Tarih ve coğrafya bilgisi ile bakarsak, bilişsel emek, bilişimin, dijital medyanın varlığını, kullanımını ve uygulanmasını mümkün kılan çok çeşitli emek biçimlerini içermektedir

Devrim internetten yayınlanacak mı?

GAMZE YÜCESAN ÖZDEMİR* / yucesangamze@gmail.com

İnternet ve sosyal ağlar, özellikle Haziran Direnişi’nden sonra demokratikleştirici olanakları ve özgürlükçü imkanları üzerinden tartışılıyor. Sınıf siyasetini güçlendirecek bir zemin olarak görülüyor. Fakat bu araç ve ağların sınıflı doğası bununla sınırlı değil. Sınıf mücadelesinin örüldüğü zeminin kendi varoluşu da bir sınıf ilişkisi ve dolayısıyla sınıflar mücadelesi üzerine kurulu.

Her gün konuşmak, yazmak, dinlemek ve izlemek için kullandığımız telefonlara, bilgisayarlara kazınmış bir emperyalizm ve sömürü ilişkisinden bahsediyoruz. Diğer bir deyişle, internetin, sosyal paylaşım sitelerinin, bunlara ulaşıma imkan veren çoğu aygıtın hikayesi, dünyanın “unutulmuş” bölgelerinde yüksek derecede sömürülen işçilerin çoğunlukla bilinmeyen hikayesidir. Bu hikaye, bugün tüm ağları, aygıtları ve ileri teknoloji çağrışımlarıyla sembolize ettiğimiz “bilişsel” alanı ortaya çıkarmaktadır.

Bu bilişsel alan içine gömülü emeği aramak ve bulmak için hem tarih hem de coğrafya bilgisi gerekiyor. Tarih bilgisi bize kapitalizmin güncel bir evresinden geçmekte olduğumuzu söylüyor. Bu tarih bilgisi bizi “enformasyon toplumu” kutsamasından koruyor. Coğrafya bilgisi ise kapitalizmin birleşik ve eşitsiz gelişimi temelinde üretimin dünya üzerindeki değişimini ve dağılımını hatırlatıyor. Dolayısıyla bilişsel alanın emek biçimlerinin, kapitalizmin uluslararası işbölümü içerisindeki yerini ve rolünü görmemize olanak tanıyor.

Tarih ve coğrafya bilgisi ile bakarsak, bilişsel emek, bilişimin, dijital medyanın varlığını, kullanımını ve uygulanmasını mümkün kılan çok çeşitli emek biçimlerini içermektedir. Akıllı telefon ya da bilgisayar gibi tekil bilişim cihazları, tüm bu emek biçimlerinin üzerinde yoğunlaştığı aygıtlardır. Bu da bilişim ürünlerinin, farklı işçiler tarafından farklı zaman ve farklı mekanlarda üretimlerinin sonucudur. Diğer bir deyişle bilişsel emek, içindeki farklılıklarla birlikte bilişim için gerekli olan kolektif emek gücüdür. Bu kolektif emek gücü içinde maden işçileri, donanım-montaj işçileri, bilgi işçileri ve hizmet işçileri yer alır.

Maden işçileri, bilişim endüstrisinde gerekli olan madenlerin çıkarılması sürecinde yer alıyorlar. Bilgisayarlar, cep telefonları, web kameraları önemli miktarda metal ve kıymetli taş parçacıkları içeriyor. Bu madenlerin önemli bir bölümü Afrika coğrafyasında bulunuyor. Dolayısıyla, bu madenlerin çıkarılması, yüksek derecede sömürülen Afrikalı işçilerin emeğine dayanmaktadır. Afrika ülkelerinde madencilik için kullanılan araçlar çoğu durumda makinalar değil, canlı emek gücüdür. Madenciler ellerini, çubukları, kazmaları, kürekleri, levyeleri, kovaları ve ipleri kullanarak üretimi gerçekleştirmektedirler. Bilişsel zincirin bu aşamasında Demokratik Kongo Cumhuriyeti öne çıkan bir ülke konumunda bulunuyor. Bu ülke en kanlı etnik çatışmaları yaşarken, maden ocaklarında silahların gölgesinde köleleştirilmiş maden işçiliği gerçekleşiyor. Kölelik koşulları, hem madencilik işlerinde zorla çalıştırmanın olduğu, hem de madencilerin ev temizliğinde ve bar hizmetlerinde kadın kölelerin kullanıldığı farklı biçimleri içeriyor.

