Devlet kadınlara "sizi korumayacağım" diyor

Havva Gümüşkaya

İktidarın ilk imzacı olmakla övündüğü İstanbul Sözleşmesi bu gün resmi olarak sona eriyor. Bir süredir gerici odaklar tarafından hedef haline getirilen ve itibarsızlaştırılmaya çalışılan sözleşme, iktidarın siyasi bir hamlesi olarak feshedildi. Kadınlar ise gerici ve dindar muhafazakâr dayatmalar karşısında yıllardır mücadelelerini sürdürüyor. İktidarın baskıcı ve otoriter uygulamaları çok geniş toplum kesimlerini, ideolojik bakımdan yandaş olmayan geniş toplum kesimlerini de hedef almış durumda.

İslamcıların hedefinde olan kadın hareketinin kazanımları ve bundan sonraki mücadele zemini üzerine Doç. Dr. Fevziye Sayılan ile konuştuk. Sayılan’a göre ‘çağdaş hayat’ tarzını hedef alan uygulamalar karşısında taraf olduğunun farkında olan bir feminist yaklaşıma ihtiyaç var.

Kadınların mücadeleyle kazandığı haklar bugün İslamcıların hedefinde. Gelinen son noktada ise İstanbul Sözleşmesi feshediliyor. Ancak kadın hareketi yıllardır bu zihniyetle mücadele ediyor. Biraz bu mücadeleden bahseder misiniz?

Kadınların gündemi ne yazık ki çok zorlu sorunları içeriyor. Mevcut iktidar kadınların hak ve özgürlükleri konusunda çok özel bir karşı tutum almış durumda. Bugüne kadar Türkiye’de kadınların haklarına göz diken bir siyasal iktidar olmadı. Sağlı ve sollu merkez partiler ve hükümetler, samimi ya da değil genelde ‘kadın dostu’ görünmeye gayret etti. Bugün ise kadınlara yönelik nefret içeren ifadeler ve hamleler mevcut iktidarın çeşitli kanatları tarafından açıkça ortaya koyuluyor.

Peki, bu muhafazakâr dayatma ne zaman başladı?

Mevcut iktidar ılımlı muhafazakâr görüntü verdiği ilk döneminde kadının insan haklarını genişleten küresel iklimle uyumlu bir görüntü verdi. Ardından gerçek ajanda açıldı. Burada ne vardı? Kadınların hak ve özgürlük mücadelesine yönelik muhafazakâr hoşnutsuzluğu tatmin etmeye yönelik ‘kadınları korumacı’ aile merkezli söylemler, zaman içinde kadınları ikincilleştiren aile merkezli neoliberal istihdam ve sosyal politika paketleriyle; cinsiyetçi nüfus ve eğitim politikalarıyla sürdürüldü. Dindar muhafazakâr toplum yaratmaya dönük yaklaşımların merkezinde bir önceki dönemde kadınların elde ettiği tüm kazanımları hedef alan, bunun için öncelikle kadının kimliği ve konumunun aileye geriletilmesi, böylece ikincilleştirilmesi, aile aracılığıyla kadın bedeni ve cinselliğinin kontrol altına alınması ve aynı zamanda her iki cins arasındaki bütün karşılaşma ve etkileşim düzlemlerinin (istihdam, eğitim ve tüm toplumsal hayat) ayrıştırılarak cinsiyetçi ayrışmayı norm haline getirmek, karma eğitim ve karma sosyalleşmeye dayalı toplumsal hayatı ortadan kaldırmak da vardı.

hedef-yandas-olmayan-toplum-893897-1.
Fevziye Sayılan

Bu alanlarda önemli gerilemeler oldu. Böylece son on on beş yıl içinde buraya adım adım geldik. Bugün kadınların hak ve özgürlüklerine yönelik gerici hamle siyasal bir saldırı hüviyetine büründü. Şimdi artık kadınların şiddetten korunmasında devletin yükümlülüklerini düzenleyen sözleşme iptal ediliyor. Yani devlet kadınlara artık “sizi korumayacağım” diyor. Bunu kabul etmiyoruz. Erkek şiddetine yol veren ve aynı zamanda erkek egemenliğini tahkim etmeye yönelik bu hamle karşısında kadınlar haklı bir isyan içinde.

