Bob Ross’un TRT’de küçük mutlu ağaçlar çizerek, dünyanın en kolay işi ressamlıkmış gibi bizi tatlı tatlı kandırdığı yıllardı. Alf’in, evin kedisini ekmek arasına koyup yemeye çalışmasına gülüyorduk. Telefondan konum atmak, bulduğumuz ilk telefon kulübesinden aradığımız arkadaşa buraya gel deyip dakikalarca ayakta beklemek demekti. Geleceğin uzay teknolojisinden bahsedildiğinde hayal edebildiğimiz ilk şeydi Kara Şimşek. Sıcak Cosby Ailesi’nin babası Bill’in tecavüzden hapse girmesine yıllar vardı daha. Toplumun en küçük birimi olan ailenin, sır ve suç ile örülü gizli dünyasını fark etmemiştik henüz; ama babası devletle tanışmamız an meselesiydi. Doksanlarda çocuk kalma şansına erişebilmiş ve çocukluğunun tadını çıkarabilmiş olanlar için Susurluk kazası, Türkiye siyasetine giriş dersi sayılır. “Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” sloganıyla başlayan acemi eylem pratiği, bizim kuşak için asıl gücünü Gezi’de gösterecekti. Elbette, doksanları sadece Blue Jean okuyup, Tetris oynamakla geçirmemiş, devletin ‘şefkatli’ elini üzerlerinde çok önceden hissetmiş ‘ötekiler’in mücadele deneyimiyle beraber…

***


1996’da Balıkesir’in Susurluk ilçesinde gerçekleşen trafik kazasında, aynı arabada bulunan üç kişi, mafya, emniyet, siyaset arasındaki kirli üçgenin deşifre olmasına sebep olmuştu. Görünen devletin, bir de görünmeyen ‘gizli, derin’ yüzü vardı. Susurluk, bugünün pek çok yetişkini için, tarihi geriye sararak henüz dünyaya gelmeden önce, kimlerin ne inşa ettiğini anlama vesilesi olmuştu. Arabada Abdullah Çatlı diye bir adam vardı. 70’lerde bir dizi kanlı, karanlık olayda adı geçiyordu. Gazeteci Abdi İpekçi, Doç. Dr. Bedrettin Cömert suikastları, 7 TİP’li öğrencinin öldürüldüğü Bahçelievler katliamı… Türkiye’yi adım adım 80 darbesine taşıyan günlermiş diye okumaya başlamıştık.

***

Susurluk kazasından bir yıl önce, çoğunlukla Alevilerin yaşadığı Gazi Mahallesi’nde ‘kimliği belirsiz’ kişilerce yapılan silahlı saldırı sonucu 22 işi ölmüş, pek çok kişi gözaltına alınmıştı. Hasan Ocak da onlardan biriydi. İşkence edilmiş bedeni kimsesizler mezarlığında bulundu… 27 Mayıs 1995’te, gözaltında kaybolan ve faili meçhul cinayetlerde öldürülenlerin yakınları her cumartesi günü İstanbul Galatasaray Meydanı’nda oturma eylemi düzenlemeye başladı.
Nasıl ki devlette hiçbir evrak kaybolmuyor, toplumun hafızası da itip kakmayla, biber gazıyla silinmiyor. Bugün meydanda kayıp yakınlarının oturmasına izin yok. Onun yerine polis bariyerleri var. Devlet inkâr politikasını kendi simgeleriyle yaşatıyor.

***

Yaşatıyor çünkü karanlık sürüyor. Benim içine doğduğum karanlık, çocukluğumu ele geçirip geleceğimi şekillendirdi. MİT Kontrterör Dairesi’nin eski başkanı Mehmet Eymür’ün Gazeteci Gökçer Tahincioğlu’na verdiği röportajda adını andığı Mehmet Ağar hala devletin itibarlı kişisi. Ağar’ın da aralarında bulunduğu 19 kişinin para karşılığında 18 cinayet işlediği iddiasını doğruluyor. İktidar adına miting düzenleyip muhaliflerin kanını dökmekten bahseden Sedat Peker, denklem dışında kalınca, Ağar’ın AKP vekili oğlunun işlediği cinayetin ört bas edildiğini iddia ediyor. Burası çocukluğu, gençliği, mutlu anıları parmağındaki tırnak gibi çekilen insanların yorgun, acılı coğrafyası olmaktan bir türlü kurtulamıyor.

***

Raporlar, ifşalar, iddialar, belgele, kanıtlar… Hepsinin vardığı yer aynı. Devlet uyuşturucu, kara para, silah kaçakçılığı gibi suça bulaşmış kişileri bir takım görevlerde kullanmış. 90’larda teröre karşı oluşturulduğu söylenen bu ‘özel’ birliklerin kendilerine yakın duran siyasilerle de bolca alış verişleri olmuş. Eymür’e göre istihbaratın, devletin yüce menfaati için bu kişileri kullanmasında bir sorun yok. Sorun bunların sonradan raydan çıkıp kirli işlere bulaşıp başıbozuk davranmalarında. O da bunu raporlaştırarak bir devlet görevlisi olarak üzerine düşeni yaptığını düşünüyor. Oysa kendisinin de çok iyi bildiği ve açıkça ifade ettiği gibi “temiz adam bizim işimize yaramıyor.” Devletin, menfaati adına yaptığı her şeyi meşru gören bir yerden değerlendiriyor Eymür siyasi çürümüşlüğün sebebini. Kimdir o hepimiz için en iyisine karar verenler! Madem ki devleti suç örgütlerinden ayıran yegane şey hukuktur, o zaman neden işinize yaramaz hiç temiz adamlar. Bayraklar inmedi, ezanlar susmadı evet; ama yurttaşını hasım olarak gören devlet aklı, nice kuşağın doğumundan itibaren pislik içinde yaşamasına sebep ağır bir yük bıraktı. Bu yüzleşmeden kaçış yok.