Devlet olmak
Fotoğraf: DepoPhotos

Diş Hekimi Dr. Hüseyin Özkahraman

Bizim kuşak ne de çok korkardı jandarmadan ve polisten. Devletin elinin sopalı olduğu söylenirdi bize! Keza jandarmaya karşı durmak da devlete başkaldırı demekti. Çocukluğumuzda yaramazlık yaptığımızda, annemiz bizi jandarmaya, polise vereceğini söyleyerek korkuturdu. Aslında onlar da korkuyordu. Çünkü devlet adına hareket ettiğini iddia edip, kendini devletin üstünde görenlerden çok çekmişlerdi. 1950’lerde eli sopalı, kanlı katillerin vahşetine tanık olmuşlardı.

Onların yaşadıklarının daha kötülerine, 12 Mart, 12 Eylül darbelerine tanık olduk. Karşı koyduk tüm gücümüzle, çünkü insan olmanın gereğiydi, kötülüğe direnmek. Öldürüldük, sürüldük ya da Metris, Mamak, Diyarbakır başta olmak üzere memleketin hapishanelerine çeşit devlet yapılarını öğrenmiştik: Halk demokrasisini savunduğunu ileri süren Marksist devlet, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeleri sömüren emperyalist kapitalist devletler, çoğulculuğu savunan Avrupa tipi laik sosyal hukuk devletleri, Ortadoğu ve Afrika’da bir kabile ya da tek adam tarafından yönetilen otokratik devletler ve bir de bizim durumumuzdaki, belli aralıklarla faşizme teslim olan cumhuriyetler.

Marksist devlet halk demokrasini savunduğunu iddia ederken, kapitalist devlet emperyalizmin jandarmalığının en zalim halidir ve hakim sınıfların iktidarlarına hizmet eder. Marksist devlet mutlak suretle sınıfsız toplumu hedefler. Ezenin ve ezilenin olmadığı toplum onun idealidir. Üretim araçları toplumun ortak malıdır emek sömürü çelişkisi olamaz. Aslında devlet mekanizması Antik Yunan’dan beri vardır ve var olmaya devam edecektir. Çünkü, toplumun en örgütlü yapısı olan devletin yokluğunda kaos ve kargaşa hüküm sürer. Hangi sistemde olursa olsun, en ideal toplumlarda bile devlette denetim mekanizması yeterince iyi kurulmamışsa sorunlar baş gösterir ve devlet bir yıkım devletine dönüşür tıpkı SSCB de olduğu gibi. İnsanlık tarihi dünden bugüne ve yarınlara daha iyi bir yönetim şeklini bulana dek bu mücadele sürüp gidecektir.

Bugün için konuşmamız gereken, özellikle bizim gibi demokrasinin kendi iç dinamikleriyle gelişmediği sömürge tipi ülkelerde otokrat yönetimlerin ağır bastığıdır. İnsan hayatının hiçe sayıldığı yoksulluk ve yolsuzlukların zirve yaptığı geri bıraktırılmış ülkelerde devlet aygıtı eğer kötü adamların yönetimi altındaysa kargaşadan çıkmak zordur. Elbette toplumun en örgütlü yapısı olan devlet halkın güvencesidir. Ne yazık ki, ülkemizdeki tek adam; hesap vermiyor, adaletsiz davranıyor, muhalifleri düşman belliyor, kötü gelişmeleri dış güçlere, iyileri kendine mal ediyor.

Doğal afet, ülkenin devletsiz kaldığını gösterdi. Can kayıplarının yüzbinlere ulaşacağı öngörülen Türkiye’de hala ölümler üzerinden siyaset yapılırken, dünyada “Hepimiz Türk’üz hepimiz Türkiyeliyiz” manşetleri atılıyor ve ülkemizin yardıma koşuyor. Halk kenetlenmiş bir şekilde dayanışma gösteriyor. Ancak, devlet sarayında oda değiştirip, ölü ve yaralı sayısı veriyor…

Devletin bütçesi, kendi kurum ve vakıflarınca iç edilmiş, beşli çeteye peşkeş çekilmişken, muhalif belediyelerin “deprem” feryatları duymazdan gelinmiş. İmar affıyla, denetimsizce verilen ruhsatlarla bugünü inşa etmişlerdir.

Yasama, yürütme ve yargının tek elde toplanıp, kuvvetler ayrılığının olmadığı bu yönetimde aklını, beynini, kalemini satan medya soytarıları üç maymunu oynamayı sürdürüyor, ne yazık ki.

Sağlıklı işleyen demokrasilerde kurallar ve kurumlar vardır ve denge denetim devamlıdır. Terazinin ibresi bozulduğunda, devlet ve düzen sarsılır. Bu nedenle, olağanüstü hali fırsat görerek, seçim güvenliğini kendi güvenliğine dönüştüren, bu ceberut iktidara karşı koymak insanlık borcudur. Halk, haklarını savunan, uğrunda mücadele edenlerle kucaklaşmalıdır.

Ülkemizin böyle bir potansiyeli ve birikim vardır ve buna önderlik edecek hak, hukuk, adalet uğruna ben halkımın kavgasındayım diyen Kemal Kılıçdaroğlu vardır. Her şeyimizi kaybettiğimiz ülkemizde, onurumuzu ve özgürlüğümüzü kaybetmemek için zulme karşı mücadele edelim…

Her zaman ve daima…