Devletin yüz yıllık kodları ve gazetecilik

FATİH POLAT
Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni

Cumhuriyet döneminin henüz ilk yıllarıdır. Hükümet, kendisini dinsel biçimler altında ifade eden bir Kürt isyanı olan Şeyh Sait İsyanı’nı gerekçe göstererek 4 Mart 1925’te Meclis’ten Takrir-i Sükûn Kanunu’nu geçirir.

Ancak, dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün iki yıl için çıkarılmış olan Takrir-i Sükûn Kanunu’nun uzatılması için Meclis’te yaptığı konuşmada itiraf ettiği gibi “Asıl tehlike memleketin genel yaşantısında meydana gelen karışıklıktı, anarşik durumdu” diye görülüyordu ve bu kanun da muhalefetin bertaraf edilmesi için en sert yöntemlere başvurulması biçiminde uygulandı.

İstanbul’da yayımlanan “Tevhid-i Efkâr”, “Son Telgraf”, “İstiklâl”, “Orak-Çekiç” gazeteleri ile “Aydınlık”, “Sebilülreşat” dergileri, Bursa’da yayımlanan “Yoldaş” gazetesi Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılarak sorumluları tutuklandı.

Türkiye’nin ilk profesyonel kadın gazetecisi olan Sabiha Sertel, anılarında o günleri şöyle yazdı: “Hükümet bu hareketi bir irtica hareketi olarak gösteriyordu. Bundan maksat muhalefet eden gazeteleri susturmak, her çeşid tenkidi önlemek için bir bahane yaratmaktı. Ankara’dan gelen haberlere göre, güya asiler, İstanbul gazetelerini okuyarak dinin elden gittiğini anlamış, bu sebeple isyan etmişlerdi. Daha yargılamalar bitmeden hükümet, Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkardı. Yalnız İstanbul’da değil, diğer şehirlerde de gazeteciler tevkif edildiler.”1

Sabiha Sertel’in “Ankara’dan gelen haberler” diye ifade ettikleri içinde İstiklal Mahkemesi’ndeki yargılama sonucunda Dr. Şefik Hüsnü (Değmer), Hasan Âli (Ediz) ile ünlü Şair Nâzım Hikmet’e 15’er yıl hapis cezası verilmesi de vardır.

Bunun üzerine Nâzım Hikmet, haziran ayı ortalarında, gizlice İstanbul’a, annesinin Kadıköy’deki evine gelir. Ertesi sabah evden tayfa kılığıyla çıkar ve iskeledeki yolcu sandallarından biriyle, Mühürdar açıklarında bekleyen takaya gider.

Ülkeden çıkmayı başararak tutuklanmaktan kurtulan Nâzım Hikmet, otobiyografik romanında o günlerde hissettiklerini şöyle anlatır:

“Yüreğim tıpkı o takip edildiğimi sandığım akşamki gibi kötü, alçak, hızlı atıyor. Gazeteler İstanbul’da, Ankara’da komünistlerin yakalandığını, İstiklal Mahkemesi’nde yargılanacaklarını, ele geçmeyenlerin de şiddetle arandığını yazıyordu. Ele geçmeyenler arasında ben de vardım” 2

Ancak bu toprakların tarihi, gördüğü zulüm karşısında bir daha yaşama şansı bulamayan çok sayıda gazeteci ve aydına da tanıklık etmiştir.

Özgür Gündem’in kapatılıp, binası polis tarafından basılarak talan edilmesinin ardından yasal ikametgahı olan oğlu Sinan Zarakolu’nun evi polis tarafından basılan Ragıp Zarakolu, bilindiği gibi Türkiye’de Ermeni aydınların yaşadıkları büyük trajediye dair önemli kitapların Türkiyeli okurla buluşmasını sağlayan isimdir.

Zarakolu, bunlardan biri olan ‘Gomidas Vartabed ile Çankırı Yollarında’nın önsözünde kitabın yazarı Aram Andonyan’ın dönemin en parlak gazetecilerinden biri olduğunu belirtir ve şöyle devam eder: “1925 yılında toplu tutuklananlar hiç olmazsa Diyarbakır’a ulaşabilmiş, boylarının ölçüsünü alsalar da, onursuz da olsa yaşama hakkına sahip olabilmişlerdi. Andonyan süngülü askerler arasında yürütülüşlerini hatırlatırken, ben de elleri kelepçeli jandarma arasında hastanelere ya da mahkemelere götürülüşümüzü, insanların bizlere Toros canavarı gibi bakmalarını hatırlıyordum.

Dağ başlarında pusu kurmuş Teşkilat-ı Mahsusa elemanlarının hedef olmuş aydınları infaz edişleri, bana Sabahattin Ali’nin ormanda infaz edilişini, 70’li yıllarda aydın ve gazeteci suikastlarını, 90’lı yılların kirli savaşında infaz edilen gazetecileri ve aydınları hatırlatıyordu, bu kitabı baskıya hazırlarken...”3

Ermeni gazetecilerin, aydınların bu büyük trajedisi, bir asır sonra bir ‘güvercin tedirginliği’ içinde yaşamak zorunda bırakılan Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in 19 Ocak 2007 tarihinde katledilmesine kadar vardı.

Biz şimdi tüm bu tarihin devamında, 15 Temmuz Darbe Girişimi'nin önlenmesinin ardından, tıpkı Sabiha Sertel’in Takrir-i Sükûn Kanunu’nu analiz ederken dediği gibi, muhalif gazetelerin kapatılması, muhalif seslerin susturulmasına dair pratiklerin sergilendiği bir dönemdeyiz. Devletin malum kodları, o bildik yöntemini şimdi de bugünün öznelliği içinde icra ediyor.

