Dar bir arkadaş grubuyla bir süredir, bir biçimde Sosyalist Solda yer aldıktan sonra, bu yolu terk eden insanların, neden Sosyalist Solda kaldıkları zamanın neredeyse on katı kadar uzun yıllar boyunca, bıkmadan usanmadan Solda kalanları ve Sosyalizmi kıyasıya eleştirdiklerini anlamaya çalışıyoruz. Sizce, örneğin ne Maoculuğu ne de Gorbaçovculuğu on yıl bile sürdüremeyen bir entelektüelimizin, inatla ömür boyu Sosyalizm düşmanlığını sürdürme istikrarı küçük bir araştırmayı hak etmiyor mu? Bizce, öğrenciliği zamanında sırf fakültedeki devrimci öğrencileri tanıdığı için kendini de devrimci sayan bir diğerinin, yıllarca ‘bir eski Solcu’ olarak, devrimcilere veryansın etmesinin nedenleri de araştırmayı hak ediyor… Evet, devrimciliği ya da Sosyalizmi terk ettiğini söylemeden, hâlâ devrimci ya da Sosyalistmiş gibi yaparak Sosyalizme ve devrimciliğe saldıranları da unutmadık.

Derken, arkadaşlardan biri, “dışarıda nasıl oluyor bu iş, şu senin Almanlara falan bir baksak” dedi. Öyle ucundan kenarından değil, uluorta devrimcilik yapmış, devletle kıyasıya dövüşmüş, devrimci yolda mücadelede yıllarca hapis yatmış Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun (RAF- Rote Armee Fraktion) kendini feshediş bildirisini okuyunca bizimkileri biraz anlamaya başladık.

Alman devletiyle ve kapitalizmle yaklaşık 28 yıl mücadele ettikten sonra 1998’de kendini feshettiğini açıklayan RAF’ın ‘feshediş bildirisi’nden, Türkiye’deki eski solcuları anlamamıza meydan verdiğini iddia ettiğimiz pasajları aşağıda okuyacaksınız. Ancak, önce bildiriden bizim çıkardığımız iki temel sonuca bakalım:

1. RAF’lılar örgütü feshederken, bir anlamda kendilerini de feshediyor. Yani RAF militanları feshediş bildirisinde suçu konjonktüre, şartlara, devlete, kapitalizme, diğer arkadaşlara, aptal insanlara vs. atıp kendilerini haklı çıkarmaya veya kurtarmaya çalışmıyor. RAF’lılar, samimi bir biçimde kendilerini de eleştiriyor; niçin başaramadıklarını, niçin örgütün bu hale geldiğini araştırıyorlar. Bizde ise, eski Solcular, örgütü, Sosyalizmi, devrimi, Marksizm’i bir kalemde yerin dibine batırırken, hep kendini yükseltiyor. Nasıl olsa, kimseye “birlikte yaptığın her iş, içinde olduğun her şey bu kadar kötüyse sen nasıl bu kadar akıllı ve iyi kaldın” diye soran yok.   

2. Kendilerini ‘evrensel’ meselelerle haşır neşirmiş gibi  görseler de, bizim çokbilmiş eski Solcuların hemen hepsinin bir diğer özelliği de, ‘yüzleşme ve hesaplaşma’yı siyasal bir muhasebeden çok son derece yerli ‘arabesk bir iç dökme’ işi olarak görmeleri. Hatta ‘insafsızca başkalarının acısından bile kibir devşiren’ bu özellik, ekseriye ‘öğreten adam’ biçiminde tezahür ediyor. Ancak kâh “ne haliniz varsa görün, siz bana layık değilsiniz” kâh “zamanın ruhunu bir tek ben anlarım” biçiminde kendini gösterdiği de oluyor. Bu, içinde olmadığı eski dönemlerde başkalarının yaşadıklarından tehlike geçtikten sonra çıkar elde etme çabasıyla da kendini gösteriyor. Böylelikle her köşe başında verdiği fikirler her daim değişen ama fikir vermekten asla vazgeçmeyen ‘Sosyalist Ahmet Mithatlar’ karşımıza çıkıyor.     

