1970’li yıllardan 1990 başlarına dek, Turhal ekseninde, yer yer Sivas’tan Karadeniz’e kadar uzanan bir coğrafyanın mücadele öyküsü

Devrim olmayı başaran o unutulmaz isimler...

Yunus Emre Ceren

Turhal’da Devrimci Mücadele, Göç Yolundan Devrimci Yol’a NotaBene Yayınları’ndan çıktı. Kitap, az bilinen bir Anadolu kasabasının yaratıcı mücadelesinin ayrıntılarına vakıf oldukça bu toprakların barındırdığı dinamizmi derinlemesine kavrayabilme olanağı tanıyor. Biz de yazarı Şükrü Yılmazer ile söyleştik.

»Turhal’da Devrimci Mücadele, Göç Yolundan Devrimci Yol kitabınız yaşam öykünüz, arka planda da 1970’lerden 1990 başlarına dek, Turhal ekseninde, yer yer Sivas’tan Karadeniz’e kadar uzanan coğrafyanın mücadele öyküsü. Kapsamlı ve birçok bölümde de kolektif tarzda anlatılan bir eser. Bu fikir nasıl oluştu?
1994’de Turhal’dan ayrılırken, yanımdaki en değerli malzeme yaşadıklarım ve şahit olduklarımdı. Her biri ‘yaşayan anılar’ kıvamındaydı. Yıllar içinde ‘demlene demlene’ olgunlaştılar ve ete-kemiğe bürünmek istediler. Onların günün birinde, benimle birlikte toprağa karışmasını, unutulup yok sayılmasını istemiyordum. 2000’li yıllardan sonra çıkan 1978’li yılların anı kitaplarını ve özellikle ‘Tarihle Söyleşiler’i okudukça, bende; düşündüklerimi anlatabilmemin en iyi yollarından birinin kitap yazmak olduğu fikri oluşmaya başladı. İlk kez bu kitapta yazıya dökülen birçok yaşanmışlık olacaktı. “Hele bir kervan yola çıksın… Eksikleri yolda tamamlarız…” deyip, kolları sıvamaya karar verdim. İstek somutlaşınca, eksikler netleşiyor. İyi bir çalışma ekibi kurduk. Zorlandık ama oldu. Bütün anıları bu kitapla, toplumlar tarihine emanet ettim.

»Kitabın dikkat çekici yönlerinden birisi, bir kasabanın, Turhal’ın, sosyolojik gelişimini yüzyılları içeren tarihsel kesit içerisinde ele alması. Diğer sol anı-tarih kitaplarında bunu pek görmeyiz...
Bu yöntemi önemsedik. Herşeyin bizimle başladığını varsayan kaba bir sol anlatı, gerçeklikten uzak olurdu. Araştırdığımızda; Turhal’ın, verimli coğrafyasından ve bölgeler arasında önemli bir geçiş noktası olmasından dolayı, kadim tarihten bu yana değişik topluluklar tarafından ilgi çeken bir yerleşim merkezi olduğunu gördük. Divriği ve Sivas’tan Amasya’ya kadar olan bölge, egemenlerin birbirleriyle yaptığı mücadelelerin yanı sıra, ezilenlerin egemenlere karşı, Pir Silvanus’tan/Pir Sultan Abdal’a, Baba İshak ve Baba İlyas’tan/Bozoklu ŞeyhCelal’e (Celali İsyanlarına adını veren bir Turhal’lı) sayısız direnişler yaratmış zengin bir birikime sahipti. O yıllardaki mücadelemiz, halkın belleğinde yer eden ve değişe/dönüşe bize kadar ulaşan bu birikimin, 1978’lerin politik ortamında, devrimci bir hareketin kapsayıcılığıyla buluşması üzerine oturuyordu. Kurtuluş Savaşı’nda, atalarını kılıçtan geçiren Osmanlı’ya karşı, tereddütsüz Kuvvay’ı Milliye’den yana tavır alan Turhal’ın yerli halkı; şeker fabrikasının ilçeye kazandırdığı ekonomik ve sosyal güçle buluşan yaşam tarzıyla, demokrat ve özgürlükçü yapısıyla, o dönemde devrimcilere destek vermekten geri durmadı.

Turhal’ın o yıllarda; sivil faşizme teslim olmaması, çevre ilçelerde yaşayan ilericilerin, demokratların yaşamak istediği bir ilçeye dönüşmesi, Maden Direnişi ve Yerel Seçimlerdeki başarının sırrı buydu. Köklerimizi bir kere daha hatırlayarak, o günleri tarihsel kökleriyle buluşturduk. Mücadelemiz, Turhal ve çevresinin 1978 yıllarını kendi dünü ile buluşturdu. Umarım bu kitap, ‘o yılların yarınlarla’ buluşmasına bir kaynak olur.

