Geçtiğimiz günlerde, CNN Türk canlı yayınında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, getirilmek istenen ‘başkanlık sisteminde “Bakanlar Kurulu’nun olmayacağını” hatırlatınca, Hakan Çelik ve Hande Fırat şaşkınlık içinde kalmıştı.

Bu durum küçük çaplı bir skandal olarak değerlendirilebilir. Ama asıl büyük skandal on gün sonra sandığa gidip oy kullanacakların azımsanmayacak bir bölümünün de önlerine konulanın ne içerdiğini tam farkında olmaması değil mi?

Bu skandalın birincil sorumlusu TBMM’de yapılan görüşmelerden başlayarak tartışmaları toplumdan kaçıran AKP iktidarı ise, ikinci sorumlu da ana-akım/yandaş medyadır; ne toplumu değişikliğin içeriği konusunda bilgilendirdiler, ne de bunu yapabilecek muhalefete kapıları adil biçimde açtılar.

Geldiğimiz noktada; toplumun referanduma giderken aklında tek bir konu var; devlet yönetiminin ve yetkilerin yoğunlaştığı “tek adam düzeni”! Pozisyonlar tek adam düzenine bakış biçimine göre alınmış bulunuyor. Ötesi... Ötesi, yok!

Bütün bunlar tamam da; eğer referandumda ‘Evet’ kazanırsa, sahiden sonrasında nasıl bir kamu yönetimi düzeni olacak? Örneğin bakanlar olmayacaksa, aşağı doğru devlet nasıl örgütlenecek? Bakanları olmayan bakanlıklar mı olacak? Bakanı olmayan bakanlıklar ne işe yarayacak?

Bu noktada başta Erdoğan olmak üzere evet cephesinin temel tezlerinden birini hatırlamakta yarar var. Denilen şu, “mevcut haliyle devlet ağır kalıyor, yatırımlar hızlı gerçekleşmiyor”.

Dolayısıyla yeni düzende ağır kalan ve engel yaratan tüm makam ve kurumlar ya ortadan kaldırıyor, ya da işlevsizleştiriyor. Yargı, parlamento gibi kurum ve mekanizmaların son derece güçsüzleştiği ortada; daha dün kendisi gidici Başbakan Binali Yıldırım “ yeni düzende siyasi partiler eskisi kadar önemli olmayacak dedi!

Bu çerçevede ayak bağı olarak görülenin sadece yargı ye yasama organları olmadığını yürütmenin önemli ayağı bürokrasinin de yeni yapılanmada önemli darbe yiyeceğini öngörmek zor değil!

Soruya tekrar dönelim; Cumhurbaşkanı ve istediği sayıda atadığı yardımcılarının altında nasıl bir “kamu yönetimi düzeni” olacak? Açıkçası durumun bugüne kadar alışık olduğumuz kamu yönetimi düzeninden farklı olacağı düşüncesindeyim. Yeni yapılanmayı anlamak istiyorsak, kamuya değil, özel sektöre bakmamız gerekecek!

Biraz daha somut ifade etmek gerekirse; devletin devasa bir şirket gibi örgütlendiği bu yeni yapılanmada, Cumhurbaşkanı ülkeyi, kendi atayacağı zayıf yönetim kurulu (yardımcıları) ile birlikte, güçlü bir CEO gibi yönetmek istiyor. Kuşkusuz şirketlerde olduğu gibi çeşitli bürokratik birimler bu yapının altında görev yapacaktır. Ancak bir süredir yukarıdan aşağıda kurgulanıp, örülen düzenek gösteriyor ki, asıl yapılmak istenen ülkenin (büyük) projeler aracılığıyla ve bu projeleri gerçekleştirecek alt-yüklenici şirketleri de sürece dahil ederek yönetilmesidir.

Diğer bir anlatımla, Cumhurbaşkanı’nın bir CEO gibi projeleri ilan ettiği, yardımcıların görev alanlarına göre ihaleleri gerçekleştirdiği, “yeterlilik” almış şirketlerin ihaleye girdiği, verilen garantilerle bu şirketlerin kredi bulup, projeleri gerçekleştirdiği hali hazırda kurulmuş bir düzeneğin kurumsallaşmasından söz ediyoruz!

Bu tür bir iş yapma biçiminin sadece havalimanı, otoyol, köprü türü projelerle kısıtlı olmadığını gördük. Şehir hastaneleri gibi toplumsal olarak hassas olan alanlarda da devlet tüm işleyişi şirketlere kâr garantili biçimde teslim ediyor. Böylece sağlık bakanlığının yerine neyin konulduğunu da görmüş oluyoruz. Alın siz bu örnekleri başta Enerji olmak üzere diğer bakanlıklara taşıyın.

Neo-liberal ideoloji uzun süre devletin küçültülmesi, kamu-özel işbirliği, devletin rolünün düzenleyici olmakla sınırlanmasından dem vurdu. Şimdi bu modele bir meydan okuma ile geliyor AKP iktidarı; devletin şirketleştirilmesi! Kuşkusuz Batı’lı neo-liberal çevreler ortaya çıkan bu sentezden mutlu olmayacaktır; çünkü bu yeni yapılanma kendilerininkinden çok, (Çin örneği biraz karışık) Rus neo-liberalizmine benziyor!