“Hakimiyet bilâ kayd ü şart milletindir. İdare usûlü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.” (Teşkilât-ı Esasiye Kanunu, 20.1.1337).

Kurucu metin olan 1921 Anayasası’nın 1. Maddesi böyle. Birçok devlet gibi Türkiye Devleti de, bir Anayasa ile kuruldu ve bugüne kadar, askerȋ darbelerin kendilerine özgü geçiş dönemleri dışında “anayasal devlet” olarak varlığını sürdürdü.

Artan terör saldırıları ve anayasa ihlâlleri

Şehitler ve ölümler, gazete ve partilere saldırılar, şiddet kullanımı tavana vurdu ve bunlar, derin acılar veriyor Türkiye halkına. Şiddetin ivme kazanması ve ülke geneline yayılması ile “anayasal düzen ihlâli”nin zirve yapması arasında paralellik var.

“Kafalarını ezeceğiz”
17-25 Aralık operasyonları ardından İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne atandığı sırada, “Ben bu işten anlamam; öğrenmeye çalışacağım” anlamında açıklamalar yapmıştı. Aynı kişi bu kez “bağımsız!” İçişleri Bakanı. “Kafalarını ezeceğiz” cümlesi, “belleklere kazındı.” (Selefinin selefi ise “Anayasa’yı tanımıyorum” demişti...)

“Polise vur emri verildi”
Cumhurbaşkanı ise “Polise vur emri verildi. Polisin de askerin de vurma yetkisi vardır... Bu konuda Başbakanlığımızın, Silâhlı Kuvvetlerimize verdiği, emniyet güçlerine verdiği yetkiler var... İç güvenlik paketi ile çok daha farklı yetkiler verildi” dedi. (6 Eylül, ATV canlı y.)

“Tereddüt etmeyin, silah kullanın”
Emniyet Genel Müdürü Lekesiz de, 81 il emniyet müdürlüğüne gönderdiği genelgede, iç güvenlik paketinin olağanüstü yetkilerini anlatarak, tanınan bu yetkiler ile PVSK md. 16’da düzenlenen “silâh kullanma dâhil bütün yetkiler, toplumsal olaylar ve her türlü hukuksuzlukla mücadelede tereddüt edilmeden kullanılacaktır” talimatını verdi.

“Kanunsuz emir” âmir hükmü askıda
Oysa, “Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz” (Anayasa, md.137)
(Anayasa’da yeri olmayan özel güvenlik bölgeleri uygulaması da ciddi bir sorun).

“Bekleme odası” ve “buzdolabı”
CB seçiminden sonra, “parlamenter rejim bekleme odasına alındı” şeklinde “anayasal darbe” çağrışımı yapan söylemine, yasama seçimlerinden sonra “çözüm süreci buzdolabında” söylemi eklendi.

ATV’de ise “seçimlerde 400 milletvekilini yeni Anayasa ve 2023 vizyonu için istedim” dedi. Canlı yayın sırasında Dağlıca katliamını öğrenince, “400 milletvekili verselerdi durum farklı olurdu” deyiverdi.

“Durum, koalisyon kurulsaydı farklı olurdu”

...diyorum ben de. Bir koalisyon hükümetinin kurdurulmaması, Anayasa md.116’nın ihlali ile sınırlı kalmamış, “egemenlik”, “yasama yetkisi” ve “yürütme yetkisi ve görevi”ne ilişkin 6, 7 ve 8. md.leri ihlâl edilmiştir: “Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye ... bırakılamaz. Hiçbir kimse ... kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz” (md. 6).
Başta bu maddeler gelmek üzere, “anayasal ihlâller zinciri” yoluyla hükümet kurulması engellenmeseydi, Türkiye “fiilȋ bir savaş ortamı”na sürüklenmezdi muhtemelen.

“Anayasal suç mu işleseydim?”
“Anayasaya aykırılıklar zinciri”inde, koalisyonu engellemede rol oynayan Davutoğlu, Geçici Bakanlar Kurulu için yine Anayasa’nın aynı maddesine aykırı biçimde kendisine görev verilince, bakanları doğrudan belirleme yoluna gitti. Oysa siyasal partilerin parlamenter rejimdeki işlevi doğrultusunda bakanlar için öncelikle parti liderlerinin kapısını çalmak durumunda idi.
Bunu ise -devlet zirvesindeki ihlâllere seyirci kaldığı halde- “Anayasa suçu” olarak nitelemez mi?

“İntihar etseydi, şehitlik talebi yerine”
“Yeni Anayasa” söylemi ve yürürlükteki Anayasa’yı sürekli ihlal çelişkisi ile ülkenin savaş ortamına sürüklenmesi arasında doğrudan ilişki yok mu? Böyle bir ortamda, asıl yetkili ve sorumlu organlar Meclis ve Bakanlar Kurulu “arazi”de; varsa yoksa, -Anayasa dışı toplantılar eşliğinde- “külliye monologları”…

Külliye, koalisyonu Davutoğlu için “intihar” olarak gördü. Şimdi kendisi, gencecik bedenlerin tabutları önünde, “şehit olmak” istiyor. Keşke intihar etseydi!

Özetle, kendilerini devletle özdeş zanneden zevat, “Anayasa’yı askıya alarak” halktan 400’ün hesabını sormak istiyor; üstelik savaş benzeri bir ortamda. 1 Kasım’da Türkiye (ülke) halkı (seçmenler), devleti “kendi kaderinin bekçisi” haline getirenlere, “Devlet, Anayasa ile doğar ve yaşar” (L’Etat nait et vit avec une constitution) deme yükümlülüğü ile karşı karşıya.