ÖZELEŞTİRİ VE İTİRAFÇILIK
Her neyse, RAF’ın fesih bildirgesinde eleştiri ve özeleştirinin ‘aslında bir yeni başlangıç’ olduğu vurgulanıyor. Özeleştirinin erdemine dikkat çekiliyor. En önemlisi, RAF özeleştiri yaparken bulunduğu konumu terk etmiyor, konumunu eleştiriyor. Bizimkiler ise, hem terk ettiği yeri eleştiriyor, hem de bunu yaparken daha önce savaştıkları gücün yanında duruyor. Eski Solcuların, Sol ile ilişkisi varken sesini çıkarmayıp, karşısına geçtikten sonra hâlâ eski konumu hakkında laf söylemesini bir an unutursak, eski Solcuların Sola dair eleştirilerin bir kısmı doğru da olabilir. Ama bunu nerede ifade ediyorlar? Sosyalist döneminin eleştirisi, sosyalistliğinden kat be kat uzun olan bu insanlara, devrimcileri döverken arkalarına almaktan pek hoşlandıkları Theodor W. Adorno’nun “Yanlış hayat doğru yaşanmaz” sözünü biraz eğip bükerek iade edebiliriz: “Yanlış yerde doğru söz söylenmez!”

Yanlış yerde doğru söz söyleme ısrarı sonuçta ‘itirafçılık’tan başka bir şey olmuyor. Bu anlamda, kimseyle işi olmayan bir avuç Solcuya ısrarla ‘doğru’ söz söyleme peşinde koşan bizim eski Solcularımızın dönem dönem gemi azıya almaları, galiba sadece itirafçılıkla da açıklanamaz. Belki de açıklanır, her itirafçılık ‘iftirayı’ da içermez mi? Bizimkilerin son dönemde yaptıkları galiba tam da bu.  

SİSTEMİ SORGULAMAK MEŞRUDUR
RAF’ın kendini feshediş bildirisi, geçen hafta ‘zaman aşımı’ nedeniyle düşen Devrimci Yol davasını ve 30 yıldır dimdik ayakta duran bir grup insanı da hatırlatıyor. RAF bildirisinde sonlara doğru şöyle deniyor: “Geçmişimiz pürüzsüz ve hatasız değil. Ama egemenlerin birçok kuralına karşı çıkmayı ve toplumca içselleştirilmiş sınırları aşmayı denedik ve çoğunu da aştık. RAF kurtuluşa giden yolu gösteremedi fakat kurtuluşa dair düşüncelerin bugün hâlâ var olabilmesine yirmi yıldan daha uzun süre katkı sağladı. Bütün dünyada özgürlük, kurtuluş ve onur yerine tahakküm ve baskı olduğu müddetçe, geçmişte olduğu gibi bugün de sistemi sorgulamak meşrudur…” 
Ve en önemlisi, bu bir grup insanın, RAF’ın gördüğü, kendilerine dair eleştiri ve özeleştiride dile getirdiği hataları ve ihtiyaçları, kendi alanında doğru tespit edip, hareketin toplumsal bir güç haline evrilmesini başarmış olmaları. Ne dersiniz? Şimdi RAF’ın ‘muhasebesine’ bakalım.     

