Meliko’nun gerek bedeni gerekse ruhunda ‘kötülüğün mahiyeti’ meselesini işleyen Sahin Sınır, devlet-cemaat ve birey ekseninde var olan döngüsel ve yazgısal bir kötülük serüvenine kapı aralıyor

Devlet-cemaat-birey ekseninde  bir ‘kötülük’ sözleşmesi

MEHMET EMİN KURNAZ

Türkiye edebiyatında bugüne kadar belki de en az tartışılan konulardan biri kötülüğün mahiyeti meselesidir. Batı yazınının yıllar yılı kendi kültürel heybesinden devşirdiği kötü kahramanlar, iyinin ve iyiliğin de yıllar içerisindeki tanımlamalarına bir mana kazandırdı. Birbirinden bağımsız olarak düşünülemeyecek olan iyilik ve kötülük tartışması, bizde uzun yıllar boyunca kendini hep doğu-batı, ağa-ırgat, ev sahibesi-hizmetçi veya üvey anne/baba-çocuk gibi kutuplar üzerinden inşa etti. Şahin Sınır’ın, geçen ay Phoenix Yayınevi’nden çıkan ilk romanı ‘Ahlat’ın Hayaleti’ ise bizi yepyeni bir kötülük tartışmasına, “kötülük üretimi”nin kaynağına davet ediyor. Davet, devlet-cemaat-birey ekseninde büyüyüp gelişen, döngüsel ve yazgısal bir kötülük serüvenine kapı aralıyor…

Bu dertle yola çıkan yazar, yeni bir dil geliştirmekten de geri durmuyor. Bir çeşit anlatı katmanı üzerine inşa ettiği roman tekniğinin içine, zehirlerken güldüren bir dil yerleştiriyor. Böylece gülmece ve gerilim karışımı bir eserin içine hapsediyor bizi.

Türkiye edebiyatında belli başlı temaların aynı sıradanlık çerçevesi içerisinde tekrarlanırcasına yeniden anlatılmasının dışına pek az çıkılır. Herkes misal “soylu köylüyü,” ya da “yalnız aydını” okumaya alışıktır ama pratik yaşamın doğrudan içinden bize nazarı tesir eden dinî cemaat faktörünü veya devlet metafiziğiyle harmanlanmış bir insanı okumaya alışkın değildir. “İdealist eğitimciyi” ya da “Kentli aşığı” birer özne olarak okumadan önce, belki de her an yanı başımızda olup ona dürbünle bakmamıza rağmen, analiz etmekten veya tanımaya çalışmaktan ısrarla kaçındığımız “şu yerli ve milli” insanı etraflıca idrak etmemiz gerekiyor.

JARGONLARIN SÜSLÜ PERDESİ

İşte bu açılardan Ahlat’ın Hayaleti, ana akım kültür içinde en fazla “jargonların süslü perdesinden” bakılan bir özneye bu kez içeriden bakmaya çalışan, ancak o özneye de sırf “şartların mâsum kurbânı” makamında yer beğenmeyen bir roman. Eser, cemaat halkalarındaki tespih taneleriyle ölçülen zamanın bir “özne”sini görünmezlikten çıkararak gerçekte var olabileceği bir surette, yani bir “hayalet” suretinde diriltiyor. Ahlak bekçiliği yapan ama gözetlediği bahçenin meyvelerini en başta kendi çalan, sabitfikirlerini millî vizyon olarak takdim eden, bir hiç uğruna tükettiği hayatından dolayı başkalarını suçlayan bir sosyal tipin dünyaya yönelik hıncını okuduğumuz bir roman Ahlat’ın Hayaleti.

