Bu ülkenin gerçekten vicdanlı, sorumlu aydınları çok. İhtiyacımız olan fetvalarla şekil alan gerici bir eğitim karşısında bilimle, sanatla, düşünceyle büyüyecek aydınlık yeni kuşaklardır

Devletin sanatçısı olmak…

Zeynep Altıok Akatlı - CHP İzmir Milletvekili

Dünya aydınlık olsaydı, sanat olmazdı.
Albert Camus

Hatırlayacaksınız, kısa bir süre önce bir grup “sanatçı” AKP Genel Başkanı’nın doğum gününü kutlamak için saraya ziyarete gitti. Ertesi gün bütün “görevli” gazetelerde o fotoğraf vasıtasıyla sanatçıların devlet ve millet vurgulu “zeytin dalı” adı verilen operasyona “destek” mesajlarına geniş yer verildi.

Takip eden günlerde de “kültür” bakanlığı eliyle devlet MESAM’a kayyum atadı. Atanan heyetin başında doğum günü fotoğrafından çok önce en hafif tabirle hepimizi utandıran bir başka fotoğraf karesinde yine MESAM’a müdahale sürecinin baş aktörü Orhan Gencebay ile yan yana gördüğümüz Yavuz Bingöl’ün adını görünce şaşırmayı ya da üzülmeyi isterdim ama yadırgamadım. Beni şaşırtan Bingöl’ün “imla hataları Yavuz Bingöl’e aittir” dipnotu ile gazetelerde yayınlanan açıklaması oldu. Her nasılsa bu yüce görev Coşkun Sabah’a kaldı.

Aristophanes “Sanat ekmek peşinde koşarsa alçalır” diyor. Kimlerin yandaş kanal dizilerinde fahiş rakamlara rol kapmak için el etek öptüğü, kimlerin yandaş kanaldaki rolünü kaptırmamak adına rakı masasında rakıyı göstermemek için gösterdiği riyakarlık, yandaş kanallardan aldıkları kimlerin akça pakça boş Show programlarını korumak için özürler dilediği, kimlerin çocuk istismarı ile anılan vakıf yararına pembe gözlükleriyle maraton koştuğu, kimlerin “kadın evde oturmalı, erkek çalışmalı” diyerek iktidarın her geçen gün kadını yaşamın dışına iten anlayışını meşrulaştırdığı ortada. Biz sanatçıya düşen rol üzerinde duralım. Sanat icra edenle sanat üreten arasındaki fark sanatçının muhalifliği ve toplumun ilerlemesi adına sunduğu katkı, yüklendiği sorumluluktur. Muhalif olmak yıkıcı olmak, şikâyet etmek anlamına gelmez. Sanat aracılığı ile daha iyinin peşinde olmak, toplumsal farkındalığı sağlamak, yeri geldiğinde elini hatta gövdesini taşın altına koymak demektir. Kendi yaratım gücünü sanatının kapsayan, kucaklayan erişim gücüyle buluşturan kişidir sanatçı. İyilik, iyileşme, ilerleme peşindedir. Bu nedenle sanatçının savaşı güzellemesi değil barışı öncelemesi beklenir. Tolstoy “Sanat; düşünebilen, gerçeği görebilen, toplumu anlayabilen insanların işidir. Ahlaksızlığın meşrulaşmasına zemin olamaz” der.

Tam da bu noktada o fotoğraf gelip dikilir karşımıza. O karede yer alanlardan Hülya Koçyiğit’in “Bu ülkede kimse baskı altında değil, bilakis herkes fazla özgür. Yaptıklarından dolayı bir gün herkes Erdoğan’ı takdir edecek” sözleri, Yavuz Bingöl’ün Erdoğan’ın duygusal bir adam olduğunu belirterek “Sokaklarda, ölmüş annesine küfredildiği zaman ertesi gün o da Berkin Elvan’ın annesini yuhalattı. Bu çok insani bir şey” demesi, Orhan Gencebay’ın “Devlete karşı gelmek olur mu?” sözlerinin ardından “Gerçek Alevilik Türklüğün özünde vardır. Gerçek Alevilere saygılıyım” açıklaması Tolstoy’un söz ettiği ‘toplumu anlayabilme’, bu ülkede yaşananları, ‘gerçeği görme’ ve ‘düşünme’ olgularından ne kadar uzak değil mi?

