Ülkedeki her futbol kulübünün hayali olan “Şampiyonlar Ligi” finalinin son baskısı, Cüneyt Çakır’ın yönetiminde olacak. Kalitenin ve “marka değeri”nin yerlerde dolaştığı futbolumuz için müthiş bir haber

Ülke futbolu daha iki gün önce yeni “şike maceraları”nı konuşurken UEFA, söz konusu ülkenin içinden çıkmış, futbol sahalarının yalnız adamlarının arasından, Türkiye’de kendisini ne futbolculara, ne yöneticilere ne de taraftarlara beğendirebilen bir grubun üyesi olan Cüneyt Çakır’ı 6 Haziran 2015’te, Berlin’de Juventus ile Barcelona arasında oynanacak Şampiyonlar Ligi finaline atadı. Çakır’ın adı zaten iki Avrupa finalinden birisi için ciddi olarak geçiyordu, yine de Şampiyonlar Ligi finali bizim için bir kere daha uykudan uyanış oldu. Bazılarımız, inanamadı tabii. Nasıl oluyordu da bu kadar kötü bir hakemi Avrupa futbolunun kulüpler bazındaki en büyük kupasının finaline atıyorlardı? İşin içinde ya Şenes Erzik kaynaklı bir torpil vardı ya da UEFA aklını peynir ekmekle yemiş olmalıydı. Başka bir grup da onların hemen arkasındaydı. Cüneyt Çakır Türkiye’deki maçlarda dökülüyordu, ama ne zaman uluslararası bir maç yönetse hatasız bir performans gösteriyordu. Kapıkule’den çıkınca hakemliğin Bombacı Mülayim’i olan bu adam, ülkesine döndüğünde Sakar Şakir’e dönüşüyordu. Yani Çakır zor zamanlarda ortaya çıkan bir süper kahraman kimliğine sahipti, bunun dışında halk arasında normal bir vatandaş edasında yaşıyor, yaptığı hatalarla maçları katlediyordu. Peki gerçekten durum böyle mi?

Büyük yanılgı
Cüneyt Çakır hakkındaki en büyük yanılsamalardan bir tanesi yukarıda bahsettiğimiz performans farklılığı. Türkiye kamuoyu, başta da taraftarlar, onun ülke içinde yönettiği maçlarda başarısız olup uluslararası arenada herkesten tam not aldığını düşünüyor ama işler öyle değil. Örneğin Euro 2012 yarı finalinde yönettiği Portekiz-İspanya maçı sonrası her iki takımın taraftarları da ona ateş püskürmüştü. Portekizli taraftarlar onun avantaj kuralından haberi olmadığını iddia ederken (Çakır bir pozisyonda İspanyol defansını 3’e 2 yakalayacak olan Portekiz’in atağını kesmişti), İspanyollar da onun nasıl hakem olduğunu sorguluyordu. 2012-13 Şampiyonlar Ligi 2. Tur maçında, 38 yaşındaki hakem Nani’yi kırmızı kartla oyundan attığında, 70’lik Sir Alex Ferguson’u Old Trafford’daki yedek kulübesi merdivenlerinden aşağıya koşturmuştu. Hatta bu kararın onu finali yönetmekten ettiğini söyleyenlerin sayısı da az değildi. İşin aslı şu, kendi ülkesinden onun uluslararası arenada yönettiği maçları izleyen insanlar olaya tarafsız bakabiliyorlar, hatta zaman zaman bizzat hakemin tarafını tutuyorlar, bu yüzden de ona tepki gösteren taraftarların ertesi gün okuduğu gazeteleri okumuyorlar. O ülkelerde sokakta yürümüyorlar, kafelerinde maç üzerine konuşmuyorlar. Bu yazdıklarımız onun aslında yurtdışındaki maçlarda da en az Türkiye’deki kadar eleştiriyi hak ettiğini desteklemek için değil, algılarımızın yanlış olduğunu göstermek için.

Saygı duyuyorlar
Bu bir kenara bırakıldığında UEFA’nın kararının arkasındaki motivasyonu rahatlıkla anlayabiliriz. En son ne zaman Türkiye’de onun yönettiği bir maçta futbolcuların üzerine toplu halde hücum ettiğini gördünüz? Kart gösterecekken eline sarıldıklarını? Uzaktan kızgın bir şekilde ağzına geleni saydıklarını? Bunu en son yapan Engin Baytar futbol kariyerini sonlandırdı neredeyse, dolayısıyla bedeli büyük oldu. Cüneyt Çakır bugüne kadar ülkede çok az hakeme nasip olmuş bir otorite kurmuş durumda. Futbolculara bağırmıyor, kart tehditi savurmuyor, keskin hareketler yapmıyor ama futbolcular onu anlıyorlar. Mersin İdman Yurdu-Fenerbahçe maçının uzatma dakikalarında Egemen Korkmaz, Mersinli bir futbolcuya hava topunda faul yapmıştı. Çakır düdüğü çaldı, Egemen bir süre çok sert olmayan biçimde itiraz etti, Çakır sadece kafasını sallayarak “faul” dedi birkaç kere ve Egemen itirazı bıraktı. Onun birçok pozisyonda verdiği kararı oyunculara açıklamaya çalıştığını görüyoruz. Bunu üst düzey uluslararası maçlarda sürdürüyor ve UEFA’nın da yapılan hatalardan çok bu genel ruh haline odaklandığını söylemek mümkün.