Dayağa karşı yürüyüşten bugüne kadınlar, yaşam hakları için sokaklarda. Siz de bu mücadelenin bir parçası oldunuz. Bugün kadınların direnişinin Türkiye’deki toplumsal muhalefet hareketi açısından önemi nedir? Kadın örgütlerinin bu süreçteki rolü nedir?

Dayağa karşı yürüyüşten bugüne baktığımızda geçen otuz yılı aşkın süre içinde kadınlar önemli kazanımlar elde etti. Bu yolda öncü bir rol oynayan feminist isyan ve sorgulama giderek yaygınlaştı. Kadına yönelik şiddet hukukun ve yasaların kapsamına girdi. Kadınlara yönelik şiddet karşısında ‘sığınma evleri’ gibi yeni kurumlar ve yasalar (6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun gibi) oluştu. Medeni Kanun ve Ceza Kanunu hak ve eşitlik açısından ve kadınlara karşı işlenen suçlar yönünden gözden geçirildi. Bu alanlarda önemli bir kamusal duyarlılık oluştu. Feminist hareketin etkisiyle erkeklerin egemenlik alanlarını sorgulayan en azından muhalif kesimde toplumsal bir bilinç de oluşmaya başlamıştı. Dinci gericilik bunları ortadan kaldırmaya yönelmiş durumda. Kadınları eşitlik kulvarından çıkarmak, bir adım geride durmaya razı etmek, sormadan ve sorgulamadan yaşamak ya da ölmek tercihiyle baş başa bırakmak istiyorlar.

Aynı zamanda iktidarın baskıcı ve otoriter uygulamaları çok geniş toplum kesimlerini, ideolojik bakımdan yandaş olmayan geniş toplum kesimlerini de hedef almış durumda. Laik kamusal düzeni ve ilişkileri hedef alan adımlar (en son şehirlerarası yolculuklara namaz saati ayarı gibi) ile farklı kimliklere yönelik şiddet ve baskı politikası ve aynı zamanda emekçi karşıtı ekonomi politikaları karşısında giderek genişleyen bir demokrasi, hak ve adalet arayışı var görünüyor. Üstelik bunlara koronavirüs salgınının eklediği sorunlar ile son dönemde etrafa saçılan ‘rejim sırlarının’ ortaya çıkardığı tablo, toplumsal öfkeyi ve hoşnutsuzluğu büyütüyor. Kadınların kazanılmış hak ve özgürlüklerini savunmak için verdiği mücadeleyi bu bağlama yerleştirdiğimizde elbette daha geniş demokrasi mücadelesinin bir parçası ve galiba en görünür yanı ve cesur yüzünü oluşturuyor. Bugün daha çok yaşam hakkını savunmaya odaklanan yanı öne çıksa da, kadınlar edinilmiş ve kazanılmış haklarını ve özgürlüklerini koruma konusunda bilinçli; ayrıca dostlarını ve düşmanlarını tanıma konusunda bilinci daha da yükselmiş bir kadın hareketi var. Siyasal İslamın altında geçen uzun dönem, kadınların durumuyla sistemin politik gerçekliği arasındaki ilişkiyi gözler önüne serdi ve özgürlük meselesinin kapitalist sistem altında nasıl bıçak sırtında bir mesele olduğunu bir kez daha hatırladık. Dolayısıyla bazı yanılsamalardan ve yanlışlarından kurtulmuş durumdayız. Hem kadınlar arasında daha geniş birliktelikler oluşturma yolunda ilerliyor hem de örgütlü toplum kesimlerinden müttefikler bulma konusunda ufkunu genişletme yönünde dönüşüm geçirmenin baskısı altında kadın hareketi. Bunu başarabilecek esneklik ve yaratıcılığı gösterebilmesi önümüzdeki dönemin demokrasi mücadelesine önemli bir özellik kazandırabilir diye düşünüyorum.

