“Demokrasi ve laiklik, milletin aklını ve dinini kemiren bir sığınak olmaya başlamıştır. Allah’ın hükümlerini terk edenler demokrasiden medet ummaktadır. Allah’ın değil de insanların hükmüne razı olmak, çağın en büyük hastalığıdır.”

Bu sözler, Furkan Vakfı’nın bu yıl içinde Adıyaman’da düzenlediği “Mü’minlerin İmtihanları” adlı toplantıdan.

Toplantıyla ilgili yasal işlem yapılmadı.

“IŞİD, büyük toprak parçasına sahip olmak isteyen diğer onlarca, yüzlerce askeri örgüt gibi bir askeri örgüttür… Hizb-ut Tahrir, ideolojisi İslam olan siyasi bir partidir. Siyaset işimiz, İslam ideolojimizdir.”

Bu sözler de Mart ayında Ankara’da miting düzenleyen Hizb-ut Tahrir’e ait. BirGün’den Hüseyin Şimşek’in haberine göre konferans, IŞİD’in de kendisine verdiği isim olan ‘İslam Devleti’ adlı sosyal medya hesabından yapılan duyurularla toplandı.

IŞİD’in eylemleriyle ilgili taktikler de veren Hizb-ut Tahrir, örgüte “Tebaanın işlerinde İslam’ı kapsamlı olarak uygulamalı, iç güvenliği sağlamalı ve dışsal saldırıyı da püskürtebilmelidir” mesajını verdi.

Örgüt, ‘hilafetin son başkenti’ dediği İstanbul’da da bu konferanstan dört gün önce sempozyum düzenlemişti.

Bu toplantıların hiçbirine yasal işlem yapılmadı.

Peki, yasal işlem yapılanların durumu ne?

İslam Devleti (IŞİD) üyeliği ve yöneticiliğiyle yargılanan yedi tutuklu sanık geçen Perşembe görülen duruşmada tahliye edildi.

Üstelik sanıklardan biri IŞİD’in Türkiye liderlerinden olduğu öne sürülen Ebu Hanzala kod adlı Halis Bayancuk. Star gazetesiyle söyleşisinde anlattığına göre, 2008 ve 2011’deki operasyonlarda El Kaide lideri olmak iddiasıyla, 2014’teki operasyonda ise IŞİD ve El Kaide lideri olmaktan yargılandı. Kendisi ‘paralel yapı’nın kumpasıyla bu suçlamalara maruz kaldığını iddia etse de ilk tahliyesinin ardından yaptığı ilk açıklamada, “IŞİD bizim Müslüman kardeşimizdir” dedi. İki yıl önce gözaltına alınırken de “Tağut (putperest) düzenin adamısınız, hepiniz kâfirsiniz. Şeriatla yönetilmeyen hiçbir devletin hükmü bizim için geçerli değildir” demişti.

IŞİD davasından tutuksuz olarak yargılanan Gökhan Bulut’un da aracında bomba bulundu. Ancak duruşmada “bombaların kiraladığı arabada bulunduğunu, kendisine ait olmadığını” söyledi: “Bombalar arabanın bagajında değil, motor kısmında bulundu. Oraya da birileri bırakmış. Bombalar bana ait değil. Zaten o davada silahtan ceza aldım. Örgüt üyeliğinden beraat ettim.”

Mahkeme de fazla üstelemedi.

O bombaların hâlâ adli emanette olup olmadıklarını ya da kullanılıp kullanılmadıklarını, kullanıldılarsa hangi saldırıda kullanıldığını bilmiyoruz.

Türkiye’den Suriye’ye, IŞİD’e kaçak yollardan militan yollamakla suçlanan sanık Asaad Khelifalkhadr da “Turizm işiyle uğraşıyorum” diye savunma yaptı.

Mahkeme ona da inandı.

Sanıkların hepsi serbest, İstanbul Adliyesi’nden tekbir getirerek çıktılar.

Soruşturma ve kovuşturma suçun kapatılmasına hizmet etti.

Olivier Roy, Küreselleşen İslam adlı kitabında, devletin radikal İslamcı örgütlerle imtihanına dair şunları yazıyor:

“…Paradoksal bir biçimde İslamcı dönem, iç siyasal alanı fiili olarak genişletip ideolojisizleştirerek bu devletleri güçlendirmiştir; İslami-milliyetçiliğe geçiş ise, yerleşik rejimler bu değişimleri kendilerine mal edemeseler ve bunların kurbanı olsalar bile, ulus-devleti rahatlatmaktadır. Yeni İslami radikalizm, ulusötesi bir hale gelerek devletlerin etrafından dolanmaktadır; yani artık onları doğrudan tehdit etmemektedir.”

Radikal İslamcı örgütle ulus devletin anlaşmalı stratejisi/ittifakı da, bize intihar saldırıları olarak geri dönmektedir.