Montaj işçileri, bilişim ürünlerinin imalatı ve montajında yer alıyorlar. Bilgisayar imalatı ve montajında Çin önemli bir yer tutuyor. Çin’de sektör, yabancı şirketlerin egemenliği altında bulunuyor. “Foxconn intiharları” ile gündeme gelen Foxconn şirketi ise, emeğin sömürülme koşularının en görünür olduğu şirket. Foxconn, bağlantı parçaları, kablo, kasalar, iletişim ürünleri, optik ürünler imal eden Tayvanlı bir şirkettir. Foxconn, Apple şirketinin ürünlerinin de montajını yapmaktadır. Çin’in dokuz şehrinde 15 fabrikası bulunmaktadır. Bu fabrikalarda, çoğunluğu kırsal kesimlerden gelen genç göçmen işçiler çalışıyor. Ocak ve Ağustos 2010 tarihleri arasında Foxconn’da çalışan işçilerden 17’si Foxconn binalarından atlayarak intihar ettiler. 17 ile 25 yaş arasındaydılar. Uzun çalışma saatlerine, fazla mesailere ve tekdüze çalışma ritmine dayanamadılar. Buna karşın bilişsel illüzyon öyle bir noktaya ulaşmış durumdadır ki, bugün dünyada herkes Steve Jobs’un ismini bilirken, bu 17 Çinli işçinin ismi kimse tarafından bilinmemektedir.

Bilişim endüstrisinde bir başka emek biçimi ise bilgi işçileridir. Bilişim endüstrisinin içeriğini, yazılımını gerçekleştiren bilgi işçilerini ikiye ayırmak mümkün: Alt düzey bilgi işçileri ve üst düzey bilgi işçileri. Alt düzey bilgi işçileri, bütün yazılım yaşam döngüsünü içeren karmaşık yazılım üretiminde değil de düşük seviyede kod yazma, yazılım tasarlama ve test etme gibi süreçlerde istihdam ediliyorlar. Bu işçilerden beklenen ise merkez kapitalist ülkelerde üretilen programların basit tekrarları ve basit kodlamaları oluyor. Dünya coğrafyasında Hindistan alt düzey bilgi işçisi istihdamında öne çıkıyor. Hindistan’da yüksek eğitim almış, İngilizcesi iyi ve düşük ücretler alan gençler alt düzey bilgi işçileri olarak emek güçlerini satıyorlar.

Bilişim endüstrisinde işçi aristokrasisini ise üst düzey bilgi işçileri oluşturuyor. Silicon Vadisi ve Google gibi örneklerde gözlemlediğimiz bu kesim, işçi sınıfının esnek çalışan, son dönemin popüler “orta sınıf” kodlarına uyan, iyi ücretler alan ve yaratıcılıklarını kullanabilmeleri için her türlü denetimden azade olan bir bölümüne denk düşüyor.

Hizmet işçileri de bilişim endüstrisinin içinde yer alan emek biçimlerinden biridir. Bilişim endüstrisinde bilgi ve enformasyonun dolaşımı sürecinde yer alan bu işçilerin en görünür olduğu işyerleri çağrı merkezleridir.

