Meğer “Başkan Dede”, çocukların rüyasına bile girip “Bööö!” diye “Cööö!” diye korkuturmuş. Ama bunun nasıl olduğunu yazının sonunda anlatayım. Çünkü önce devridaim makinesinden söz etmem lazım.

T24 sitesinde Barış Soydan, Merkez Bankası Başkanı’nın 128 milyar dolara dair son açıklaması rezerv satışlarının arkasındaki mantığı açıklayan “Con Ahmet’in Devri Daim Makinesi”ni doğruladı diye yazdı. Nitekim MB Başkanına göre de sistem, bir yandan döviz satıp öbür taraftan almaya dayanıyormuş. Fakat Başkan'ın unuttuğu şuymuş: Merkez Bankası’nın piyasaya verdiği döviz kendisine aittir; Swap’la aldığı ise bankaların dövizidir, yani borç paradır. Böyle bir şey, evi satıp kiraya çıkmaya benziyormuş.

Peki, devridaim makinesi sadece ekonomide mi var? Tabii ki hayır, zira başta siyaset, her alanda böyledir. 2013 yılı kasım ayında bu köşede “AKP ‘devridaim siyasetini’ icat ve icra ettiğine inanıyor” diye yazmıştım. Çünkü durum şuydu: “Muhafazakârlığı dinselleştir, dini muhafazakârlaştır. İkisi birden çoğalsın ve bu hep böyle devam etsin. Siyasetini dinselleştir, dini kendi çıkarına siyasileştir. İkisi birden güçlensin ve bu hep böyle devam etsin.” Ve MHP ile birlikte bu döngüye milliyetçilik de girdi tabii ki…

Tam ve sürekli dönüş

Nitekim 19 yıldır hep böyle devam ediyor, devridaim siyaset makinesi tıkır tıkır çalışıyor. Mu? Vakti zamanında Con Ahmet adlı bir mucidimiz (!) böyle bir makine icat ettiğini söylemişti. “Devridaim makinesi”, kısaca, belirli bir enerji kaynağı olmadan sürekli hareket üretme hevesinin adıydı. Bilhassa siyasette kaynaksız bir salla gitsin, devran dönsün hareketi revaçtadır. Gerçi devletin resmi sözlüğü TDK “devridaim” kelimesini “tam ve sürekli dönüş” diye de tanımlıyor. Ve bilhassa siyasette devridaim durumu “tam ve sürekli dönüş” olarak sürekli tekrarlanıyor.

Biden’dan üç vakte kadar telefon bekleniyordu, nitekim üç ay sonra geldi, geldi gelmesine de “soykırım” deyince sevinçler de kursakta ve sorular havada kaldı. Madem Türkiye de küresel bir güçtür, o halde üst perdeden bir tepkisi olmalı mıydı? Evet, bu soru devridaimin de gündemindedir: Türkiye küresel güç müdür değil midir?

Gerçi “tam ve sürekli dönüş” halindeki devridaim makinistleri cevaplarını yıllar önce söylemişlerdi. Dönemin Başbakanı Erdoğan, 31 Aralık 2013 günü yılın son konuşmasını yapmış ve “Türkiye’nin küresel bir güç haline dönüşmesinden rahatsız olan çevreler, içerdeki piyonlarını kullanmak suretiyle kutlu yürüyüşümüze kastettiler” demişti. Bundan tam bir hafta sonra ise Japonya seyahatinde “Türkiye'nin bölgesel veya küresel güç olma gibi bir hedefi yok” deyivermişti. O vakitler hasmı olan Bahçeli de peş peşe sarf edilen bu iki zıt cümlenin peşine düşmüş ve sormuştu: “Türkiye’yi işte böyle gelgitleri olan, bir dediği diğerini tutmayan bir garabet yönetmektedir. Japonya’da Türkiye’nin küresel ve bölgesel güç olma hedefi yok derken, kimlerin gönlünü almaya gayret etmiştir?”

Artık “tam ve sürekli dönüş” olarak devridaime sürekli tanık oluyoruz ve artık bu sözleri hiç yadırgamıyoruz. Sosyal medyada bu tür devridaim örnekleri gırla gidiyor ve “halkımız” eğleniyor. Lakin devridaimlik hevesi bilime ve doğaya aykırıdır! Din iman ne der bilmem, ama bilim der ki, devridaim makinesini imkânsız kılan, sürtünmedir, dirençtir! Direnç (rezistans), direniş, (meclistekinden epey farklı bir) muhalefet bu makineyi eninde sonunda durdurur, bozar. Üstelik bu direnç ısı enerjisi biçimine dönüşür, toplumda hararet (öfke, tepki, direniş, isyan) giderek artar. Kesin bilgidir.

Propaganda çalışması

Biden da kendi ülkesinde bir nevi Başkan Dede ve “soykırım” telaffuzuyla “Cöö!” deyip korkuttu. Ama tek örnek değilmiş.

Hürriyet’te Fatma Aksu adlı bir muhabir belli ki propaganda niteliğinde bir “haber” yapmak istemiş. Cumhurbaşkanı ve eşi, devlet korumasındaki çocukları iftar yemeğinde konuk etmişler. (Devlet korumasındaki çocukların isimlerinin afişe edilmesi yasalara göre suçmuş ama kimin umurunda!) İşte o çocuklar arasında, Erdoğan’la yemek yediğini rüyasında gören ve bunu mektupla anlatan 12 yaşındaki (haberde adı açıkça verilen) MS de varmış. Mektubunda şunları yazmış: “Başkan Dedeciğim. Rüyamı sizlere kısaca anlatayım. Millet Kütüphanesinin rafların arasında kitaplara bakarak gezerken, Cöö diye karşıma Cumhurbaşkanımız, başkanımız çıkıverdi. Çok korkmuş ve şaşırmıştım.” Gerçi rüyanın devamı mutlu sonla bitmiş: “Hadi gel seni yemeğe götüreyim dedi. Rüyamda bile olsa seninle olmak güzeldi.”

Ama yine de Başkan Dede çocuğun rüyasına girmiş, “Böö” diye “Cöö” diye karşısına çıkmış işte. Çocuk çok korkmuş ve şaşırmış. Ve bu “haber” de propaganda çalışması olarak yapılmış.

Hakikaten: Cöö!