeyin olup bitmesi” meselesinde kendini gösterir. Determinist, nedensellik ilkesini abartır özellikle gelecek için mutlak bir resim çizer geleceği giden yolun bilinebilir olduğunu kendine fazla iş düşmediğini söyler, mutlaklaştırırken; mütevekkil ne olup bitecekse boyun eğmeyi öngörecek ve katlanmayı tavsiye edecektir.

Pencereden alaca karanlığın yavaşça dışarıdaki dünyaya çöktüğü anlaşılıyor; karanlık, odalara, toplantı salonlarına sızıyor. İşte o karanlıkta yükselen bir ses, piyasanın determinizmi ve tevekkülü uzlaştırdığını kapitalizmin mal biriktirmeyi sürdürmesi gerektiğini anlatır: İbn Teymiyye, et-Tuḥfetü’l-Irâḳıyye’de; “tevekkülün kalbin yalnız Allah’a güvenmesi anlamına geldiğini belirterek bunun sebeplere başvurma ve mal biriktirmeye aykırı olmadığını” söylememiş miydi? (Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi). Tevekkül kalple cebi birbirinden ayırmış, boyun eğmeyi çalışanlara, halk sınıflarını bırakmıştır.

Duruyoruz burada.

Ana muhalefet bloku iktidarın her adımının kendine yaradığını sanıyor. Baskıcı rejimin sona ermesi için artık bir şey yapmak gerekmediğini, bu partinin neredeyse kendiliğinden çekip gideceğini, bunun için nesnel koşulların oluştuğu, tamamlandığını kulağımıza fısıldıyor. Bu “mutluluk” saçan “determinist” söylemin arkasında ana muhalefete oy vermiş kitlede pesimist bir “tevekkül” büyüyor. O da “atı alan Üsküdar’ı geçti, Cumhuriyet yıkıldı, yapacak bir şey kalmadı” pesimizmidir. İflah olmaz iyimserliklerin ve çaresiz karamsarlıkların arkasında herhalde çölün tozu, uyutucu afyonu vardır.

***

Bu yol ayrımında nihayet görelim ki, sol parti ve hareketler hatta aynı partinin partilerin içinde var ve pek derin olduğu söylenen fikir ayrılıkları yapaydır, sunidir. Ortak politika yürütmeyi önleyecek ciddi bir fikir ayrılığından söz edilemez. Bunun öne çıkartılmasının nedeni, politikaya katılmanın önündeki engellerle savaşmak yerine gizli determinist bir anlayışa, iflah olmaz bir tevekküle, içe kapanmaya boyun eğmiş olmamızdır. Geliniz bu engeli aşalım, çok farklı alanlarda hızla büyüyen haklı itirazlarla hareketlerle birlikte kapitalizmin çaresizliğini deşifre edelim; partilerimizle, sendikalarımızla, her türden sorun için sesini yükselten toplum kesimleri, kendini cesaretle ortaya atan gençler, kadınlar, kendini sorunların sahibi ama siyasetçisi saymayanlar hep birlikte bir güç yaratmanın yolunu arayalım, yöntemini bulalım.