70’LERDEN 80’Lİ YILLARA
“RAF yapabileceği her şeyi yaptı ve büyük bir yenilgiye uğradı. RAF, 68 hareketinden arta kalabilen çok az örgütlerden biriydi. 68 döneminden pek çok insan, mücadeleden çekilerek sistem içinde kariyer yapmada şans gördü. RAF, dünya çapındaki antiemperyalist mücadelenin bir parçası olarak, Almanya’daki kurtuluş mücadelesini üstlendi. Ancak (…) RAF hem siyasi hem de askeri olarak inisiyatifi ele alıp, iç savaş başlatacak gücü gösteremedi, ortaya çıkan duruma refleks tepki göstermekle yetindi. 70’li yılların başındaki tarihsel koşulları kullanmak ve emperyalizm ile kurtuluş mücadelesi arasında metropollerde henüz denenmemiş ve bilinmeyen bir dönem başlatmak haklıydı. (…) Yenilginin tecrübesi,  RAF’ın eski şehir gerillası konseptinin sınırlarını gösterdi. (…)”       

80’Lİ YILLARDAKİ ANTİEMPERYALİST CEPHE
“80’li yılların başında, sistemin insanlık düşmanı projelerine karşı olan ve yine özgür yaşam biçimlerini dile getiren çok sayıda mücadele vardı. Daha başından beri, başka bir toplum tasarımını bugünden kurmayı hedefleyen toplumsal uyanış, başka bir toplumsal gerçeklik peşindeydi.    

Değişik hareketlerden binlerce kişi 1980’li yıllarda RAF’ın daha 1979’dan beri karşı çıktığı şeyler için sokağa döküldü. (…) RAF, ortaya çıkan bu yeni aşamada yalnız kalmayacağını düşünüyordu. Konsept farklı hareketlerin militan kesimlerinin ortak cephe kuracağı umudunu taşıyordu. Fakat bu konsept, mevcut toplumsal koşullarda insanların en azından savaş düzleminde kurtuluş mücadelesini anlamlı gördüğü gerçeğinden yola çıkıyordu ve ancak haklılık içermiyordu.
     
Merkezi momenti savaş olan kurtuluş mücadelesi, ancak toplumdaki güçler onu kabule hazır olduğunda bir şansa sahip olabilir ve hareketin genişleme imkânına sahip olunduğunda, en azından radikal kısmın bunun bir parçası haline gelme şansı olduğunda anlamlı olur.

Ancak dayanışma içinde olanlar bile, ki sayıları hiç az değildi, mücadeleyi bu anlayışla kabul etmedi. Gerilla savaşı mücadeleyi yeni düzlemlerde genişletme perspektifine ihtiyaç duyar. Gerilla mücadelesinin var oluşuyla ilgili bu gelişmeye ulaşmayı biz asla başaramadık.  

RAF’ın silahlı eylemi mücadelenin merkezine koyan tahayyülü, politik-askeri mücadele dışındaki siyasal ve karşı-kültürel süreçleri küçümsedi. 70’lerin konseptindeki temel yapıyı yenemeyen bu stratejik yönelimi aşmak yeni bir devrimci proje için koşulları oluşturmak anlamına gelecekti. Hareket ile gerilla arasındaki ayrımı ortadan kaldıran cephe, yeni kurtuluş mücadelesi projesi olamadı.

RAF, 80’li yıllarda merkezi güç odaklarına ve emperyalizme karşı saldırının toplumsal devrimci içerik barındırdığından yola çıkıyordu. Bu varsayımla siyaset gittikçe soyut bir hal aldı. Sonuç birlikte durması gerekenlerin bölünmesi oldu: Antiemperyalizm ve toplumsal devrim. RAF’ın teori ve pratiğinden toplumsal devrimci içerik ve teori kayboldu. Bu antiemperyalist çizgiyle sınırlı antiemperyalist cephe anlayışının sonucuydu. RAF’ı toplumsal sorunlar içinde tanımlamak mümkün olmadı. Tüm toplumsal ve siyasal içeriği, bütün sisteme karşı antiemperyalist saldırıya indirgemek,  bir birlik süreci yerine yanlış bir bölünmeyi üretti ve bu mücadelenin içeriğinin ve somut sorunlarının tanımlanamamasına neden oldu.

