Devrimci damarı yok etmek istediler

Ben, Mahir Çayan ve arkadaşlarının Maltepe Cezaevi’nden firar etmelerinden sonra onların kovuşturulması operasyonları sırasında yakalandım. Dev-Genç yöneticisi olduğum için aranıyordum. Ama özellikle Mahir Çayan’ın ve arkadaşlarının Ankara’da barındığı yerleri bildiğime dair bir istihbarat üzerine benim bulunabileceğim yerleri ve kişileri takip altına alarak benimle irtibatta olduğunu düşündükleri Koray Doğan’ı yakalamak için girişimde bulunuyorlar. Koray Doğan’ı bir evde kıstırıyorlar, kaçarken arkasından ateş ederek vuruyorlar. Benim yerimi söylemesi için yaptıkları işkence sırasında da hayatını kaybetti. Bu olayı takip eden günlerde ben etrafımdaki sıkıştırmanın yoğunlaşması sonucu yakalandım. Bir aya yakın süre kontrgerilla merkezinde Mahir Çayan’ın yerini söylemem için bana işkence yaptılar. Benim yakalandığım gün Mahir Çayan ve diğer arkadaşlar Bahçelievler’de sadece benim bildiğim bir evde kalıyorlardı.

Orada bir hafta kaldılar. Bir hafta içinde de Karadeniz’deki arkadaşlarla irtibat kurarak oraya geçtiler. Emniyette kaldığım sürenin son günlerinde Karadeniz’den getirttikleri tutuklulara işkence yaptıkları sırada sesleri dinlerken, Mahirlerin Karadeniz’de olduğunu öğrendim. Tabii benimle birlikte polisler de öğrendi. Bu gelişme üzerine sorgumu bıraktılar. Beni havaalanı içinde konuşlandırılmış bir işkence merkezinde sorguluyorlardı ve buradaki kontrgerilla elemanları uçaklara binerek operasyon için hemen Karadeniz’e gittiler. Beni de Mamak Cezaevi’ne gönderdiler. Cezaevinin arkasında bir hücrede tutuluyordum. Tecrit edilmiş durumdaydım ve orada kaldığım sırada sonradan isminin Abdullah Kul olduğunu öğrendiğim bir general, yanına cezaevi müdürünü de alarak hücreme geldi. “Bu mu?” diye sordu. Bana böbürlenerek “Bütün arkadaşlarını öldürdük” dedi. Sonra da “10’unu birden öldürdük” dedi. O an yalan söylüyor arkadaşlarım on kişi olmaz dedim ama tavırlarından da şüphe ediyordum. Doğru söylüyor gibiydi. Çok üzüldüm. Bütün arkadaşlarımı kaybettim. Bunu tanımlamak çok zor, ilk öğrenişim böyle oldu.

Türkiye’de gelişen antiemperyalist gençlik hareketi, Vietnam ve Kamboçya gibi ulusal kurtuluş savaşlarının verildiği ülkelerde olduğu gibi gelecekteki büyük tehlikenin çocuk haliydi. Büyümeden ezilmelidir düşüncesiyle, önce kontrgerilla kampları kurdular, sonra oralarda silahlı eğitim verdiler. Bu kamplarda yetiştirdikleri kişilerin yetmediği yerde de kontrgerillanın resmi güçlerini insanların üzerine saldılar. Onların yetmediği yerde de darbe yaptılar, insanları işkence edip astılar. Sonunda ise yarısı cihatçı, yarısı dinci bir ekibin Türkiye’nin idaresinin başına geçmesini temin ettiler. Bunu da Ortadoğu’da istedikleri ülkelere Türkiye’yi model haline getirmek için yaptılar. Hem Türkiye’yi hem de Ortadoğu’yu ne hale getirdikleri ortada.

Kızıldere’de yaşananlar emperyalist ve faşist güçlerin gelişen devrimci hareketin önünü kesmek için giriştikleri katliamdı. Devrimcileri yok ettiler ve devrimci harekete büyük zarar verdiler.

Onların direnişi ve dayanışması çok önemlidir ve Kızıldere’yi yıllardır binlerce, on binlerce, yüz binlerce kişiyle anıyoruz. Onların kahramanlıklarını, dayanışma ruhlarını ve cesaretlerini, ölümü göze alarak gidişlerini biraz da kutsayarak anlatıyoruz. Oysa unutulmamalıdır ki onlar Türkiye’deki öncü hareketin gelişmesinde büyük birer isimdiler. Bu arkadaşlar 1960 sonrasında gelişen devrimci mücadelede yetişen çok değerli insanlardı.

O sürecin önderliğini yapan, benim de önderliğimi yapan düşünce ve eylemleri olan arkadaşlardı. Onlar hayatlarını kaybetmemiş olsaydı, daha sonraki süreçlere yapacakları katkılar Kızıldere gibi bir kahramanlık olayının yarattığı hayranlıktan çok daha büyük sonuçlar doğurabilirdi. Bu olayın unutulan yanlarından biri, ölümü çok fazla kutsuyoruz. Oysa yaşasalardı çok daha değerliydiler. Bir de Türkiye’deki devrimci hareketin bir dönemi Kızıldere ve Denizlerin idamı ile birlikte sona erdi.