Kapitalizm, hem sabırsızlık, hem sevgisizliktir; rekabet, yarış ve bencilliktir; toplumsal olan her şeyi parçalar ve kişiyi sorunlarıyla baş edemeyeceği bir yalnızlığa mahkûm eder

Devrim, aşkın toplumsallaşmasıdır

MEHMET YEŞİLTEPE / mytepe1960@gmail.com

Devrim,
özgürlük ve güzellik arayışının
yaratıcı bir iradeyle buluşmasıdır;
beyazın körlük demek olduğu bir dünyada
insanlığın tüm renklerle donanması,
aşkın toplumsallaşmasıdır.

Biz onlar gibi değiliz

Toplumun önemli bir çoğunluğunun şu veya bu şekilde faşizmden söz ettiği, güç ve eylem birlikleri konusunda arayış içinde olduğu günümüz koşullarında, sürece nasıl müdahale edilmesi gerektiği hemen her devrimcinin gündemindedir. Bu konuda cevap ararken görüyoruz ki üzerinde durulması, güncellenmesi gereken pek çok mesele söz konusudur. Toplumsal mücadeleler tarihinin teorik ve pratik mirası bu konuda önemli bir referanstır. Ne var ki o miras, hafife alınıp hazıra konulacak türden bir birikim değildir; aksine, sınıfsal bakış açısında ısrarı, yaratıcılık ve yeniden üretimi gerektirir. Bu alanda yöntemsel gerekliliğin olmazsa olmaz boyutunu aşk ve devrim ilişkisi oluşturur.

John Steinbeck’in Fareler Ve İnsanlar’ında George, Lennie’ye şöyle seslenir:

“Biz onlar gibi değiliz. Bizim bir geleceğimiz var. Derdimizi paylaşacak, bizi seven biri var. Başımızı sokacak yer bulamadık diye barlara dalıp paramızı son kuruşuna kadar harcayanlardan değiliz biz. Öyleleri hapse girse, kimsenin umurunda olmaz. Ama biz öyle değiliz.”

Evet, biz onlar gibi değiliz. Hiçbir konuda çaresiz, hiçbir açıdan umutsuz değiliz.

Devrim, bir Çingene çocuğudur, yasa tanımaz

Yukarıdaki sözün aslı “Aşk, bir Çingene çocuğudur, yasa tanımaz,” biçimindedir ve Bizet’e aittir. Tanım, devrimciliğe de yakışıyor, çünkü devrimcilik öncelikle bir isyan, bir başkaldırıdır ve sanıldığının aksine ne steril bir yol ne de santim santim ölçülmüş adımlar toplamıdır; rastlantılarla zorunluluklar, planlama ile doğaçlama veya sürprizler iç içe geçer. Bu bağlamda devrim de aşk da önceden yazılmış senaryolar veya ısmarlanmış pratikler değil, güzellik ve özgürlük arayışının yaratıcı bir iradeyle buluşmasıdır.

Sınav filmindeki bir repliğe gönderme yaparak söylersek, hayat önce sınav yapıp sonra ders verir. Bazen bunun bedeli ağır olur ama en ağır bedeller bile onlardan çıkarılabilen derslere bağlı olarak bir kazanıma, bir anahtara veya aydınlatıcı bir fenere dönüşebilir. Ancak bu öğrenme ilişkisi kendiliğinden işlemez.

Kimileri devrimcilik ile aşkı yan yana anmayı doğru bulmayabilir veya aşkı hafife alabilir. Ama insanlık, doğruluk ve adalet karşısında Che olabilmekse eğer aşk, devrimcilikle sadece yan yana değil iç içe anılmayı gerektirir. Bir başka ifadeyle söylersek Che’nin, aşktan yoksun büyük bir devrimcinin düşünülemeyeceğini söylemiş olması veya “Hepimiz körüz. Körüz ama bakıyoruz. Bakabilen ama görmeyen kör insanlar” tespitini yapan Saramago’nun “en büyük devrim aşktır” sözü, böyle bir konu tartışılırken görmezden gelinebilir mi?

Bir bilinç ve enerji toplamıdır aşk

Bir bilinç ve enerji toplamıdır aşk; akıl-yürek diyalektiğidir; halkı uyandırır ve hayatın en derin noktalarını görünür kılar; tam da bu nedenle, “İnsan birini sevmiyorsa uyuyor demektir.” (Tolstoy)

Babam ve Oğlum filminde çocuk babasına, “Baba insan büyüyünce hayalleri küçülür mü?” diye sorar. Büyüyünce insanların hayalleri küçülmüyor ama galiba bir çocuk (veya bir felsefeci) merakıyla soru sorup hayata yaklaşma dinamiği zayıflıyor veya dış koşulların etkileyiciliği oranında kayboluyor.