Sistemli yozlaşma
İşte bir süredir sistemli bir yozlaşmaya itilen; düşünmeyen ama itaat eden, sorgulamadan Cumhuriyet’i feda edecek rejim değişikliği lehine oy verecek kitleler yaratmak için popüler kültürle kuşatılan toplum için iktidarın yandaşı olan bir grup “sanatçı” ve “ötekiler” üzerine düşündürüyor o fotoğraf beni. Babamın 28 Haziran 1993’te, yani yobazlarca yakılarak öldürülmesinden tam 4 gün önce yayınlanan yazısında değindiği 4 maymun tanımını hatırlatıyor tüm bunlar bana.

“Bu dördüncü maymunun gözü de, kulağı da, ağzı da açıktır. Çünkü yaşadığımız dünyada ve yurdumuzda olup biten hiçbir şey onun keyfini kaçıramaz. Dahası olup biteni özel yaşamını zenginleştiren bir malzeme olarak kullanır. Acılı olayları bile sinsi bir keyifle karşılar. Aslında yeteneksiz ve kıskançtır. Ama bunu ustaca gizlemesini bilir. Çevresindekileri küçümsemeyi âdet haline getirmiştir. Hiçbir işin ucundan tutmaya yanaşmaz. Her fırsatta kültürünü sergilemeye bayılır. Konuşurken bildiği yabancı dile başvurur sık sık. Son olarak şunu söyleyebilirim; bir zamanlar yapısalcıydı, şimdi postmodern. Eh, böylesinden neyin hesabını soracaksınız? Çok yaşa sen dördüncü maymun!”*

Metin Altıok’un bıraktığı yerden alıp 90’lardan günümüze getirirsek, bir zamanlar “yetmez ama evetçi” şimdilerde ise “vurdumduymaz”, “neme lâzımcı” ve bir kısmı yoz ve tüm varoluşunu şöyle ya da böyle popülerliğe borçlu, bir kısmı aymaz ve en kötüsü işbirlikçi olan sanatçılara, aydınlara varıyor sözümüz.
devletin-sanatcisi-olmak-440274-1.
Ülkeniz açıkhava hapishanesine dönecek, gençleriniz, çocuklarınız öldürülecek, en ufak bir sosyal medya eleştirisi yapan en hafifi Recep Tayyip Erdoğan’a hakaretten yargılanacak, daha ağır eleştiren KHK ile ihraç edilecek, hapse atılacak, barış isteyen herkes terörist ilan edilecek ve siz bir sanatçı olarak susacaksınız. “Gerçek aleviler” sözünün “Alisiz Aleviler” tanımından ya da “Aleviler camide ibadet etsin” talimatından bir farkı yoktur. Alevilik, Kürtlük üzerinden sadece ayrımcılık yapılmaz bu ülkede. 2005’te “Türkler bu topraklarda 30 bin Kürt, 1 milyonun üzerinde Ermeni’yi öldürdü” sözleri üzerinden dünya görünürlüğü sağlayıp Nobel Barış Ödülü alanın; Nuriye ile Semih ölümün kıyısındayken sus pus olduğu, o bahsettiği Kürtleri temsil eden milletvekilleri, belediye başkanları tutuklanırken ağzını açmadığı, gazetecilerin özgürlüğü için dünya gözlerini bize çevirerek kendisine sorular yönelttiğinde ise “650 sayfa kitap yazdım bana Erdoğan’ı soruyorlar” diye sızlandığı ülkedir burası. Sivas Katliamı unutulmasın, başka Sivas’lar yaşanmasın diye emek veren Genco Erkal ve Fazıl Say kendisini Sivas 93 belgesel tiyatro eseri galasına davet ettiğinde, “Orada bulunmam ideolojik olarak doğru olmaz” diyecektir Orhan Pamuk.

