Bir an için birbiriyle çatışan, birbirine şiddet uygulayan çok sayıda topluluk ya da kabileden oluşan bir ortam düşünelim. Bu tür bir ortamda birlikte yaşamak belli ölçülerde şiddetten arınmayı gerektirir. Bu arınmayı yerel topluluklar müzakere edebilir(di). Ancak insanlık tarihinde sürecin pek öyle gitmediğini biliyoruz. Eğer bir düzen belli ölçülerde sağlandıysa, bu daha çok çatışan gruplar/kabilelerden birinin diğerlerine üstünlük sağlamasıyla olmuştur. Üstünlüğü sağlayan diğerlerine “bundan sonra benim kurallarıma uyacaksınız, şiddet uygulanacaksa, belli bir hukuk etrafında, onun sorumluluğu da bende olacak” deyip, bunu kabul ettirmesi devlet etrafında örgütlenen bir toplumsal yaşamı olanaklı kılmıştır.

Bu sürecin belli bir noktasında şiddeti kontrolüne alan ve meşru sınırlar içinde kullanan kesime devlet denirken, geriye kalanlar toplumu oluşturmuştur. Toplumun şiddetten arındırılarak pasifize edilmesi aynı zamanda bir uygarlaşma süreci olarak tanımlanmıştır.

Ne devlet ne de uygarlaşma sürecinin sorunsuz ve lineer geliştiğini söylemek mümkün değil. Bugün bu konuda paradigmasını dünyaya dayatan Batılı ülkelerin devletleşme ve uygarlaşma süreçlerine şöyle bir bakmak yeterli. Bir çok noktada, bu ülkelerin devletlerinin hem içerde, hem dışarıda şiddeti meşru kabul edilen sınırların çok ötesine geçerek, milyonların yaşamına mal olacak biçimde kullandıklarını, zaman zaman ırkçılık, ayrımcılık biçimini almış şiddet uygulamalarının toplumsala alanda da karşılık bulduğunu biliyoruz. Dikkat çekici olan bu tür çöküş ve dağılma eğilimlerinin hep toplumsal mücadelelerin gerilediği dönemlere tekabül etmesi.

Bu karmaşık devlet oluşumu ve uygarlaşma serüvenini birçok yönüyle sorgulayabiliriz. Ancak bugün bu sorgulamanın acilen bu topraklar için yapılması gerekiyor. Türkiye’de devletin tekelindeki şiddetin kullanımının meşruluğu meselesi hep bıçak sırtı bir mesele olmuştur. Ne var ki devlet aygıtını ele geçiren AKP iktidarının şiddeti meşru olmayan biçimde kullanma biçimi önceki iktidarlara nal toplatmıştır.

Bu süreç 7 Haziran seçimleri sonrasında çok daha dramatik bir hal aldı; hukuksuz ve gelişigüzel şiddet devlet aygıtı aracılığıyla ülke sınırlarını da aşarak hızla yaygınlaşıp, derinleşiyor. Vahim olan şiddetin gelişigüzelleşmesinin toplumsal alanda da karşılık bulmaya başlaması. Şiddetin yaygınlaşması ise devleti yozlaştırmakla kalmayıp, toplumu bir arada tutan bağları da zayıflatıp, kopma noktasına getiriyor.

Buradan çıkışı devlet şiddetini gelişi güzel kullananların gösteremeyeceği açık. Çözüm toplumun içinde devleti yeniden tanımlayacak şiddete dayalı bir yeni denge arayışı da olamaz. Bugün şiddet araçlarının gelişmişliği dikkate alındığında çok daha kanlı biçimde başa sarmak demek.

Unutmayalım bugünlere bizi toplumsal mücadelenin gerilemesi getirdi. O zaman buradan çıkışı toplumsal mücadelenin yükseltilmesi sağlayacak. Şimdi görev toplumun, devlet hikayesinin başında başarılamayanı bugün başarmak gerekiyor; şiddete karşı, özgürlüğün, eşitliğin, kardeşliğin ruh ve diliyle direnip, yeni bir toplum sözleşmesinin kurucu iradesi olmak. Şiddeti boşa düşürerek, toplumsal mücadeleler tarihinin ve bu toprakların özgün birikiminin boşuna olmadığını göstere göstere..