Toplumdaki etki sınırlı kaldı çünkü iktidar ile toplum arasındaki uzlaşma bağlarını kopartacak toplumsal bilinç oluşturma –her devrimci davada bu merkezi bir gereklilik–  tahayyülüne ulaşmak giderek yok oldu. Buna karşın RAF egemen iktidara karşı saldırılarını sertleştirerek iktidarı sarsmayı denedi. Öncelik askeri faktörler lehine değişti. Mücadele sürecindeki bu vurgu tüm 80’li yıllar boyunca değişmeden kaldı ve mücadelemizi biçimlendirdi.

CEPHEDE DOĞRU ÇİZGİ TARTIŞMASI
(…) RAF, kendi örgütlü sınırlı gücüne ve RAF’la yakın ilişkiler içindeki militanlara yoğunlaştı. Başka gruplarla direnişin ortak cephesini oluşturma girişimi,  zenginleştirici bir gelişim olmaktansa, engel olmaya başladı. Cephenin bu sebepten dolayı da, ‘doğru çizgiyi’ oluştururken çok fazla enerji harcandığından tekrar dağılması gerekti. Bu darlıkta bir siyasal dinamik geliştirilemezdi. (…)  

RAF militanlarının direnişte her şeyi feda etmeye hazır oluşları ile kurtuluş mücadelesi süreci için yeni fikirler üretememe darlığı büyük bir çelişki oluşturdu. Bu anlamda az risk alındı. Bu zamanda –80’li yılların konseptinin üzerinden az bir zaman geçmişti- bizim tarafımızda sadece ‘siyaset yapmak’ dışında bir anlam ifade etmeyen, kurtuluşla ilgili her şeyden olabildiğince uzaklaşmış, bazen soğuk ve sert bir politik tutarlılıkla sürdürülen, bir gelişme oldu. Yine de bu zamanlar, RAF ve RAF tutuklularının tüm zor koşullara ve yenilgilere rağmen, kararlılıkları ile tarihin akışı içinde yıkılmadan kaldıklarını ve iktidarın baskılarına karşı inatla sistemi değiştirmek istediklerini gösterdikleri zamanlardı.
Bu başkaları için de umut oldu ve pek çok insanı kendine çekti çünkü bu mücadele toplumdaki yalnızlaştırma ve tecride karşı kolektif yaşamın ve dayanışmanın mücadelesiydi.

ÇÖKÜNTÜYLE TEK BAŞIMIZA BAŞ EDEMEZDİK 
Bizim için Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin (DDR) yıkılmasından sonra mücadelemizi yeni oluşan toplumsal koşullara göre biçimlendirmek önemliydi. Adımlarımızı DDR’nin çökmesiyle hayalleri sönenlerle birlikte atmak, onlarla ilişkide yürümek istiyorduk. Bunlar ister reel sosyalizmin gerçekten özgürleştirici olamadığını görmek zorunda kaldıkları için muhalif olanlar ya da DDR zamanında reel sosyalizme muhalefet edenler olsun, ister reel sosyalizm ve kapitalizm dışında başka bir sisteme ulaşmayı hayal edenler olsun, hayalleri yıkılmış insanlardı.

Daha sonra gördük ki, çöküşün boyutlarıyla ve Doğu ile Batı arasında oluşan bu yeni gerçeklikle, yalnızca yeni bir enternasyonalist kurtuluş projesi baş edebilirdi. RAF tek başına durumun üstesinden gelemezdi. 

GEÇMİŞ DOGMAYA HAPSOLDUK
RAF’ı yeniden doksanlara uyarlama denemesi, gerçekçi olmayan bir girişimdi.  68 hareketinden ortaya çıkan konsepti, 90’ların yeni toplumsal devrimci ve enternasyonalist konseptine uydurmak istedik. Ama geçmiş yılların dogmalarına hapsolduğumuz için radikal bir biçimde eskiyi aşamadığımız bir dönemdi. Böylece, 77’den sonra bizden öncekilerin yaptığı yanlışı yaptık: Mücadeleye dair anlayışımızın sürekliliğini korumayı abarttık.