Bir zamanlar 1300 imza ile verilen Aydınlar Dilekçesi’ni kaleme alan Aziz Nesin’in Sivas’ta yakılmak istenmesi, imza veren Uğur Mumcu’nun faili meçhul bir cinayetle kurban edilmesi tesadüf değildir elbet. O dilekçede ismi olan Korkut Boratav’ın yıllar sonra Barış İmzacıları için de direnişin en önünde oluşu, Turgut Kazan’ın bugün de haklının yanında yer alarak tüm insanlık suçları ve haksızlıklar için mücadeleyi yılmadan sürdürmesi, gerçek aydının statükoya teslim olmayan bilinci ve ahlakıyla açıklanabilir ancak. Bülent Tanık, Güngör Dilmen, Gencay Gürsoy, Vedat Türkali, Vecdi Sayar, Onat Kutlar, İlhan Selçuk, Berna Moran, Atıf Yılmaz, Erdal Öz’ün aralarında olduğu aydınları yargılayan 12 Eylül faşizminin bir benzeri ile karşı karşıya olduğumuz şu günlerde OHAL karşıtı metne imza veren 170 sanatçı Erdoğan gözünde “sözde sanatçı”dır, oyunları, eserleri yasaklanacak, toplatılacaklar listesinde yer almalıdır. Rakel Dink’in “Bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulayalım” çığlığını duymamış olabilir mi? Gülriz Sururi, Tilbe Saran’ın bir oyununu izlememiş olabilir mi? Erdoğan Aydın ve Zeynep Oral’ı okumamış, Suavi’yi dinlememiş olabilir mi? Bu bakışla kendisi duymadığı için Leyla Gencerleri, Ulvi Cemal Erkinleri, Necdet Remzi Atakları yok sanıyor olabilir tabi. Ancak “emri ben verdim” diye böbürlendiği vurulan, yok edilen “yiğitler, aslanlar” için Nazım’ın şiirini besteleyen Zülfü Livaneli’yi duymamış olabilir mi? “Kendi kültürel iktidarımızı yaratamadık”, “Cumhuriyet dünyaca ünlü gitarist yetiştirememiştir” cümlelerinin sahibi bu ülkede her şeyin tek otoritesi olma yolunda elbette kimin gerçek sanatçı olduğunu da belirleyen tek kişilik jüridir. Onun kültürel dünyasının şakşakçıları zulmünü temize çekme göreviyle doğum günü kutlaması yapanlardır. Onun “yeni Türkiye”sinde dünya çapında sayısız ödül sahibi Fazıl Say’ın eserleri CSO repertuarından çıkarılmalıdır. Dünya festivallerinin aranan ismi piyanist, orkestra şefi İbrahim Yazıcı ülkemizi temsil ettiği konserlere gidemesin diye pasaportuna el konulmalı, İzmir Operası’ndan ihraç edilmelidir. Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay hapis yatmalıdır. Evet, doğrudur. “Türkiye hiç bu kadar özgür olmamıştı.” Yıkım, kıyım, talan, yalan, cinayet, tecavüz, istismar, zulüm, şiddet özgürlüğü almış başını gidiyor.

Devletin özgür sanatçıları!
Devletin sanatçıları da alabildiğine özgür. “Yerli ve milli” Türkiye’nin özgürlükleri İvana Sert tescilli. “İnsanlar ölmesin, çocuklar ölmesin. Analar ağlamasın” diyen pırıl pırıl bir öğretmen, Ayşe öğretmenimiz barış istediği için bu özgürlükler ülkesinde 6 aylık bebeği ile birlikte hapse girecek! Sözde değil özde sanatçılardan Beyaz ise show’una devam ediyor hâlâ! Vicdanı sızlamadan dilediği özrün ekmeğini yiyor. Her nasılsa kutlamaya gitmemiş.

Bu ülkenin gerçekten vicdanlı, sorumlu aydınları çok. İhtiyacımız olan fetvalarla şekil alan gerici bir eğitim karşısında bilimle, sanatla, düşünceyle büyüyecek aydınlık yeni kuşaklardır. Umudumuz ise sözü, fikri susturulamayan aydınlarımız ve onların ışığıyla yetişmiş Ayşe öğretmenlerimiz, Saadet öğretmenlerimiz, hamile bırakılan çocuklar için ses veren yürekli İclâl’lerimizdir.

Yine Tolstoy ile bitirelim. “Sanat, şiddeti ortadan kaldırmalıdır, yalnız o yapabilir bunu.” Barış için seslenelim, barış istemeye devam edelim ki Ayşe öğretmenimiz ve minik Deran hapsi girmesin! İnsanlarımız sahiden özgür olsun.

*Metin Altıok Dördüncü Maymun / Şiirin İlk Atlas�� – Kırmızı Kedi Yayınevi