Devlet aklı 25 yıldır Sivas’ta yitirdiklerimizi “kayıp” ve “eşit yurttaş” olarak görmemektedir. Eğer Sivas’ta yitirdiklerimiz, devletçe “kayıp” ve “eşit yurttaş” görülmüş olsaydı, Sivas davası çeyrek asırdır sürmezdi. Yurtdışına kaçan Sivas sanıklarının getirilmesi için gerekli girişimler yapılırdı. Sivas katillerini “mağdur” göstermek için, insanlık suçu sayılan Sivas davasında “zaman aşımı” ile aklanmazdı

Devlet, katliamlar, kimlikler ve yüzleşme

Can çekişen yüzyıllar için.
Tanrılarınız ve cellatlarınız için.
Ölüm kentleriniz için.
Sefalet devletleri için.
Lanetliyoruz, evet.
Ve her şeyi eritip dökeceğiz yeniden

Alexey Gastev

Sivas Katliamı’nın 25. Yılı... O zifiri karanlık duman halen, yangın yerinde tütüyor. Ölümün şiirleri, acının mızıkası eşliğinde okunuyor. Turnalar misali semaha duran gençler resimlere yansıyor.

Gökyüzüne sığınmışlar, karanlığın tekbirleri arasında “Allah adına öldürmek” ve “cihad” için davet çıkarırken, öldürülen yeryüzü ozanlarının elindeki bağlama, dilindeki deyişler aklımıza ve ruhumuza “insan insan dedikleri canı” anlatıyordu.

Ateş bazen sadece düştüğü yeri değil, travmatik bir aktarımla toplumların yaşamında da izini acılı sürdürüyor. Çünkü travmanın arkasında insan haklarına yönelik usdışı vahşice bir saldırı vardı.

Bu insanlık suçu katliam hakkında çokça ve de önemli analizlerde yapıldı. Ama katliamın ardından çeyrek asır geçmesine rağmen, karanlık duman halen tütüyor. Madımak oteli travması, bitmeyen yas, acının aktarımı ve yüzleşme talebi halen dünkü kadar taze ve canlı şekilde yerini koruyor.

25 yıl önce insana, insanlığa ve onun kazanılmış olan evrensel hakları yakıldı. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde yer alan ve insanın “görüş ve anlatım özgürlüğü hakkı” yakıldı.

“Yüzde 99’u müslüman” denilen ülkede inanç özgürlüğü olmaz! Çünkü “İnanç özgürlüğü”nden devletin, diyanetin, cemaatlerin ve Emevi zihniyetinin siyasal İslam’a bağlılık anlayan gericilik, Aleviler gibi, farklı inançlara mensup olanlara ya da inanmama hakkını sahip insanları diri diri yakmayı “gazanız mübarek olsun” diyerek ibadet sayıyorlar. Devletin ezberinde olan “yüzde 99’u Müslüman” retoriği, farklı olanın susturmanın ve öldürmenin meşruluğuna yol açıyor.

Bu ülkenin “yüzde 99’u Müslüman” olmadığı gibi, hem “inanç özgürlüğü” hem de “laiklik” bu ülkede aslı astarı olmayan koca bir ideolojik yalandır! İnsanlık dışı suçlarını, kocaman ideolojik yalanlarıyla meşrulaştırırlar.

Devlet aklı acıları silemez

25 yıllık acının, yasın ve travmanın varlığını önemsemeyen devlet, Sivas Katliamı’nın neresinde duruyordu? Peki devlet bu katliamdaki rolünü sorguladı mı? Soruşturma komisyonları sahici raporlarla yüzleşmeye yanaştı mı? Maalesef! Tam da bu nedenle 35 insanın, “insanlarca” yakıldığı ve devletçe kollandığı 2 Temmuz 1993 ve onun toplumsal, siyasal ve hukuksal algısı hakkında sahici bir yüzleşme yapılamadı.

Öncelikle şunu ifade etmekte ve farkındalığı diri tutmak açısından fayda var; devlet her şeyden önce Sünni kimliğini, Alevilik inkârı, reddi, katliamları, asimilasyonu, Alevi nefreti ve ayrımcılığı üzerine kurmuştur. Bu inkâr ve ret politikasının bir devlet aklı olduğu kabulünden hareketle bakmadan, Sivas Katliamı davasının neden 25. yıldır sürdüğünü ve halen neden adalet sağlayan bir sonuca bağlanmadığını anlayamayız.

Bunun üzerine birkaç söz etmek gerekir; çünkü devletin resmi aklının inkâr ve ret politikası, aynı zamanda Alevilerin, laik ve aydınlıktan yana insanların, yani Sivas’taki kurbanların da inkârıdır. Aleviliğin kimliğinin inkârı, Madımak Oteli’nde yaşanan katliamın ve travmaların inkârına kadar götürür. “Katliam değil, olaydır” düzeyinde algılanır. Kimlik inkârı, Dersim, Çorum, Maraş, Sivas ve Gazi gibi katliamların acılarını, yaslarını ve travmalarını aktararak yaşayan ve yaşamış olan tüm Alevilerin varlığının da yadsınmasıdır.