»Kitap yaşam öykünüz üzerine kuruluyken aynı zamanda aşağıdan bir tarih anlatısı içeriyor. Bu tercihin nedeni?
Genelde 1978’lilerin, özelde Devrimci Yol’un tarihi, çoğunlukla ismi bilinen insanlar tarafından çokça anlatıldı. Bu anlatılardan yararlandık. Ama özellikle Devrimci Yol tarihi, daha çok, halkla buluşan/halklaşan bir tarih. Anadolu’nun dört bir yanında yükselen mücadele kendi öznelerini ve önderlerini yarattı. Devrimci Yol’un ete kemiğe bürünmesi ve kitleselleşmesi, en tabandaki, ismi pek bilinmeyenlerin başarısıdır.

Mücadelemiz, ne yaptıysa kendi özgücü ile yapan ve genel kavramların dışında yaparak/yaparken öğrenenlerin, ismi bilinmeyenlerin ve en aşağıdakilerin mücadelesidir. Taşralıdır...

Bu yüzden anlatım ve yazım yöntemimizi, ‘aşağıdan bir anlatı’ olarak kurguladık. Ki bu bizim gerçekliğimizdi. Devrimci hareket; hem geçmişin eleştirisi hem de devamı olma iddiasıyla teorisini güncellemişti. Bu teori bize; hem doğru hem de yeterli geliyordu. Bu yüzden, mücadelemiz pratik ağırlıklıydı. Daha çok ‘yaptığımız şeydik.’

Doğal olarak; teorik tahliller peşinde koşmadan, yaşadığımız olayları anlatmaya çalıştık. Yapmaya çalıştıklarımız/yaptıklarımız, zaten yöntemimizi, mücadele anlayışımızı ve örgütlenme tarzımızı, kendisi anlatacaktı. Bir yanıyla; ismi bilinen arkadaşların anlatılarını aşağıdan tamamlarken, diğer yanıyla biz yazmazsak, unutulup yok sayılacak olayları yazıya dökerek, bir tür tarihe not düşmek istedik. Daha çok önemsediğimiz, yaşananların unutulmamasını sağlamak/gelecek kuşaklara ve o dönemi araştırmak isteyenlere birinci dereceden notlar bırakmak ve henüz anlatılmayan ‘aşağıdan hikâyelere’ özendirici olabilmekti.

»1970’lerde Turhal’ın bu denli güçlü bir devrimci dinamizm barındırdığı pek bilinmez. 1980 sonrasındaki kırlarda yaşanan direnişe ilişkin birçok bilinmeyen anı var, mesela Ahmet Pehlivan ve Ayhan Gökvelioğlu’nun ölümleri... Nerdeyse bir film gibi anlatılmış. Erzincan Cezaevi de kıyıda kalmıştır, yaşanan zulüm pek bilinmez. Sonra da 1990’lar...
İlki; yaşayan ve gerçekleştirenlerin tanıklığıyla anlatılan, orman köylülerinin mitingi, Turhal Antimuan Madeni Direnişi, Geyran (Yazıcık) Hasat Sonu Şenliği, ilk kırsal deneyimler, Almus-İmranlı Kır Hattı’nın oluşturulması, Erzincan 2 No’lu Cezaevi vb olaylar ilk defa bu kitapta anlatılan yaşam deneyleri ve bunları gerçek kılan, bir kısmını yitirdiğimiz, ismi pek bilinmeyen, ‘devrim olmayı başarmış’, unutulmaması gereken ‘güzel insanlar’ var. Bu olayların ve gerçekleştirenlerin yazıya geçmesini önemsiyoruz.

İkincisi; kendiliğinden ve doğal olarak başlayan, sonra Yeni Çeltek, Fatsa ve Dağlar’da kökleşen, yarını bugünden kuran/eşitlikçi/dayanışmacı/birlikte karar alıp birlikte yapan/iş üzerinden örgütlenen bir sosyalizm anlayışı var. Bunun vurgulanmasını önemsiyoruz.

Üçüncüsü; (tıpkı o günlerdeki gibi) tanıklık yapmaktan, kitabın yazılmasına ve dağıtılmasına kadar kolektif bir çalışma var. Bunun gerçekleşmesini önemsiyoruz.

Son olarak, bize; bu kitabın yazılmasını sağlayan (ve bu yüzden de, bu kitabın gerçek yazarları olarak gördüğümüz), anıları bırakan, yitirdiğimiz bütün güzel insanları bir defa daha saygıyla anıyoruz.