Bilişim endüstrisindeki emek tartışmalarını bir başlığı da kullanıcılardır. Kullanıcıların dijital sosyal ağlarda geçirdikleri zaman ve harcadıkları emeğin niteliği, alanda önemli bir tartışmadır. Kullanım emeğinin metalaşması olarak tartışılan bu durum, yalnızca bilişim alanıyla sınırlı kalmamakta, kapitalizmin günümüzdeki niteliğinden artı-değer teorilerinin geçerliliğinin sorgulanmasına kadar pek çok kilit tartışmanın kalbinde yer almaktadır. Kullanım emeği tartışmasının çerçevesi şöyle özetlenebilir: Sosyal paylaşım şirketleri, hammadde ve satın aldıkları emek güçleri ile bir şirket kurmaktadırlar. Bu şirketlerin temel kazancı reklam şirketlerinden gelen gelirlerdir. Burada şu soru ortaya çıkıyor: Bu şirketler reklam şirketlerine ne satıyorlar? Sattıkları temel şey, sosyal paylaşım sitesinin kullanıcı sayısı ve kullanıcıların sitede geçirdiği zamandır. Buradan hareketle kullanıcı emeğinin sömürüldüğü tartışması yapılmaktadır. Diğer bir deyişle, hayatın her alanına yayılan bir sömürü ilişkisinden bahsedilmektedir. Buna “Marksist esintili ama Marksist olmayan” bir tartışma denilebilir, zira kullanım emeğinin dolaşım alanında olması ve süreçte ücretlilik ilişkisinin yer almaması “kullanım emeğinin metalaşması” kavramını sorunlu kılmaktadır. Bu tartışmadaki bulanıklığa karşı daha net bir pozisyon alınması önemlidir, zira kapitalist toplumsal formasyonu diğer toplumsal formasyonlardan ayıran özellikler “muğlaklaştırıldığında”, bugünü ve geleceği gerçeğe uygun biçimde açıklama gücünü kaybeder ve “tahakküm her yerde” noktasına düşebiliriz.

Bilişim endüstrisinin yukarıda özetlenen haritası, bize bu alanın günümüz kapitalizmindeki özgün konumunu da göstermektedir. Dolayısıyla söz konusu alanı bir yandan olgusal gerçekliği ile kavramak diğer yandan ise onu illüzyonlarından arındırmak, alanın mücadele eksenli ele alınabilmesi için de kritiktir. Bu çerçevede alanın ikili doğasını kavramak önemlidir.

İnternet ve sosyal ağlar, yaşamın tüm alanlarında olduğu gibi sınıf mücadelesinde ve örgütlenmede daha şimdiden “gerçek” bir yere sahiptir. İnternet, gerçek insanlar arasındaki gerçek ilişkilerin çoğalmasını ve derinleşmesini sağlıyor.

Genel olarak insanlığın elindeki bilimsel ve teknolojik birikim, tüm insanların zihinsel üretimini toplumsal çıkarlar için örgütleyebilmesine imkan tanıyor. Tüm insanları ilgilendiren bilginin açık ve kolay erişilebilir olması, insanların kendi kendilerini yönetmeleri konusunda, geçmişte var olmayan bir imkana da işaret ediyor. Buna karşı, elimize aldığımız telefonlar, karşısında zaman geçirdiğimiz bilgisayarlar Afrikalı, Çinli ve Hindistanlı birçok işçinin emek sömürüne, yalnızlaşmasına ve derin yoksulluk koşullarına dayanıyor.

Dolayısıyla internet çağında isyan, direniş ve ayaklanmaları kitleselleştirme mücadelesini verirken, bilişsel alanın ikili doğasının farkında olmak ve bu “doğa”nın toplumsallığını vurgulamak daha da önemli hale geliyor. Bu ise ancak sınıf mücadelesi perspektifi ile mümkündür. Zira toplumsal muhafelet alanı ancak sınıf mücadelesi olarak örüldüğünde, “Devrim internetten yayınlanacak.”

*Prof. Dr., Ankara Üniversitesi