Kısmi iktidar değişiklikleri ya da bu ihtimalin ortaya çıktığı dönemlerde hemen gündeme gelir “devr-i sabık” tartışmaları. Hele söz konusu olan siyasi iktidar ise bu tartışmanın -açıkça bu kavramla olmasa da- yürütülmesi kaçınılmaz. Yalın anlamı “eski dönem” iken “Devr-i sabık yaratmak” şeklinde kullanılınca, en genel tanımı ile “iktidara gelenin, önceki iktidardan hesap sorması” anlamına gelir. İlk […]

Kısmi iktidar değişiklikleri ya da bu ihtimalin ortaya çıktığı dönemlerde hemen gündeme gelir “devr-i sabık” tartışmaları. Hele söz konusu olan siyasi iktidar ise bu tartışmanın -açıkça bu kavramla olmasa da- yürütülmesi kaçınılmaz.

Yalın anlamı “eski dönem” iken “Devr-i sabık yaratmak” şeklinde kullanılınca, en genel tanımı ile “iktidara gelenin, önceki iktidardan hesap sorması” anlamına gelir. İlk kullananın 1950 seçimlerinde CHP’den iktidarı devralan DP adına konuşan Celal Bayar olduğu söylenir.  Her ne kadar “Devr-i sabık yaratmayacağız” demişlerse de tahkikat komisyonlarından, CHP’nin malvarlığına el koymaya kadar yer yer vahşi bir uygulama yapmışlardır. Tartışmaya açık olmakla birlikte rejim değişikliği ile sonuçlanan AKP iktidarının -öncülleriyle birlikte- kadro ve politika olarak uzun bir devr-i sabık süreci olduğu bile söylenebilir.

Ancak bu güne de ışık tutan asıl devr-i sabık tartışmaları İkinci Meşrutiyetin ilanı ile yaşanmış. “İstibdadın” yerini “hürriyetin” alması ile “eski dönem memurlarına” (devr-i sabık ricaline) şüphe ile bakan İttihatçılar ve eski dönemin “mağdurları” eski dönemin “mağrurlarından” hesap sorulmasını istemişler. Böylece yeni döneme bağlılığa dair yemin ettirmeler, soruşturmalar ve işten el çektirmeler ve yerlerine yeni görevlendirmeler başlamış.  Dönemin deyimiyle devr-i sabıkın “mağdurları” yeni dönemin “mağrurları” haline gelmişler.

Bu gelişmeler eski dönemde “Jurnalcilik” yapanların yeni dönemde aynı şekilde “hizmet” ettikleri,  devlet adamı kıtlığı nedeniyle işten el çektirmelerin sınırlı yapılması gerektiği, istemeyerek kötülük yapan küçük memurları kazanmak gerektiği, ne olursa olsun eski devir memurlarına güvenilemeyeceği gibi tartışmalar eşliğinde yaşanmış. ( II. Meşrutiyet’in İlanı Sonrasında “Devr-i Sabık Memurlarının Durumları”, Hasan Ali Polat). Bu tartışmalar Fetullahçı darbe girişimi sonrası yaşananlar için de faydalı olabilir.

Şimdilerde AKP’nin büyükşehir belediyelerini kaybetmesi ile açıkça ya da dolaylı olarak devr-i sabık tartışması gündeme geldi. AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesini açıkça hukuka aykırı bir şekilde devretmek istememesi, iç denetime engel olma çabası, e-belediye ve tek hesap düzeni uygulamaları esasen bu konuyla ilgili görülebilir.  “Kimsenin ekmeği ile oynanmayacak” benzeri açıklamalar da dolaylı olarak aynı bağlama işaret eder.

Tabii doğrudan “devr-i sabık” tamlaması kullanılarak yapılan yorumlar da var. İlginç olanı bu güne kadar “devr-i sabık yaratılmamalı” söylemi genellikle mevcut iktidar ilişkilerinden etik olmayan bir şekilde nemalanan sermaye ve “kalem erbabından” gelmişken, bu kez yerel seçimleri kazananlardan ve muhalefetten geliyor. Kuşkusuz yargının iyi kötü mevcudiyetini sürdürdüğü demokratik mekanizmaların çalıştığı bir ülkede devr-i sabık tartışılmaz. Yargı ve diğer denge/fren mekanizmaları zaten bunu gereksiz hale getirir.

Bu durum eğer -taktik gereği- siyasi iktidarın seçmenini konsolide etmesine engel olmak içinse ayrı bir vahamet, hala siyasi iktidardan bağımsız bir devlet olduğu algısına dayanıyorsa ayrı bir vahamet taşıyor. Yerel seçimleri Muhalefete kazandıran dinamikleri de doğru okuyamamak anlamına gelir. Tabi ki hesap sorulması gereken belediye emekçileri değil ve bu kesimin çok dikkatli davranılarak kazanılması gerekir.

Ama ana muhalefet liderinin linç edilme girişiminin kutsandığı, kazanmış başkanlara iş yaptırmamanın kurumsallaştığı, kayyumların yağmada seviye atladıkları, imar yolsuzluklarının zirve yaptığı, memurların sendikasının işverence belirlendiği, taşeron işçinin bile AKP’li yöneticilerce belirlendiği yağmacı bir “eski düzenden”  hesap sorulmayacaksa bu kavga niye verildi.

Gene aynı bürokratlar yönetecekse, gene aynı uygulamalar, aynı müteahhitler aynı kirli isimler ya da versiyonları egemen olacaksa “Türkiye İttifakı” kurulmuş demektir! TC tabelaları da kurtarmaz!