90’ların başında Nusaybin’de Hizbullah adı altında bir oluşum ortaya çıktı

“90’ların başında Nusaybin’de Hizbullah adı altında bir oluşum ortaya çıktı. Örgütün tetikçiliğini yapanların beşi ilkokuldan sınıf arkadaşım. Mardin bölgesinde 1991’de ilk faili meçhul cinayeti gerçekleştiren Mehmet Ata Zengin de sınıf arkadaşımdı. Zengin, Hüseyin Velioğlu’nun korumasıydı. Bu kişilere İslami bir gömlek giydirerek Hizbullah adını verdiler. Aslında hepsi ‘Hizbulkontra’ydı. Örgütün temeli 1982-1984 yıllarında atıldı. İnsanları dualara, ibadetlere, mevlitlere çağırıyorlardı. Camide sohbetler düzenliyorlardı. Katılmayanları kamçıyla, zincirle döverek korkutuyorlardı. Biz gitmeyi kabul etmeyince tepkilerini çektik. 1993’de amcam Tahir Demir öldürüldü. Caminin önünden geçerken, camiden çıkan üç Hizbullahçı amcamı vurdu. İlkokuldan sınıf arkadaşlarım Mehmet Salih Tatlı, Musa Kaya, Muzaffer Yıldırım, Abdülvahap Küçükaslan da aynı şekilde öldürüldü. 1993’te bir gün ağabeyimle demir doğrama atölyemize gittiğimizde, içeride bir bez parçası gördüm. Üzerinde ‘Bir kurşun da sana bıraktık, zamanı gelince kullanacağız’ yazıyordu. Mektuptan sonra Nusaybin’i terk ettim, Dargeçit’e gittim. Ağabeyim evliydi, eşi hamile olduğu için onu bırakıp gelemedi. İki ay sonra da ağabeyimin ölüm haberi geldi. Azat Duman ve Adnan Aktaş, ağabeyimi atölyede çalışırken vurdu. Tetikçiler yargılanıp ceza aldı ama asıl emri verenler mahkemeye bile çıkmadı.”

Mardinli Velat Demir, yaşadıklarını üç yıl önce yaptığımız söyleşide böyle anlatmıştı. Velat’ın anlattıkları, Hizbullah’ın kısa bir özeti.

12 Ekim 1995 tarihli Meclis komisyonu raporuna göre Hizbullah’ın ortaya çıkışı (Hizbullah Mardin grubundan Ubeydullah Eren’in ifadesine dayanarak) şöyle anlatılıyor: “...bölgede PKK’nin tek hâkim güç olması ve bölgede İslam’a ters düşen komünist bir Kürdistan devleti kurmaya çalışması, bu bölgede yaşayan Müslüman insanlara ve kendi gibi düşünenlere ters geldiğini ve durumu kabullenemediklerini...”

Tam da rapordaki ifadeyle “Hizbullah PKK’ye karşı savaş sürdürdüğü” için, örgüte 2000’deki operasyona dek dokunulmadı. Birkaç tetikçi yakalansa da kadroları dağıtılmadı, finans kaynakları kesilmedi. Memleket de Hizbullah’ı 17 Aralık 2000’de Beykoz’daki operasyonla tanıdı. Toplu mezarlar, bodrumlardaki ölüler, domuz bağıyla öldürülmüş cesetler ortaya saçıldı. O güne dek, yaklaşık 10 yıl boyunca, Batman başta olmak üzere Kürt illerinde muhalifleri sokak ortasında vurdular.

Devletin işlevi sadece “göz yummak” değildi, ucu Susurluk’a dayanan kayıp silahlar olayının da Hizbullah’la bağlantılı olduğu, Batman’da “kaybolan silahların” örgüte verildiği, örgüt üyelerinin devlet tarafından paramiliter güç olarak eğitildiği iddia edildi. Devlet kendi suçunu ortaya çıkarmayacağı için bu iddiaların hiçbiri araştırılmadı, aydınlığa kavuşmadı.

JİTEM’ci Cem Ersever’in avukatı Emin Emir, örgüte düzenlenen operasyondan beş yıl sonra her şeyi açıkça anlattı: “Ersever bana, (Hizbullah lideri) Hüseyin Veliğlu’ndan (özellikle 1989-1990 yıllarında) PKK’yla ilgili bilgiler aldığını anlattı. Hizbullah’ı seviyordu, sempatisi vardı. ‘Bu arkadaşlar vasıtasıyla soruşturma yapsam, Güneydoğu’daki bazı cinayetlerin faillerini öğrenebilirim. Ama ölenler zaten PKK’lı. Özel bir gayret göstermeye gerek yok. Hizbullah, yapılması gerekeni yapıyor’ diyordu.”

Geçen Pazar, “Hizbullah basın bürosu” imzalı bir bildiri yayımlandı. Bildiride, “Hüda Par’ın hedef alınmasının bir savaş ilanı olduğu, misliyle karşılık verileceği” yazıyor. Yani yine “kendilerine tam da ihtiyaç duyulduğu anda” ses verdiler. Tesadüf mü?

Süleyman Demirel zamanında “Devlet bazen rutin dışına çıkar” demişti. Oysa kendisi de çok iyi biliyordu, bizim devletin rutininin bu olduğunu.