Devlet aklı İslamcılık ve Sünnilik kimliğini, ötekilerin nefreti ve inkârı üzerinden ve tümüyle de hurafelerden ve ideolojik yalanlar üzerine kurarken, farklı olanların bir arada, eşit haklarla, eşit koşullarda ve barış içinde yaşamasına engel olabilecek her yolu mubah sayar.

Sivas Katliamı’nın mağdurları kim?

devlet-katliamlar-kimlikler-ve-yuzlesme-481422-1.

Devlet aklı 25 yıldır Sivas’ta yitirdiklerimizi “kayıp” ve “eşit yurttaş” olarak görmemektedir. Eğer Sivas’ta yitirdiklerimiz, devletçe “kayıp” ve “eşit yurttaş” görülmüş olsaydı, Sivas davası çeyrek asırdır sürmezdi. Yurtdışına kaçan Sivas sanıklarının getirilmesi için gerekli girişimler yapılırdı. Sivas katillerini “mağdur” göstermek için, insanlık suçu sayılan Sivas davasında “zaman aşımı” ile aklanmazdı.

Devlet, yurttaşları arasında açıkça ayrımcılık yaratmaya özen gösterdikçe, toplumsal kutuplaştırmayı din ve dil üzerinden derinleştirdikçe, Madımak Oteli’ndeki insanlık dışı suçu teşvik eder. Dolaysıyla kaybettiklerimiz için acı da duymaz. Adaleti sağlamaz, ağlamaz, karalar bağlamaz, ama “zaman aşımı” ile katilleri aklayıp “hayırlı olsun” demeyi de ihmal etmez.

Suç cellatlarını kim kolluyor?

Cellatları kollayan, besleyen, ajite eden, galeyana getiren, insanları diri diri yakışını izleyenler, hukuksal ve siyasal destek verenler kimlerdir?

Sivas Katliamı nasıl örgütlendi? Yaşı kadar kitabı olanlar, fikrinden başka silahı olmayanlar, şiir yazanlar, semah dönenler, deyiş söyleyenler, bağlama çalanlar, resim ve karikatür çizenler, mızıka çalanlar, fotoğraf çekenler, 12 yaşındaki Koray, 66 yaşındaki yazar Asım Bezirci neden yakılır? Vali neden çaresiz kalır? Asker ve polis neden 8 saat boyunca can pazarına müdahale etmez? Dönemin İç İşleri Bakanı neden sessizdir? Devletin gözü önünde 35 insan diri diri yakılırken, sessiz kalan başbakanın “iyi ki dışardakilere bir şey olmadı” demesi ne kadar ahlaki ve vicdani?

25 yıldır sanıkları kollayanlar kim? Sanıkların avukatları bugün neredeler? Hangi Adalet Bakanı Sivas’ın katillerini ziyaret edip, moral ve destek vermiştir? Sivas davası neden bir tiyatroya ve yargı istismarına dönüştürüldü? Yargının bizzat kendisinin hukuk dışılığı, diğer yandan “sanıkların adresini bulamama” komedisine ne demeli? Sanık devletin gözü önünde evlenirken, emekli maaşı alırken, öldüğünde Sivas’ta defnedilirken neredeydi?

Devletin bulamadığı sanık adreslerini, mağdurların avukatları tarafından bulunup mahkemeye teslim edilmesine rağmen, Adalet Bakanlığı “Suçluların İadesi ve Hükümlülerin Nakli” gereği, Almanya’daki sanıkların iade edilmesini hangi kasıtlı ve iadeyi imkânsız kılacak yazışma türü niye yapıyor?

Bu soruları cevaplamaktan kaçanlar, katliamdaki ilişki ağlarını görmezden gelenler, Sivas Katliamı’nda görünen ve ‘görünmeyen’ cellatlar yüzleşmekten, hesap vermekten kaçarsa, mahkemedeki dava sürüncemeye ve cezasızlık sürecine bırakılırsa, Koray Kaya’nın annesinin acısı nasıl iyileşecek? Nasıl yas tutulabilecek? Bu durumda adalet nasıl sağlanabilecek?

Eğer devlet ve siyasi iktidar adalet ve toplumsal barış konusunda samimi ise 2 Temmuz katliamının 25. yılında, dönüp Türkiye toplumlarına bir açıklama yapmak zorundadır. Sivas’taki kara duman, bu insanlık suçu katliamla yüzleşmeden dağılmayacaktır.

İnsanlık suçu inkâr edilemez

1993’te Sivas’ta bir insanlık katliamı yaşandı. Devlet aklı ise ideolojik bir kalkan haline getirdiği Türk İslam Sentezi’ni ve devletin Sünnilik eksenindeki inşasını sorgulatmak istemiyor. Bu nedenle, Sivas Katliamı da tıpkı, diğer katliamlar gibi yüzleşilmekten kaçınılan katliamdır.

