Kanlı Pazar, Çorum, Maraş katliamları ve daha pek çok kişinin katledilmesi de kuşkusuz devletin Soğuk Savaş’ta kendini konumlandırma biçimi ile ilgiliydi

Devlet ve terör eylemleri

İLKER CİHAN BİNER / ilkerbiner@gmail.com

‘Barış İçin Akademisyenler İnsiyatifi’nin başlattığı imza kampanyası iktidar ve çevresi tarafından terör propagandası sayıldı. Beyazıt Öztürk’ün televizyon programına bağlanan Ayşe öğretmenin ‘çocuklar ölmesin’ söylemi bile iktidar ve çevresi tarafından terör propagandası sayıldı. Dahası Tahir Elçi çıktığı bir tv programında terör kavramına dair sarf ettiği sözlerden dolayı hakkında davalar açılmış, hedef gösterilmiş ve sonunda katledilmişti.

Buna karşılık iktidar ve iktidara hizmet eden çeşitli paramiliter grupların gerçekleştirdiği teröre lanet mitingleri ya da Cumhurbaşkanı ve Başbakan tarafından terörle mücadele için verilen o büyük sözler…

Terör kavramı her yerde ama kavramın içeriğini konuşan ya da yazan az. Kavramın içinin boşaltılması beraberinde ciddi tehlikelere yol açabiliyor. Sayısız insan politik meselelere dair görüş bildirdikleri için terörist damgasıyla hakkında davalar açılıyor ya da çeşitli medya organları tarafından hedef gösteriliyor.

Kavramın içinin boşaltılması esasen ABD’de Ronald Reagan dönemlerine rastlar. Reagan uluslararası teröre karşı savaş ilan ettiğinde kafalarda başka bir terör kavramı oluşmuştu. Terör eylemi gerçekleştiren ‘onlar’, Amerikan ulusu ‘biz’ vurgusu ile verilen mesaj kavramın içini boşaltmaya yetti. ‘Onlar’ kim sorusu ise terör kavramının ABD yasalarında düzenlenmesiyle iyice açığı çıktı.

‘Onlar’ ABD dışında kalan herhangi bir örgüt ya da oluşumdur. Terör kavramının ABD yasalarındaki tanımında devlet terör kavramının tamamen dışındadır.

ABD Dışişleri Bakanlığı ve CIA’in raporlarında terör kavramı şöyle tanımlanır: ‘ulus-altı gruplar veya gizli ajanlar tarafından, gayri-muharipler hedef alınarak gerçekleştirilen kasti ve siyasi bir şiddet eylemidir.’ (1)

Bu tanımda terör eylemi yalnızca ‘ulus-altı gruplar’ ve ‘gizli ajanlar’la sınırlı tutulmuştur. Yani devlet terör kavramının dışında kalmıştır. FBI ise federal yönetmeliklerde yer alan terörizm tanımına başvurur. Buna göre terörizm ‘bazı siyasi veya toplumsal gayelerle, hükümeti, sivil halkı veya belli bir kesimi sindirmek veya baskı altına almak için, şahıslara veya mallara karşı hukuk dışı güç ve şiddet kullanılmasıdır.’ (2) Tanımda ‘hukuk-dışı’ ifadesinin gizli bir yanı var. ‘Hukuk-dışı’ ifadesi de devlet organlarının görevlerini yerine getirirken hukuka uygun olarak yerine getirilmesinin devlet terörü olmadığı gibi bir izlenim bırakır. (3) Bu tanımda da terör tamamen devlet dışındadır.

Türkiye’de de terör kavramının tanımı yine devleti kavramın dışında tutar. ’90 ların başında düzenlenen ‘Terörle Mücadele Kanunu’nda terör kavramı şöyle düzenlenmiştir: ‘Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.’

O halde şu soruyu sorabiliriz: Devlet terör eylemi gerçekleştiremez mi?

Soruyu ABD ya da başka bir devlet düzleminde de düşünebiliriz ama soruyu daha çok Türkiye düzleminde düşünme adına sordum.

Türkiye’nin özellikle NATO’ya üye olmasıyla başlayan dönemlerde kendini Soğuk Savaş’ta konumlandırması; Komünizmle Mücadele Derneği gibi örgütlenmeler, dönemin faşist ve İslamcı akımlarının sol örgütlere karşı güçlendirilmesi, silahlandırılması, Özel Harp Daireleri gibi uzantılarla vücut buldu.

Kanlı Pazar, Çorum, Maraş katliamları ve daha pek çok kişinin katledilmesi de kuşkusuz devletin Soğuk Savaş’ta kendini konumlandırma biçimi ile ilgiliydi. Kendi halkını Soğuk Savaş’taki konumundan dolayı kontrol altına almak isteyen devlet bunu kendi içindeki taşeron güçlerle (faşist, İslamcı akımlar ve onların uzantıları) yapmıştı.

Tüm yaşanan bu şiddet olayları 12 Eylül 1980 darbesiyle sonuçlandı. ’80 darbesiyle oluşturulan kamuoyu devletin anarşiye yönelik misillemesi yönündeydi. Böylelikle devletin paramiliter grupların aracılığıyla gerçekleştirdiği tüm eylemler örtpas edildi, misilleme ön plana çıkarıldı ve solculara karşı öfke körüklendi. Alpaslan Türkeş’in o dönemlerde ‘fikrimiz iktidarda, kendimiz içerdeyiz’ söylemi boşuna değildi.

’90 lara baktığımızda ise Kürd coğrafyasında sayısız faili meçhul ve karanlık cinayete imza atan JİTEM adlı yapının serbest bırakılması ‘terörle mücadele’ olarak sunuldu. O dönemlerde terör korkusu körüklendi, toplumun zihninde savaş normalleştirildi ve tüm olan biten silahlı kuvvetlerin terör suçlarını bastırmak için misilleme yapması olarak sunuldu. Oysa 17 bine yakın insanın katledilmesi tam da bu politikaların sonucudur.

Devletin Kürd coğrafyasındaki uyguladığı bu politikalar tam gaz devam ediyor. Geçtiğimiz aylarda Şırnak, Cizre, Silopi, Nusaybin ve Dargeçit’te abluka ve sıkıyönetim süresi boyunca üç aylık bir bebek, anne karnındaki yedi aylık bebeğinde bulunduğu 77 kişi katledildi. Şimdilerde geçmişte olduğu gibi bütün bu şiddet zinciri devletin savunması, vatan savunması ya da teröre karşı savaş olarak sunuluyor.

Gezi direnişinde onbinlerce masum insana atılan biber gazı ve gaz bombalarının faiz lobisiyle mücadele ya da devlete karşı darbe diye sunulduğunu da ekleyelim.

Yukarıda sorduğum soruya artık geri dönebiliriz: Devlet terör eylemleri gerçekleştiremez mi? Sorunun yanıtı yukarıda bahsettiğim şiddet olaylarında gizli.

1) Güçlünün Silahı (Amerikan Devlet Terörü Üzerine Söyleşiler)-Cihan Aksan ve Jon Bailes Syf.13 Metis Yayınları

2) ve 3) Güçlünün Silahı (Amerikan Devlet Terörü Üzerine Söyleşiler)-Cihan Aksan ve Jon Bailes Syf.14 Metis Yayınları