‘Devletin bekası’ndan İslamcılığa savruluş!

SERHAT HALİS

Mazzini gibi istisnai örnekleri dışında milliyetçilik sağcı bir ideolojidir. Bunu bilmek için siyaset biliminin derin dehlizlerinde kaybolmaya gerek yok. Elbette yekpare bir milliyetçiliğin varlığı söz konusu değil. Yurtseverlik gibi görece daha soft formlarından şovenizme kadar uzanan geniş bir yelpazede at koşturan bir düşünce bu. Modern sağcı bir ideoloji olarak milliyetçilik, bu yelpazedeki fikirlerin hepsini ortak bir damarla besler.

Modern sağcı ideolojilerin üzerinde hemfikir oldukları belirgin ortaklıklarından biri de devleti kutsamış olmalarıdır. Milliyetçilik de devleti kutsayan, ona ulvi ve değişmez bir karakter atfeden yapısıyla bu ortaklığın en önemli aktörüdür ve kimi uç örneklerinde devletin tanrısallığına yapılan atıflarla karşılaşmak işten bile değildir.

Tam da bu noktada milliyetçiler arasında da belirli bir düşünsel ayrımın varlığından bahsedebiliriz. “Devlet” ve “millet” arasında kurulan kopuksuz bağda, daha rasyonel düşünebilen milliyetçiler devletin millet için var olduğunu; bu bağlamda milletin refahı için bir araç olduğunu ileri sürer. Rasyonel düşünme yetilerini tamamen kaybetmiş olan daha sağ milliyetçiliklerin ise; milleti bir araç, devleti amaç haline getirdikleri görülür.

Burada artık “devletin bekası”, halkın refahından ve mutluluğundan daha önemlidir. Bekası, her ne olursa olsun savunulacak devlet; halkı yoksulluk içinde bırakabilir, özgürlüklerini kısıtlayabilir, laikliği, demokrasiyi ya da temel insan haklarını ayaklar altına alabilir. Bunların hiçbiri, devletten daha kıymetli değildir artık. Şöyle bir düşünün, çevrenizde bu tipte pek çok insan olduğunu fark edeceksiniz.

Devletçi Paranoya: Dış Güçler Edebiyatı

Burada gördüğümüz devletçi paranoya, ülkenin her an dış güçler tarafından işgal edileceğine inanan insanlar yaratır. Bu paranoyaya şovenist güdüler de eklemlenince iş trajikomik bir biçimde çığırından çıkar. Artık tüm dünya onlara karşıdır, onları yok etmek için pusuda bekleyen dış güçler ve iç hainler vardır. Böylelikle devletçi paranoya, dış güçler fobisi etrafında şekillenen bir şizofreniye döner.

Özellikle askeri okullarda yetişmiş bireyler, küçük yaştan itibaren tüm dünyanın kendilerine düşman olduğu fikriyle yetiştirilir. Türkiye’de ve cihanın diğer ülkelerindeki askeri eğitimin temel mottosunu bu oluşturur. Zira elinde çekiç olanın tüm meseleleri çivi görmesi eşyanın tabiatı gereğidir.

Serhat HalisSerhat Halis

İslamcıların Dış Güçleri, Gayrimüslimler

İslamcı sağcı iktidarlar egemenliklerini, “İslam düşmanları” söylemiyle sürdürülebilir kılmaya çabalar. Özellikle Hıristiyan ve Yahudi düşmanlığı bu gibi iktidarların politikalarına yön veren temel bir manivelaya dönüşür. Bu yönüyle güçlü bir “gâvur edebiyatı”, “ecnebi karşıtlığı” ve “Yahudi düşmanlığı” kendini sıklıkla gösterir.

Muhafazakâr sağcı ideolojiler İslam coğrafyasında dış güçler belagatiyle Hıristiyanlığı ve Yahudiliği imler. “Dış güçler”, kitleleri manipüle etmek için uygun bir propaganda aracına dönüşür.

Türkiye gibi ülkelerde milliyetçilik ve dincilik genel bir eğilim olarak ortak bir ideolojik potada buluşur. Türk-İslam sentezi de denilen bir hamurla pişerler. İyi Parti milletvekili Yavuz Ağıralioğlu’nun Türklük ve İslam arasında kurduğu özdeşik ilişkiye dair açıklamaları bu gerçeğin bir sonucu olarak belirir.

Devletçi sağcılıktan İslamcı sağcılığa savruluş

Bu yüzden “İslamcı sağcılık” ile “devletçi sağcılık”, zamanın bir anında birleşebiliyor. AKP ve MHP ittifakı bunun tipik bir göstereni. Ancak bundan daha ilginç ve kimileri için şaşırtıcı olan, Kemalist cenahtan insanların İslamcıların saflarına geçmesi olarak beliriyor.

Zira devletin kutsiyeti ve dış güçler paranoyası ile hemhal bir ideolojiden gelen bireyler; bu noktada artık insan hakları, laiklik, demokrasi gibi ilkeleri, dış güçler karşısında anlamsız buluyor ve bir adım sonrasında bu ilkelerden bahsetmenin dış güçlerin oyunu olduğunu ileri sürüyorlar.

Bu nedenle dış güçler paranoyasına saplanmış ve dozajı yüksek bir devletçilik ideolojisinin tesirindeki bireyler; hangi siyasal kökenden gelirse gelsin, iktidarın dış güçler propagandasına teslim olma eğilimi gösteriyor.

Bu kontekstte Şener, Perinçek, Feyzioğlu, Cevizoğlu gibi isimlerin yön değiştirmesi şaşırtıcı değil. Bu isimlerin hepsinin ortak ideolojik ve politik karakterleri, bu şekilde hareket etmelerine neden oluyor. Bu açıdan bu istisnai örnek değil, tamamen siyaset biliminin yasalarına uygun olarak işleyen bir olgudur.

Bu olgunun son örneğini Mehmet Ali Çelebi’yle gördük. Dikkat edilirse diğer isimlerle aşağı yukarı aynı düşünsel hassasiyetlere sahip bir isim bu. Önümüzdeki aylar, benzer hassasiyetlere sahip isimlerin İslamcıların saflarına geçişine şahitlik edeceğiz.