Devlet “tahrik vardır, olay olmuştur” diyerek, Madımak Katliamı’nı ve orada yaşanan insanlık suçunu inkâr ediyor. İnkâr ediyorlar ama ikisi otel çalışanı emekçi olmak üzere 35 sıralı mezar var. İnkâr ediyorlar ama katliamın kara dumanı, halen Sivas’ta, tam da şehrin orta yerinde duruyor!

Devlet inkâr ediyor, ama yıkılmış hayatlar, parçalanmış aileler, dağılmış yürekler, ağlamaktan kurumuş gözler, 25 yıldır bitmeyen ağıtlar, ziyaret edilen mezarlar, eski albümlerdeki fotoğraflar, videolarda kalmış gülümsemeler halen orada duruyorlar.

Devlet inkâr ediyor, ama adalet saraylarında 25 yıldır bitmeyen davalar ve mahkemeler sürüyor.

Devlet inkâr ediyor, ama hey yıl on binlerce insan ellerinde karanfil, Madımak Oteli’nin önüne geliyor.

“Katliam yok, insanlık suçu işlenmedi” diyemezler. Çünkü bir cuma namazı sonrası on bin insan otelin önündeydi. Ellerinde benzin ve taşlar, dillerin tekbir taşıyorlardı. Ateşe verdikleri otel binası içindeki, 35 insanı diri diri yaktılar.

Madımak’ta yitirdiklerimize borçluyuz

Öncelikle toplumun sessizliğe teslim olmaması için, katliamlar ve insanlık dışı suçlar karşında, sessizliğini bozmasına yardımcı olunmalıdır. Toplumsal barışın sessizlikle sağlandığı bir ülke örneği yoktur. Sessizliği bozmanın farklı türleri vardır. Söz, yazmak, göstermek, canlandırmak ve hafızalaştırmak gerekir. Katliam ve insanlık suçlarıyla yüzleşen ülkeler, sessizli��i konuşarak, yazarak, anlatarak, sanatsal boyuta taşıyarak, tiyatro oynayarak, sinema yaparak, şiir yazarak, resim çizerek, fotoğrafları sergileyerek ve toplumsal hafızanın arşivlerini açarak sessizliğini bozmuştur.

Aleviler ve Sivas Katliamı ve insanlık suçu konusunda duyarlılık gösteren toplumsal kesimler olarak henüz sessizliğimizi bozacak her tür iletişimi kurduğumuz söylenemez.

Öfkenin ve acının içe yönelik dili yetmiyor. Herkesin hakikatleri göreceği ve duyacağı şekilde sessizliği bozacak anlatımlara sahip olmalıyız. Sloganları aşan, günlük programlara sıkıştırılmış, kimin önce konuşacağına indirgenmiş etkinlikleri aşmalıyız.

Asırlardır susturulmuş Aleviler ve aydınlıktan yana tüm toplumsal kesimler, şimdi konuşarak, yazarak, anlatarak, acı hakikatleri sanatsal boyuta taşıyarak, Muammer Çiçek, İnci Türk, Serkan Doğan, Sait Metin ve Yeşim Özkan gibi tiyatro oynayarak, Erdal Ayrancı gibi film çekerek, eksik kalan yasın sinemasını yaparak, Carina Cuanna gibi üniversite okuyarak, Muhibe Akarsu, Gülsün Karababa, Handan Metin gibi kültürüne, yoluna ve davasına bağlı kadın olarak, Yasemin Sivri gibi felsefe okuyarak, Metin Altıok, Behçet Aysan ve Uğur Kaynar gibi şiir yazarak, Asaf Koçak gibi resim, karikatür çizerek, bazen de mızıka çalarak, Asım Bezirci gibi aydınlığı, laikliği, çağdaşlığı ve insanlığı yazarak, Nurcan Şahin gibi okuyarak, Özlem Şahin gibi devrimciliğe ilgi duyarak, Hasret Gültekin, Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen, Edibe Sulari gibi deyişler söyleyerek, Koray Kaya, Belkıs Çakır, Menekşe Kaya, Serpil Canik, Ahmet Özyurt, Huriye Özkan, Murat Gündüz ve Asuman Sivri gibi semah dönerek, Gülender Akça gibi halk oyunları oynayarak, araştırarak, Mehmet Atay gibi hakikatin fotoğraflarını çekip sergileyerek, Sehergül Ateş gibi geleceğe umutla bakarak ve hak temelli mücadele ile toplumsal hafızanın arşivlerini açarak, Sivas davasında gönüllü hukuksal mücadeleyi güçlendirerek, Pir Sultan Abdal’ın duruşuyla siyasal mücadeleden taviz vermeden, PSAKD, ABF ve AABK gibi ulusal ve uluslararası gücünü kullanarak toplumsal sessizliği bozmalı ve devleti inkârdan vazgeçirmelidir.

Çünkü, Sivas Katliamı’nın 25. yılında Madımak’ta yitirdiklerimize, yakınlarına ve toplumsal vicdana, adalet borçluyuz.