Yeni kitabı ‘Kentte Bir Başına’ adlı yayımlanan Ali Rıza Gelirli “Mutsuzluk yazmak için pek çok neden verir insanın eline. Mutsuzluğun ve yazının sembiyotik bir ilişkisi var. Aynı ortak yaşam alanından beslenir onlar. Mutsuz olanın sonsuz, sırsız bir düş gücü alanı vardır. Devasa dönüşümler mutsuz insanların eseridir” diyor.

Devasa dönüşümler mutsuzların eseridir

KADİR İNCESU

Ali Rıza Gelirli ile Klaros Yayınları etiketiyle yayımlanan, hem toplumun hem de kendisinin ördüğü duvarları aşarak kendi gerçekliğini arayan insanı anlattığı 'Kentte Bir Başına' adlı kitabı üzerine konuştuk.

Çağımızın en büyük sorunu mu yalnızlık? Hem de kalabalıklar içerisinde…
Yalnızlık bir sorun mudur, tartışılır. Özellikle kent insanının bir gerçeği diyelim buna. İsterseniz yalnızlığa dair birkaç söz edelim. Aksi takdirde yalnızlıktan ne murad edilir anlaşılamaz kanısındayım. Ama hemen söylemeliyim ki derdim bir yalnızlık fetişizmi yapmak değil. Sadece kendi adıma yalnızlığı bir başka açıdan kimliklendirmek. Belki çağımızın en büyük sorunu ötekini (ailede, sokakta, ülkede) köleleştirmek üzerinedir. Bir başına olan kişide ötekini köleleştirme onu kendi hizmetine sokma düşüncesi kök salmaz. Bir başınalık insanın kendi kendiyle tamamlanmasıdır bir anlamda. Kitaptaki kahramanların izlediği yol tam da böyle bir yoldur. Açıkça söyleyelim, sömürü en azından iki kişinin bir araya gelmesiyle başlar. Mutlulukta… Evet, ama mutsuzlukta… Oysa insanın başkasına ihtiyaç duymadan kendi varlığıyla dolması muhteşem değil midir?

“Bildiğim tek şey ‘umut’ tarafından uyuşturulmuş biri olmadığım”, “Büyük itirazlar büyük yalnızlıklara gebeymiş, yaşayarak öğrendim” tespitlerinizi yorumlar mısınız?
Nietzsche “umut en güçlü uyuşturucudur” der. Buna sonuna kadar katılıyorum. Umut, ummak, beklemek kökünden gelir. Ummak ve beklemek boş bir kuruntudur. En nihayetinde gücümün yettiği ve irademin gücü oranında bir şeye sahip olabilirim. Umudun iradeyi sakatlayacağını düşünüyorum. Hatta umudun yarattığı beklentinin iradeyi sakatlamaması mümkün değil. O yüzden umut tarafından uyuşturulmadığımı düşünüyorum. Bu derece gerçekçi olmak iyi mi yoksa kötü mü tartışılabilir. Tarihte büyük itirazların sahipleri, büyük buluşlara imza atanlar 'sürü'den ayrılmış umuda bel bağlamamış yalnızlardır.

Yalnızlık ne öğretir insana? Düşüncelerdeki dönüşüm mü, değişim mi daha zor?
Yalnızlık her şeyden önce kişinin kendiyle yüzleşmesine vesile olur. İnsan kendi gücünü ve sınırlarını fark eder. Sorgular. Olaylara, olgulara geniş toplum kültürünün bakmadığı bir açıdan bakmayı sağlar. Bu durum kişinin kendini dönüştürmesinin zeminini oluşturur. Artık bu kişinin yaşam tarzı değişmiştir. İnsanın yaşam tarzının değişmesi beraberinde düşüncedeki dönüşümü de beraberinde getirecektir. Yalnızlık insanın yaşam tarzını değiştiriyor. Yaşam tarzı da dönüp düşünceyi değiştiriyor.

İnsanın mutsuzluğunun temelinde başkaları için yaşaması mı var?
Kesinlikle var. İnsan kendisi için varlık yerine bir başkası için varlık olması ciddi bir yabancılaşmayı da beraberinde getirecektir. Kendine yabancı bir birey mutluluğa da yabancı olacaktır. Sonuçta bir tane bedenimiz var ve bunu sadece ve önce kendi mutluluğumuz için kullanmalıyız. Ama ne yazık ki içinde yaşadığımız kültür insanları başkalarının lehine, kendi aleyhine yaşamaya koşullandırıyor. Bunu da iyi bir şeymiş gibi salık veriyor. Böylece mutsuz, kendine yabancı, kolay yönetilebilir bir toplum üretiliyor.

Yalnızlık bir sonuç mu?
Yalnızlık bir sonuç değil, tercih olmalı. Özellikle yazarlar yalnız olmalı. Yazı yalnız yapılan bir iş. Yalnız olmadan yazı yazılabilir mi? Yazılırsa bunun edebi değeri ne olur? O yüzden yazar yalnız olur ve hatta bir süreliğine dünyayı sessize alır. Yalnızlık kimileri için bir sonuç olabilir. Ama yalnızlığın bir sonuç olması insanı çok tehlikeli noktalara çekebilir.

Yazarlığı “…mutsuzum demenin başka bir biçimi, mutsuzum diye bağırmanın diğer şekli” diye tanımlamanızın nedeni nedir?
Mutlu insan yazamaz da ondan. Onun yazması için bir neden yok. Bir arayış, sorgulayış içinde değildir. Bu insan neden yazsın ki. İnsan fildişi kulede de yaşasa mutsuz değilse yazamaz. Mutlu olan statükocu olandır; değişimi mutsuz olan ister. Mutsuzluk yazmak için pek çok neden verir insanın eline. Mutsuzluğun ve yazının sembiyotik bir ilişkisi var. Aynı ortak yaşam alanından beslenir onlar. Kaldı ki mutlu olanın hayal kurmasına da ihtiyaç yok. Mutsuz olanın sonsuz, sırsız bir düş-gücü alanı vardır. Devasa dönüşümler mutsuz insanların eseridir. Mutsuzum diye bağırmamak için yazıyorum ben desem yeridir. Sait Faik Abasıyanık’ın “yazmasam çıldıracaktım” demesi boşuna değildir.