-Mühendis Hanım, genç Mühendis Hanım... Okulu dereceyle bitirmişsin. Sosyalist misin?

-Nasıl bir bağ kurduğunuzu anlayamadım?

-Hem ODTÜ’lüsün, hem de BirGün okuyorsun. Şantiyede gördüm.

-Bence yine de bana siyasal düşüncemi soramazsınız.

-Niye?

-Çünkü aramızda ast üst ilişkisi var. Siz benim yöneticimsiniz. Buradan güç alarak dilediğiniz soruyu soramazsınız.

-Dur ya... Dur... Bi sakin ol. Burada abi kardeş gibi konuşuyoruz. İş görüşmesi yapmıyoruz. Bakayım, sekiz aydır bizle çalışıyorsun. Sohbet etmek için buradayız.

-Peki. Dinliyorum sizi.

-Geçen hafta bir rapor yollamışsın. Direkt patronun bürosundan geldi bu bana.

-Evet.

-Nasıl evet? Bir sözün yok mu?

-Rapor zaten size gelmiş. Tüm sözlerim orada yazılı.

-Hafriyat maliyetlerimizin piyasa koşullarının üç katı fazla olduğunu yazmışsın.

-Yüzde üç yüz elli, doğrudur.

-Nasıl tespit ettin bunu?

-Hafriyat şirketinden telefonla fiyat aldım. Bize verdiklerinin üçte birinden az fiyat verdiler. Pazarlık bile yapmadan. Yazışmalar ekte var.

-Görüyorum ekleri. Ama biz aracı firmayla çalışıyoruz.

-Aracının ne katkısı var bilmiyorum. Katkısı olsa bile bize üç katı yüksek fiyatla hizmet verecek düzeyde değildir. Ki bence hiçbir katkısı yok.

-Demirlere, çimentoya bile laf etmişsin.

-Bak Hocam. Beni işten çıkartacaksan çıkart. Hurda demir kullanılıyor bu inşaatlarda. Temele moloz karıştırıyorlar. Bunu değiştiremezsem parçası olmak istemiyorum.

-Çıkınca ne yapacaksın? Bizi BirGün’e şikâyet mi edeceksin?

-Ben raporumu yazdım. Sizden gelecek dönüşe göre karar vereceğim.

-Bak kızım…

-Ben sizin kızınız değilim. Bu şantiyede çalışan bir personelim.

-O halde, “Bak yoldaş” diyeyim sana, nasılsa ben de eski ODTÜ’lüyüm. Burada işe girerken bu firmayı tanımıyor muydun?

-Ben bir emekçiyim. Buraya da iş yapıp emeğimin hakkını almak için geldim.

-Neden büyük inşaat şirketleri hep Karadeniz’denV çıkar, hiç düşündün mü? Karadeniz’de aşiret olmaz mesela? Nasıl oluyor bu işler?

-Aşiret filan, ne alaka? Doğduğum yerle ilgili bir ima mı yapıyorsunuz?

-Bak sen yirmili yaşlarda yolun başında genç bir insansın, ben de kırklarında orta kademe bir yönetici... Sana abi gibi, dost gibi, yöneticin gibi bir şey soracağım. Tek bir soru: Sen bu devede düz bir yer görüyor musun?

-Ben işimi yapıyorum. Buraya denetçi olarak geldim.

-İşini yaptığın firma bu ülkenin kanını emen bir mafya çetesi. Sen çimento maliyetini düşünüyorsun, bu yapılanlar devlet güvenceli kamu ihalesiyle millete kaça satılıyor haberin var mı? Hiç mi okumuyorsun aldığın gazeteyi?

-O kadar pahalıya satılıyorsa neden hurda demir kullanıyorsunuz?

-Demiri düzgün alsak, hafriyatçılara hakkıyla ödeme yaparsak için rahatlayacak mı?
-…
-Bu rapor bana geldi, patron tarafından. Patron seni çok sevmiş. “Şu kıza sahip çıkın” dedi, bizzat beni arayarak.

-Hafriyata üç kat fazla ödemekten zevk mi alıyormuş?

-O hafriyat firmasını Google’la araştır bakalım, kimlermiş? Bizim patrondan bir kalem bile çalamazsın. Her şeyin bir nedeni var. Ama sana aferin, neredeyse hepsini yakalamışsın.

-Ben görevimi yaptım. Şu andan itibaren buradan istifa ediyorum.

-Peki nereye gideceksin? Hangi inşaat firmasına? Belki baban köyde bir ev yapar, onun projesini çizersin.

-Ben… Bu üsluba inanamıyorum.

-Besbelli yoksul bir ailenin çocuğusun. Çekip gitmek zengin çocuklarının lüksü ki onlar da Bilkent’te okurdu biliyorsun... Çekip gideceğin hiçbir yer yok. Danimarka’ya git istersen ama söyleyeyim, hep aynı hikâye. Onlar da hurda demiri bütün dünyaya satıp plastik bir bahçede Şirinler gibi takılıyorlar... Bu demir konusunu inceleyeceğim. Geri kalan her şey olması gerektiği için oluyor. Şimdi git evinde bir düşün. Annenle babanla konuş, parmağındaki yüzüğün benzerini takan nişanlınla konuş. İyi düşün ama çok da düşünme... Pazartesi sekiz buçukta burada göreceğim seni. Tamam mı? Tamam mı? Bak bana... Tamam mı?