Ülkemiz maalesef dev bir mağaraya dönüştü. Her gün korkunç bir haber geliyor… Bir canımız daha gidiyor, Pınar gibi bir arkadaşımız daha ölüyor… Normal şartlar altında gelişmemiz gerekirdi ama giderek daha da geriye gidiyoruz. Aslında çoğu ülke için çok zor olan bir şeyi başarıyoruz. Işsizlik diz boyu, eğitim cacık, vasıflı birey yetiştiremiyoruz, ilk eğitimi bitirip de dört işlemi doğru düzgün yapamayan çocuklarımız var… Tarihe, toprağımıza, doğaya ilgimiz çok daha fena. Belki de bu konularda bir tek geçmişten daha kötüyüz. 2020 yılında “Kılıç hakkı” gibi bir kavramı konuşuyoruz. (“Füze hakkı” filan da değil, bildiğin dümdüz “Kılıç hakkı”)

Gençlerimizi bombalara kurban ettiğimiz yetmiyormuş gibi, kaybettiğimiz canları da anmaktan rahatsız oluyoruz. Adalet desen iyice sulanmış durumda. Herkes kendi barosunun kafasını kovalıyor. Katliamlar araştırılmıyor, yolsuzluklar soruşturulmuyor ama bunun yanı sıra bize ters gelen her şeyi de gönül rahatlığıyla düşman ilan edebiliyoruz.

Sürekli görmediğimiz bir el var üzerimizde. Adeta mağara çağında güneş tutulmasından, geceleri ayın çıkmasından ya da yıldırımdan, gök gürültüsünden korkan ilkel insanlar gibi her şeyden korkuyoruz. Zaten araştırmak, bilmek de istemiyoruz. Cahilliği çok seviyoruz. Cahilin cahilden başka dostu olmuyor haliyle. Toplamda 50 kelimeyle iletişim kurabilen bir mağara devrindeyiz. Herkes düşman, üzerimizde büyük oyunlar oynanıyor, herkes bizi kullanıyor, herkes bi şeyler çeviriyor üzerimizde… Kimse de sormuyor, biz neden bu kadar cahiliz, biz neden bu kadar kandırılabiliyoruz, biz neden bu kadar vasatız ve vasatı da yüceltiyoruz diye… Herkes her şeyi biliyor, hiç kimse bir şey yapmıyor. Zenginimiz daha zengin, fakirimiz daha fakir, pop starlarımız da en fecaati, her şeyden daha da pop oluyor haliyle.

Mağaram o kadar genişti ki zamanında Istanbul’da ilk imzacısı olduğumuz sözleşmeye bile itiraz edebilecek cahillik seviyesinde durabiliyor, bu tuhaflığa da kimse ses edemiyor. Hakkında iddianame olmadan yüzlerce gün kendi vatandaşlarımızı paketliyoruz. Az bir itiraz edenlere ya da mantıksızlığa dikkat çekenlere çok hızlı bir şekilde “Silivri soğuktur” şakaları yapabiliyoruz. Çünkü mağara serin... Püfür püfür esiyor.

Kendi yazarlarımızı, şairlerimizi, gazetecilerimizi, gençlerimizi yakıyor, yok ediyor, öldürüyoruz ama hiç kimseden hesap soramıyoruz. Çünkü biz yaptık bunların hepsini. Mağarada olan mağarada kalır gibi takılıyoruz.

Şimdi gelelim cahillerimize. Toplumumuzda renkten ve farklılıktan korkan, kendisi gibi mağarada yaşamayan her şeyden ürken bireylere ve onların düşüncelerine maruz kalan Istanbul Sözleşmesi’ne…

Sözleşme hakkındaki korkular şu şekilde:

* “Istanbul Sözleşmesi, detaylı olarak incelendiğinde toplumun temel dinamiklerini tahrip eden bir yapıya sahip olduğu rahatlıkla görülecektir.”

*“Türkiye’nin bekasına yönelmiş en büyük tehdit.”

* “Istanbul Sözleşmesi adı verilen ucube, adeta aile yapımızı çökertmek için kaleme alınmış bir metindir.”

* “Türkiye, Istanbul Sözleşmesi’nden derhal çıkmalı ve ‘cinsiyet eşitliği’ gibi sinsi projeleri vakit geç olmadan kaldırmalıdır.”

Bir de Istanbul Sözleşmesi ne istiyor, ona bakalım?

Madde 1 – Sözleşmenin Maksatları

1 Bu sözleşmenin maksatları şunlardır:

a kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak;

b kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek de dahil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında önemli ölçüde eşitliği yaygınlaştırmak;

c kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin tüm mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler tasarlamak;

d kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırma amacıyla uluslararası işbirliğini yaygınlaştırmak;

e kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla kuruluşların ve kolluk kuvvetleri birimlerinin birbiriyle etkili bir biçimde işbirliği yapmalarına destek ve yardım sağlamak.

Bir de şunları istiyor sözleşme. Yani bunları yapınca da toplum yok olacaksa, o toplum zaten hiç olmamış demektir. Mağaranızda hepinize serin günler dilerim.

* Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.