Serüvenin belki de en hayret uyandıran yönü, “hayalet” imgesinin, gerçek yaşamda temas ettiğimiz insandan daha gerçekçi ve okunaklı olabilmesinde. Gündelik hayat içinde belirsiz bir alfabeyle yazıldığı için hem okunmaz hem de fazla görünmez olan bu sosyal tip, “hayalet” olduğunda birdenbire okunaklılık kazanıyor. Lakin anlaşılır olan her şeyin anlayışla karşılanır olmadığını gösteren de yine romanın inşa ettiği bu sosyal tip. “Hayalet” Meliko, başkalarının yaşadığı gibi yaşayamamış olmanın acısını, “Güç, haktır!” diyerek, başkalarının yaşamlarını zindana çevirip öldüğü kente musallat olarak çıkarıyor. Yaşarken tehdit olmak bir yana, varlığını millî varlığa armağan etmesi dışında bir nitelik gösteremeyen Meliko, ancak hayalet olarak onu yaratanlara musallat olduğunda medyanın ve siyasetin odağı olmayı başarabiliyor. Devlet ve milletin, yaşamına bir mana kazandırmaktan mahrum bıraktığı heba edilmiş bir hayatın, günün birinde mutlaka toplumdan intikam aldığının somut kanıtı olan bu karakter; sabitfikirleri, bencilliği, pintiliği ve anlayışsızlığı ile gerçek yaşamda yeri olan fakat edebiyatta göz ardı edilen makamını yeniden kazanıyor.

YENİ BİR SOSYAL TİPdevlet-cemaat-birey-ekseninde-bir-kotuluk-sozlesmesi-688110-1.

Roman, “devlet-cemaat” ortaklığından doğmuş bu sosyal tipi, onu yaratan toplum ve ilişkiler ağı çerçevesinde değerlendiriyor. Müzedeki içi doldurulmuş hayvan suretlerinden farksız bir yaşam süren Meliko’nun, kendisini dünyaya vizyon ve fikir sunacak biri olarak hayal etmesinin nasıl mümkün olduğu, romanın anlatmaya çalıştığı en önemli bahis. Eserin de gösterdiği şekilde toplum ve devlet anlayışının ona bu telkinde bulunması, onu vasatlık çukurunda tutması, aslında doğmayı bekleyen bir felâkete de zemin hazırlar. Ancak bu kör noktanın büyümesiyle doğacak zararı temizlemesi gereken de toplum ve devlet olur. Yarattığı uysal tebaanın ölümden sonra çarpık dünyasına göndermede bulunarak haklarını istemesi, devleti ve toplumu buhrana sokar.

Romanın fantastik dünyasında taşlama diliyle kurduğu sosyal deneyde, Hayalet Meliko’yu yaratanların onu bu kez ortadan kaldırma çabalarını izliyoruz. Güvenlik anlayışıyla yaratılan Meliko’nun hayalet kaderi, onu aynı güvenlik anlayışıyla yok etmeye götüren devlet söylemini anlamamıza yol açıyor. Devletin makbul vatandaşının maktul vatandaş olduktan sonra devlete savaş açmasını kara mizah üzerinden değerlendiren eserde emniyetin, devlet kurumlarının, psikologların, basının ve sivil toplumun sınanması, anlatıyı zenginleştiren faktörler arasında. Eserin politik kurgu yönü, bu açıdan toplumsal eleştirilerde de bulunmasına imkân tanıyor. Bu açıdan görmeye alışık olmadığımız, belki kötülüğün sıradanlığı olarak adlandırabileceğimiz bir karakteri değerlendirmesiyle romanın, kendini Türkiye edebiyatında farklı bir güzergâhta konumlandırdığını söyleyebiliriz.

Genel itibariyle Ahlat’ın Hayaleti, sunduğu sosyal tip’in derinliği, akıcı ve iğneleyici dili, fakat en çok da “iyinin ve kötünün ötesinde” bir felsefi irdelemeyi Anadolu’nun kendi kültürel bakiyesinden çıkararak, devlet ve millet olarak yüzyıllardır neden iki yakamızın bir araya gelemediğini bambaşka bir yoldan aklımıza kazımaya çalışan bir eser.