LAİK KAMUSAL HAYATI SAVUNMAK

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesinin, küresel toplumsal cinsiyet karşıtlığı ile nasıl bir ilişkisi var?

Bir ilişki var elbette, bu dönemin öne çıkan özelliği kadın haklarını ve toplumsal cinsiyet kimliklerini ve özgürlükleri hedef alan radikal sağcı hareketlerin sadece burada değil, küresel ölçekte ortaya çıkmış olmasıyla ilgili. Kadının insan hakları konusunda Pekin konferansı (1995) sonrası oluşan uluslararası ilerici iklim berhava olmuş durumda. Dünyanın her bir tarafından radikal sağcı tepkiler bir önceki dönemin kazanımlarını geri almak konusunda atağa geçmiş durumda. Hindistan’dan Polonya’ya, Brezilya’dan Rusya’ya kadar geniş bir alanda toplumsal cinsiyet karşıtlığı olarak tezahür eden, kadın düşmanı bu gerici tepkinin erkek egemenliğini konsolide etmek ve yaralarını sarmak üzere kadın ve toplumsal cinsiyet kimliklerini hedef aldığını görüyoruz. Burada ise dinci sağ ile milliyetçi sağ ittifakının sürdürdüğü yerli toplumsal cinsiyet karşıtlığının şekillenmesinde ve arka planında siyasal İslamcı çevreler merkezi rol oynuyor. Dolayısıyla diğer küresel örneklerle kadın haklarını hedef alması ve kürtaj karşıtlığı, toplumsal cinsiyet kimliklerine düşmanlık ve aile konusunda ‘sağın’ takıntılı söylemlerini paylaşırken; kadın düşmanı söylem ve uygulamaları Hamas ve Müslüman Kardeşler gibi ‘yüzük kardeşleriyle’ çok eşlilik, çocuk evliliği, örtünme, cinsiyetçi ayrışmaya dayalı toplumsal hayat dayatması gibi konularda daha derin bir ortaklığı paylaşıyor.

Bu toplumsal cinsiyet karşıtı ortaklığa karşı kadın hareketi hangi zeminde birleşmeli?

Küresel toplumsal cinsiyet karşıtlığı kimi yerde yerlilik ve millilik söylemiyle kimi zaman insan hakları ya da inanç temelli söylemlerle bir önceki dönemin erkek egemenliğini gerileten açılımlarını geri almak, erkek üstünlüğüne dayalı dünya düzenini sürdürmek için yola çıkmış durumdalar. Buna karşı küresel ölçekte bazen Sudan’da ve İran’da bazen Polonya’da ve ABD’de ve burada da boy veren bir kadın direnişi var. Yani söylemek istediğim kadın ve toplumsal cinsiyet meselesi önümüzdeki dönemde de siyasetin önemli bir meselesi olacak gibi görünüyor. Bunu gören bir yerden, kendilerinden olmayan her kesimi hedef alan bu baskı ve şiddet politikaları karşısında sistemin farklı mağdurları olan ezilen ve sömürülenlerle beraber yürümeye yönelen bir siyasal bilinçle hareket etmek lazım. Öncelikle okullardaki ve eğitim ve yetiştirme sistemlerindeki dinselleşmeye karşı oluşan toplumsal tepkiyi görmek ve laik, bilimsel ve demokratik eğitimi savunan gündemlere dâhil olmak gibi. Yine ifade, örgütlenme ve basın özgürlüğüne yönelik baskılar karşısında oluşan tepkilere dâhil olmak yanın da laik kamusal yaşamı ve ‘çağdaş hayat’ tarzını hedef alan uygulamalar karşısında taraf olduğunun farkında olan bir feminist yaklaşıma da ihtiyaç var.