İşçi sınıfı sosyalizmi akımı, uluslararasılaşmış bir akım olarak, 175 yıla yaklaşan tarihsel serüveninde hep öncü roller üstlendi; talepleriyle, siyasi programlarıyla ve hatta örgüt biçimleriyle bile var oldukları toplumların öncüsü oldular, öncülüğün teorisini bile yaptılar. Toplum ortalamasının hayli ilerisindeki bu pozisyon alış, egemenlerce, istisnasız bir şekilde, aşırılıkla damgalandı. 19’uncu yüzyılın ikinci yarısı ve koca 20’inci yüzyıl böyle geçti; bir yanda kendi öz imgeleminde öncü ve ilerici olan devrimciler, diğer yanda da devrimcilerin alnına ‘aşırı uçlar’, ‘bozguncular’ damgasını yapıştıran egemenler…


Ve geldik bugüne, 21’inci yüzyılın ilk çeyreği kapandı kapanacak. Bugünden geriye doğru baktığımızda dile getirildiği zaman kesitinde aşırılıkla damgalanan birçok sosyalist talebin, insanlığın ortak değerleri mertebesine de yükselerek genelleştiğini görebiliyoruz. Seçme-seçilme hakkından, çalışma saatlerine, oradan 8 Mart’lara ya da sadece Paris Komünü programına bakmak bile, bugün insanlığın ortak değerleri denebilecek listede işçi sınıfı sosyalizmi akımının ağırlığını tespit etmeye yetecektir.

Kapitalist rejimin devrimci alternatifi olan sosyalizm akımı, neoliberalizmin uzun hâkimiyeti altında ne kadar kazanımı varsa birer ikişer kaybetti; ülkesini kaybetti, partisini kaybetti, hatta varlık nedenini, işçi sınıfını bile kaybetti. Neoliberalizmin sermaye lehine gerçekleştirdiği fasılasız kazanımlar karşısında sosyalistler, kaybettiklerinin çetelesi tutan, yenilgiye yazgılı ama gururlu, ama inatçı direnişçiler olarak yaşar oldular. Hani tarihsel mirasları ve devrimci dünya görüşleri de olmasa, halleri bir politik akımdan ziyade alt-kültür grubunu daha fazla andırıyordu.

Peki, sosyalistler ve emekçiler kaybederken, son 40 yıldır sermaye neler kazandı? Uzun çeteleye gerek yok: Ne var ne yoksa metalaştırdı, sermayeleştirdi, değersizleştirdi. Meta biçimine bürünmeyeni yok hükmünde bildi; özcesi kendi suretinde bir dünya yaratmaya koyuldu. Peki, yarattı mı? Henüz değil. Yaratabilir mi? Sermayenin kendi suretindeki dünya, yok-dünya olacağı için, önce soruyu düzeltmek gerekir. Zira burada yaratmak, yok etmek olarak gerçekleşmektedir. Neoliberalizmin uzun tarihi sonunda idrak ettik ki, sermaye kazanımları insanlığın ve tüm canlı formlarının kaybı olarak yaşanmaktadır.

Bu özelliği ile 21’inci yüzyıl, sermayenin uluslararası karakter taşıdığı önceki dört asırdan köklü bir şekilde ayrılmaktadır. Sermaye sınıfı bugün insanlığın ortak mirasını temsil edebilme yeteneğini kaybetmiş durumdadır. Burjuvazinin 17’inci yüzyıldan bu yana kendi sınıf çıkarını insanlığın evrensel çıkarı olarak takdim etmekte hiç zorlanmadığı ve bu geçişi olanaklı kılacak koşullara ve kapasiteye hep sahip olduğu düşünüldüğünde, mutlak kazanan oldukları şu son 40 yılda gerçekte ne muazzam bir şeyi kaybettikleri not edilmek durumundadır. Sermaye sınıfı, evrensel değerlerin taşıyıcısı olduğu zamanlarda, kâr gibi tek motifli kuru, çirkin suretine gizemli bir çekicilik de kondurabiliyordu; kraldan sonra artık sermaye de çıplak!

En son Rusya’nın Ukrayna işgali ile yaşananlara bakar mısınız? Neymiş efendim, otoriter rejimler – demokratik rejimler karşıtlığı ile yeni bir soğuk savaş bloklaşması gerçekleşmekteymiş. Rus’a ait ne varsa “yassak” diyen kapitalist Batı mı demokrat olacakmış? Ya da “Rusya’nın olmayacağı bir dünya da olmasın” diyerek nükleer savaşa göz kırpan Putin mi ezilen dünyanın feryadı olacakmış. Geçiniz efendim, geçiniz. Ukrayna ve Rusya da dâhil olmak üzere bütün dünyada -en geniş yelpazesiyle- sosyalistler, emperyalist paylaşım savaşına kararlıkla karşı çıktılar, insanlığın ortak değerlerinin temsilini bir kez daha üstlendiler.

Türkiye kamuoyunda da görünür hale geldiği gibi, sosyalistlere ait norm ve değerler ile talepler, sokaktaki insanlar bakımından yaşamı sürdürebilmenin en makul, en akla yatkın biçimleri olarak görülüyor. Bir başka ifade ile devrim makulleşiyor. Makulleşme geliştiği ölçüde devrimci durum da olgunlaşıyor. Bu ise iradenin öncü rolünü çağırıyor. Programı halk kitleleri tarafından makul görülen öncüleri “aşırı uç” etiketi ile damgalayıp marjinalleştirmek, artık pek mümkün görünmüyor.