Eski beş yüz yıllık Osmanlıcılık, Neo-Osmanlıcılık olarak zihinsel algıdan realiteye dönüşünce işin rengi değişiyor

Osmanlıcanın hiç hesapta kitapta ve dahi ortada yokken, bir grup akademisyenin eski azrşivlerden yararlanmak amacıyla öğrenmek istediğiyken, devletin en tepesindeki cumhurbaşkanınca gündeme getirilmesi sizce sadece bir dil meselesi miydi?

Öyle olsaydı pek de üzerinde durulmayabilirdi! Diğer bütün diller için de aynı eşit ve özgür haklar talep edilir, mesele hal olur ya da olmaz ve olur biterdi.Ama mesele öyle değil işte!
Eski beş yüz yıllık Osmanlıcılık, Neo-Osmanlıcılık olarak zihinsel algıdan realiteye dönüşünce işin rengi değişiyor.
Osmanlı Padişahları gibi yıllarca kurgusunu yaptığınız “Mimarbaşı”lara işin her aşamasında şekil, şemal tarif ettirdiğiniz “Saray”lara avdet edince işin devamı geliyor elbet. Geriye kalan reaya’yı tebaalaştırmak oluyor. Sonuçta hepsi “Ümmet” değil mi?

Ümmet; demokrasi, hak, hukuk talep etmez! Ümmetin ne haddine! Muktedir, devletlû en iyisini düşünür. Hangi dili konuşacağından, nasıl ve nerede hangi mekânda yaşayacağından, ne şekilde geçineceğinden, kaç çocuk sahibi olması gerekeceğine varıncaya kadar.
Bütün mesele “Sarayda Oturan”ın rahatı, huzurudur. Gerisi koca bir teferruattır. Laf-ı güzaftır.

Alın, önünüze koyup şöyle bir kaba hatlarıyla inceleyin. Osmanlının Ümmetçilik kolajının bugün Neo-Osmanlıcılar tarafından algılanışının dışında 2015 başındaki bu tuhaf ülkede ne görüyorsunuz? Hâlâ Kürtçe dahil diğer bütün dillere önyargı yok mu? Hatta kiminize uçuk, kaçık gelecek belki “Türkçe Felsefe Yapılmaz” kelamından sonra Türkçe’ye bile üvey evlat muamelesi yapılırsa şaşırmayın.

2014’ü kötü geçirdik. Kötü bir şecere dökümünün hiç gereği yok. Günlerdir haber bültenlerinden okuyor, dinliyoruz başımıza gelen / getirilen onca felaketi.
Pek de “iyi hâller”le girmedik 2015’e. Umuyor ve diliyoruz sonu iyi gelir. Başımızdaki belalar “def” olur.
Siz bu satırları okuduğunuzda ayakkabı kutuları ve kasalar içinde emniyete, savcılıklara taşınan paraların, altınların faizleriyle birlikte “hak sahipleri”ne iadesinin üzerinden bir yılbaşı armağanı “sene-yi devriyesi” gibi on beş gün geçmiş olacak. Ve dahi o zatlar yeni yıllarını da kutlamış olacaklar. “Yüce Divan” a giderler mi? Bilinmez! Onu Devletlû’ları bilir biz değil. Çünkü “Divan” sahibi, Osmanlıda karar verendir. Neo Osmanlı’da da öyle zahir.

Son cümlemin ne olacağını mı merak ediyorsunuz!
Merakta bırakmayayım sizi…
Osmanlı fetih, talan, tımar, soygun düzenidir. Bu sebeple yoksul ve fukara halkın, tebaanın, mültezimler üzerinden saraya yakıştırması şudur.
“Şalvarı şaltağ Osmanlı
Eğeri kaltağ Osmanlı
Ekende yoğ, biçende yoğ
Yiyende ortağ Osmanlı…”
Bu iş üretenin emeğine ortaklığı geçeli çok oldu.

Neo-Osmanlı’ların gözü her bir şeyimizde var. Bize bıraktıkları ise “Çıkmayan can’dan umut kesilmez”. Bağışlar ve ulufe düzeniyle hayatlarını sürdürsünler, fazla da bir şey istemeyip üç’ten fazla çocuklarıyla yoksul barakalarında oturup, Sarayında Hüsn-ü Kabulle hükmeden Padişaha Şükrederek ihsan beklesinler…