Ama esas tehlike, devrimci sürecin hissedilir biçimde, somut olarak nasıl ilerletileceği ve kurtuluş mücadelesini nasıl yükselteceği açıklığa kavuşturulmadan, halen sürdürülmekte olan silahlı mücadelenin karalanmasında yatıyor. Burada sorumlu davranmak önemli, karalandıktan sonra, aksi halde silahlı mücadele ihtiyaç duyulacak başka koşullar için bile, bu yöntem etkileyici olmaktan çıkar.

80’li yıllarda Sol hareketlerin sınırlarını zorlayan ve dağılmalarına yol açan kriz, RAF’ı yeni bir evreye aktarma projemizi gerçekçi olmayan bir denemeye dönüştürdü. RAF’ı bir geçmiş değerlendirmesi sürecinden sonra değiştirmek için bile artık çok geç kalmıştık. Eleştiri ve özeleştirinin amacı bir çalışmayı sonlandırmak değil, aksine onu daha da geliştirmektir. RAF’ın sonlandırılması son tahlilde, özeleştiri ve değerlendirme sürecinin sonunda değil tam aksine bir zorunluluk olarak belirdi, çünkü RAF konsepti artık içinden yeni bir şey çıkabilecek bir içerik taşımıyordu. Bugün tarihimizin bu kısmını, tarihsel davanın bütünü içinde değerlendirdiğimizde RAF’ı yeniden güçlü bir siyasal harekete çevirme denemesi çoktan bitmeyi hak eden bir perspektife sahip projenin uzatılmasından başka bir şey ifade etmiyordu. Eski konseptten geriye her şeyden önce sadece mücadele biçiminin kaldığını görmemiz gerekiyordu. Anlaşılan işçi sınıfının ve insanın düşmanı, kâr odaklı ekonomiye karşı gelecekteki kurtuluş hareketlerine temel oluşturabilecek ve pek çok insanı bir araya getirebilecek yeni gerçekliğin maddi temeli oluşmamıştı.

1993’teki yenilgimizin ardından, mücadelemizin 1992’deki dönüm noktasında olduğu gibi, her şeye olduğu gibi devam edemeyeceğimizi biliyorduk. Hedeflerimizi doğru saptadığımızdan ancak ağır taktiksel hatalar yaptığımızdan emindik. Hâlâ hapishanelerde olanlarla birlikte süreci bir kez daha değerlendirmek ve beraber yeni bir aşamaya geçmek istedik. Fakat süreç RAF tutsaklarının bir kısmıyla bizi düşman haline getiren ve RAF’ın ortaya çıkış gerekçeleri olan kolektif için dayanışma ve mücadelenin çoktan buharlaştığını gösteren, acı verici bir ayrışma yaşamamızla sonuçlandı.

KENDİ KURTULUŞUMUZ İÇİN SÜREÇ…  
…bizim için önemliydi ancak sürekli tıkandı. Kolektifliği hedefliyor ve aynı derecede her türlü yabancılaşmanın birlikte aşılmasını istiyorduk. Ancak savaş ve kurtuluş arasındaki çelişki sık sık bastırıldı ya da dile getirilmedi. Devrimci mücadele de, kurtuluşla çelişkili olsa da kendi yabancılaşmasını ve otoriter yapılanmasını oluşturuyordu. Bu durumun yapısal olarak sabitlenmemesi ancak durumun bilince çıkarılmasıyla mümkündür. Aksi takdirde hem siyasal alanda hem de ilişkilerde yeni otoriter yapılar ve katı kastlaşmalar ortaya çıkar. Bu durum her şeyden önce 80’li yıllardaki cepheleşmede sıkça değişen-karşılıklı hiyerarşik yapılarda ve 1993’teki bölünme sırasındaki otoriter eğilimlerde ortaya çıktı. Bu düşüncede ve algıda burjuvalaşmanın geri gelmesi şeklinde kendini gösterdi ve RAF tarihinde birlikte savaşmış birçok insanın artık topyekûn devrimin olabileceğine dair inancının yitirilmesini getirdi.  