Günümüzde insanların en yaygın biçimde rastlanan problemleri mutsuzluk, motivasyon yitimi ve rutine yenik düşmek ise, bunun panzehiri aşktır. Aşk yerine farklı bir kavram da kullanılabilir. Önemli olan hayata onun diyalektiğini kaçırmayan bir kavrayışla irade koymaktır; kapitalizmin ucuz ışıltılarına prim vermemek ve en kalın duvarlarını aşabilecek bir bilinç ve kararlılıkta ısrarcı olmaktır.

Aşk, görünenle veya verilenle yetinmemektir; hayatı, aşılmış tarihsel anları da geri çağırarak karşılayabilme performansıdır; hem dün hem bugündür; gerektiğinde albatros olup fırtınaya karşı uçabilmek, gerektiğinde de Simurg’un hikayesinde özne olup yol alabilmektir.

Aşk, kapitalizmin reddidir

Kapitalizm, hem sabırsızlık, hem sevgisizliktir; rekabet, yarış ve bencilliktir; toplumsal olan her şeyi parçalar ve kişiyi sorunlarıyla baş edemeyeceği bir yalnızlığa mahkum eder. Objektif koşullar, özgüvensizliği, geleceksizlik ve belirsizliği beslediği oranda toplumda mutsuzluk grafiği yükselir.

Günümüzde kapitalizmin ilişkileri de çarpıklaştıran etkisi, toplumda “ben/özne” olamama halini, dolaysıyla kişilik parçalanması dediğimiz durumu koşulluyor. İnsanlar ya inanmadıkları/içselleştiremedileri şeyleri savunuyor ya da savundukları şeyleri yaşamıyor/hissetmiyor.

Kapitalizmin yabancılaştırıcı niteliğinin bilincinde olan egemenler, insanları azla yetinilen ilkesiz ve pragmatik (günü kurtaran) bir duruşa zorlar. Meta ve mülkiyet ilişkilerinin (türevleriyle de olsa) alternatif zeminde yaygınlaşması oranında, kapitalizmin her an yeniden üretilmesi ve devamlılığı güvence altına alınır. Tam da bu nedenle güvensizlik üzerine kurulu, emek harcanmayan ve çok hızlı tüketilen ilişkilerle (gerçekte aşksızlıkla) ekonomik krizler, siyasal çöküş ve toplumsal erozyon arasında doğrudan bağ kurabiliriz.

“Ben”in “biz”i baskıladığı, dayanışma yerine kendi kabuğunu kalınlaştırmanın teşvik edildiği bu anti-insan zeminde sevgi, sisteme bir itirazdır; çoğalma ve çoğaltma zeminidir. Devrimcilik bu sistemin antitezidir; bir sanatçı sabrı, özeni ve ince işçiliğiyle üretim yapmayı, acele etmeden adım adım yol almayı, kökene inerek bakmayı, sebeplere dokunarak algılamayı ve sevgi yüklü olmayı gerektirir.

Aşk, kişinin öncelikle kendine sözüdür. Aklı ve yüreği, sözü ve eylemi arasında bir tutarlılığı şart koşar. Sadece aşkla bağlanılan değerlere ve özneye değil, kişinin birebir kendisine karşı da bir sorumluluktur aşk.

Bireyde toplumu, aşkta devrimi yaşamak mümkün

Adorno’nun dediği gibi “yanlış hayat doğru yaşanmaz” ama hayat yanlış olmak zorunda değil. Öncelikle aşkla kavganın iç içe geçerek somutlandığı ilişkiyi/zemini hafife almamak gerekiyor. Çünkü o ilişkide hayatı temize çekmek, kapitalizmden arınmak, sosyalizmi bugünden tadı, anlamı ve kokularıyla yaşamak mümkün. Kapitalizmin kör kütük ilişkilerinin içinde onlara rağmen ve onlara inat yeni/başka bir dünya örgütleyenler için, dokunulan ve adım atılan her yerde iklimin ilkbahara dönmesi, okunan her dizede ölü hücrelerin canlanması abartılı değildir.

Son dönemlerde yoğunlaşan birlik arayışlarına ilham olacak şekilde Goethe’den esinlenerek söylersek; âşık olmadıktan sonra, kalbimiz ne işe yarar; aşkla organize edilmemişse bir gelecek düşü, tüm çeşitliliğiyle koca bir toplumu nasıl aynı değerlerle mayalar? Bu konuda, bir devrimin önsözü niteliği taşıyan ve “demokrasi cephesi” denince ne anlaşılması gerektiğinin somutlanmış biçimi olan Haziran direnişi öğretmeye devam ediyor.