Bugünün özgünlükleri için de belki şunu sayabiliriz. Özgür Gündem gazetesi, haklarındaki kapatılma kararını hükümete en yakın gazetelerden Yenişafak’ın sosyal medyaya düşen haberiyle öğrendiler.

devletin-yuz-yillik-kodlari-ve-gazetecilik-175958-1.

Kapatılma kararı üzerinde, Sorumlu Yazı İşleri Müdürümüz Çağrı Sarı ve Hayatın Sesi Televziyonu’ndan Meltem Akyol ile birlikte Özgür Gündem’e ziyarete gittiğimizde, gazetenin Yayın Yönetmeni Zana (Bilir) Kaya ve yazı işlerinden diğer arkadaşlarla görüştük. Karar henüz kendilerine tebliğ edilmemişti. Biz dayanışma dileklerimizi ilettikten sonra, onlar her türlü gelişmeye hazırlıklı bir ruh hali ile ve temsil ettikleri geleneğe dair kararlılıkla taşra baskılarını tamamlamak için sayfalarının başına döndüler.

Biz binadan çıkıp henüz gazetenin olduğu yokuşun ortasındayken akrepler, gözaltı için getirildiği belli olan üç polis otobüsü, çok sayıda çevik kuvvet ve çelik yelekli, kar maskeli özel timler binaya tam bir darbe havasında baskın yaptı. Dışarıda bekleyenlerin yaklaşması engellenirken, destek için binanın olduğu sokağa gelenler ise baskına tepki açıklaması yapmak ve gelişmeleri duyurmak dışında bir şey yapamamanın çaresizliğini yaşadılar.

Meslektaşlarımız darp edilerek, hakaret ve küfürlerle gözaltına alındılar. Daha sonra binanın tam bir intikam duygusu ile talan edildiğini öğrendik.

Gözaltına alınmış olanlardan 22’si bu yazı yazılırken bırakılmıştı, ancak gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Zana (Bilir) Kaya, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü İnan Kızılkaya ve Özgür Gündem Gazetesi Yayın Danışma Kurulu Üyesi ve yazarlarından Aslı Erdoğan henüz gözaltındaydı.

Tam bu süreçte iki gün üst üste Özgür Gündem’in kapatılmasını haklı göstermeye yönelik yazılar yazan Hürriyet yazarı Ahmet Hakan’ı tarih yazdı. Gazeteci Burcu Karakaş’ın twitter’da yazdığı gibi, sanki Teksas’ta yayımlanıyormuşçasına, bu ülkede yaka paça gözaltına alınan meslektaşlarına gazetelerinin 1. sayfalarından yer vermeyenler de tarihe yazıldı.

Bu arada Özgür Gündem çalışanlarının bırakılmalarına sevindiğimiz gün 19 TRT çalışanının tutuklandığı haberi geldi.

Son dönemin yoğun gözaltı ve tutuklama furyasını derlitoplu kayda geçiren P24, bu yazı yazılırken en son şunları not etmişti: “15 Temmuz darbe girişimi sonrasında başlatılan soruşturma kapsamında daha önce son yasal durumu hakkında bilgi olmayan ve Antalya’da 24 Temmuz’da yapılan operasyonlarda gözaltına alınan dört gazetecinin adlarının öğrenilmesiyle, bu soruşturmada tutuklu olduğu ve ismi bilinen gazeteci sayısı 48’e yükseldi. (Bu sayı, aynı soruşturma kapsamında tutuklanan 19 TRT çalışanını kapsamıyor. TRT çalışanlarının ‘medya mensubu’ olarak toplama dahil edilmesi halinde, sektörden 67 tutuklu olduğunu söylemek mümkün.)”

Bir de darbe soruşturmaları öncesinde 30’u aşkın meslektaşımızın cezaevinde olduğu hatırlandığında 100 dolayında gazetecinin cezaevinde olduğu bir tablo ile karşı karşıyayız demektir.

Darbe soruşturmaları kapsamında tutuklananlar açısından da temel kriter, darbe girişimine katıldıklarına dair hakkında somut delil olmayanların mağdur edilmemesi gerektiğidir. İçlerinde, Ergenekon Davasına monte edilen meslektaşlarımız ile KCK Basın Davası kapsamında tutuklanıp hapis yatan meslektaşlarımızı “Onlar gazetecilikten tutuklanmadılar” diyerek hedef gösterenler olduğunu unutmuş değiliz, unutmayız. Ancak bu sorunlu geçmişleri, bugün onların somut bir delil gösterilmeden tutuklanmalarına sırtımızı dönmemizi gerektirmez, gerektirmemeli.

Kaldı ki, mesele merhamet ya da hümanizm de değil. Birileri kendi egemenlik ilişkileri bakımından verili düzeni restore etmeye koyulurken, özgürlüklerin daha da sınırlandırıldığı bu sürece sessiz bir biçimde dolgu malzemesi olmak hiç akıl kârı değil.

1 Sabiha Sertel, Roman Gibi, Can Yayınları, Aralık 2015, s.94

2 Nazım Hikmet, Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim, 1977, s. 21

3 Aram Andonyan, Gomidas Vartabed ile Çankırı Yollarında Ek: Naim Bey’in Anıları, Belge Yayınları, 2012, s8-9