SİYASAL TOPLUMSAL ÖRGÜTLÜLÜK
İllegal-silahlı yapıların yanında siyasal-toplumsal örgütlülük yaratamamak stratejik bir hataydı. Tarihimizin hiçbir safhasında askeri-siyasi mücadeleyi aşan siyasal bir örgütlülük yaratılamadı. RAF konsepti son kertede, silahlı mücadeleyi ve merkezlere askeri- siyasi saldırıları tanıyordu. 70’li yılların ortalarına kadar RAF’ın temel metinlerinde bu önemli sorun henüz açıklanamamıştı. Metropollerde çok sınırlı ve Almanya’da hiçbir şehir gerillası tecrübesi yoktu. Pek çok şeyin doğru mu yanlış mı olduğunu öğrenmek için önce keşfetmek gerekiyordu. Buna rağmen, kurtuluş projesini kurmanın illegal bir örgütün silahlı mücadelesiyle yeterli olup olmadığı ya da gerillanın inşasının, tabanda yeşerecek mücadeleyle oluşturulacak toplumsal siyasal yapılarla kol kola yürümesinin imkânının yaratılması gerektiği gibi can alıcı sorular sorma yönelimindeydik. Tutuklu yoldaşlarımız bu konuda 1976’da illegal silahlı hareketlerin emperyalizme karşı tek pratik ve teorik mücadele yöntemi olabileceğini yazdı.

1982 Mayıs konsepti de, başka gruplarla birlikte yeni bir siyasal ilişki bulma denemesi olmasına ve tüm çelişkilerine rağmen, bu yanlış teoriye bağlı kaldı. Bu konsept de silahlı mücadeleyi metropollerdeki savaşımın merkezi haline getirme düşüncesinden vazgeçmedi. Cepheleşme sürecinden gelen siyasal eylemler, genellikle radikal Sol içindeki saldırılarda arabuluculuk etkinliklerinde etkisiz hale geldi.

Yirmi yılı aşan süreçte, bir siyasal örgütlülüğün yaratılamaması her daim güçsüz bir siyasal süreç yaşadığımızı gösteriyor. Bu konseptin sonucunun böyle olması, son on yılda metropollerdeki askeri-siyasal eylemlerin etkisinin abartılması ile ilgilidir. RAF silahlı mücadele stratejisini değişik aşamalarda farklılaştırdı ancak hiçbir zaman militan eylemleri ait olduğu yere oturtamadı: Geniş kapsamlı kurtuluş stratejisinde taktiksel bir seçenek. Bu zayıflık artık dönüştürülemez bir aşamaya evirilmesine neden oldu. Mücadelenin ağırlık noktasını -1992’de yapmak istediğimiz gibi- siyasal mücadele düzlemine yükseltme koşulları ortadan kalkmıştı. Ama bu sonuçta sadece stratejik temelde yapılan hatalara bağlıydı.

Siyasal-toplumsal örgütlülüğün yaratılamaması RAF’ın sonunu belirleyen hata oldu. RAF’ın güçlü bir kurtuluş projesi tasarlayamamasının tek nedeni bu değil, sonuçta toplumsal gelişme üzerinde, kurtuluş yolunda bir mücadeleci alternatif hareket yaratılmasının en önemli koşulu da yoktu. RAF’ı var olduğu bütün süre boyunca takip eden bu gibi yanlışlar göstermektedir ki, RAF geleceğin kurtuluş projesinde artık geçerli olamaz…”

(…)

Böyle mi bitiyor her şey? Hayır, şöyle bitiyor: 
“Devrim der ki:
Vardık
Varız
Var olacağız! 
Kızıl Ordu Fraksiyonu
Mart 1998”