İktidar bloku güç kaybetmeye devam etmektedir, edecektir. Bu nedenle Boğaziçi Üniversitesi’ne saldırıyorlar; baroları, tabip ve meslek odalarını bölmeye, güçsüzleştirmeye çalışıyorlar. Hak arayan işçileri bu nedenle susturmaya, etkisiz kılmaya çalışıyorlar.

Devrimci, demokratik ve  laik bir Cumhuriyet için…

Geçtiğimiz günlerde bir çağrı metniyle çalışmalara başladığını duyuran SOL FORUM, ilk üretimler için yan yana gelmeye başladı. Aralarında sendikacılar, akademisyenler, demokratik kitle örgütü temsilcilerinin de bulunduğu 70’e yakın kişinin katılımıyla başlayan süreç; Anayasa tartışmaları, rejim krizi, kamuculuk, laiklik ve ekoloji mücadelesine kadar pek çok başlıkta yeni katılımlarla devam ediyor. SOL FORUM, bugünün dünyası ve Türkiye’sinin içine girdiği karanlık girdaptan çıkışın anahtarının SOLda olduğunu belirterek, “laik, kamucu, devrimci ve demokratik bir Cumhuriyet” mücadelesine katkı vermeye çağırıyor. SOL FORUM’un hazırladığı metni yayımlıyoruz:

Türkiye yakın dönem Cumhuriyet tarihinin en köklü krizlerinden birini yaşıyor. Ekonomiden siyasete, dış politikadan toplumsal hayata uzanan, her düzlemde krizin etkileri ve yakıcı sorunlarıyla yüz yüze geliyoruz.

AKP-MHP ve eklentilerinden oluşan iktidar bloku, bir sorunlar yumağına dönüşen krizi yönetemiyor; baskı yöntemlerini artırması, durumu daha da ağırlaştırıyor. Geniş halk kitlelerinin taleplerini görmezden gelen; sadece sermayenin taleplerini karşılamayı gözeten iktidar, her geçen gün halk desteğini biraz daha yitiriyor.

Ekonomik kriz salgın koşullarında daha da derinleşirken yoksulluk, işsizlik ve hayat pahalılığı, halkın en temel ihtiyaçlarını karşılanamaz hale getiriyor. İflaslar, intiharlar, çöpten yiyecek toplayan insan manzaraları gündelik olaylar haline geliyor.

Salgın nedeniyle işyerlerini açamayan esnafın yaşadığı ekonomik yıkım bir yana, kötü yönetilen bir salgınla mücadele süreci içinde çalışmak için toplu taşıma araçlarını kullanan; fabrikalarda yan yana üretim yapmak zorunda bırakılan işçiler, hastalığın ve ölümün pençesine terk ediliyor. Beceriksiz bir yönetimin diyetini başta sağlık çalışanları olmak üzere bütün bir halk ödüyor.

Aşı, maske temini, tedavi konularında sergilenen beceriksizlikler ile hastalık ve ölüm sayılarında yanlış bilgilendirilme sonucunda bir felaket tablosuyla yüz yüze bırakılıyoruz. Camilerin, AVM’lerin açık olduğu; siyasi parti kongrelerinin, mitinglerin yoğun kalabalıklarla yapıldığı bir dönemde konserler, sanat gösterileri, lokantalar vb. yasaklanıyor.

Köprülere, akaryakıta, gıda ürünlerine, iğneden ipliğe her şeye zam üstüne zam yapıyorlar. Vergileri artırıyor; yandaşlarına her türlü kolaylığı sağlıyor ama ekonomiyi yönetemiyorlar. Halkın hoşnutsuzluğu arttıkça en iyi bildikleri şeyi yapıp baskı ve zulmü artırıyorlar. İktidarlarını sürdürmeleri giderek zorlaştıkça, muhalefet cephesinde gedikler açmak için din ve milliyetçilik üzerinden kurguladıkları düşmanlaştırma politikalarını derinleştiriyorlar.

SİYASAL İSLAM YENİLDİ

Dış politikada ise Kafkaslardan Balkanlara ve Akdeniz’den Ortadoğu’ya uzanan alanda büyük emperyalist güçler arasındaki gerilimler, boşluklar içinde mevzi kazanmaya çalışan Türkiye’nin manevra alanı bütünüyle tıkanmış durumdadır.

Irak’ın bölünmesi, Libya’da ve Suriye’de yaşanan iç savaşın geldiği boyutlar, AB, ABD, Rusya ve Çin arasında süren bölgesel ve küresel egemenlik savaşları Türkiye’ye alan bırakmayan boyutlara ulaşmış durumdadır. Türkiye yanlış politikalarının sonuçlarını giderek yalnızlaşarak yaşayan bir ülke konumuna sürüklenmiştir.

Çok açıktır ki bugünün dünya dengeleri AKP’nin iktidara geldiği 2000’li yılların başlangıcından çok farklıdır. Neoliberal politikalar iflas etmiş; buna eşlik eden postmodern siyaset anlayışları güç kaybetmiş; siyasal İslam gerilemiş ve tek adama dayanan yeni-faşist rejimlerin de tükendiğine dair çok önemli belirtiler ortaya çıkmıştır.

Bambaşka bir konjonktürde iktidara gelen AKP ise bu süreçte bütün inandırıcılığını kaybederek, derin devlet artıklarına ve MHP, VP, BBP gibi ırkçı-milliyetçi partilerin ipine sarılarak iktidarını sürdürmek zorunda kalmıştır.

Bütün ezilenleri, işçileri, Kürtleri, kadınları, farklı etnik ve dinsel kökenden gelen insanları; özetle toplum bütün farklı kesimlerini zorbalıkla suskunlaştıran; fiilen faşist bir düzen kurmaya çalışıyorlar.

Şimdi yeni bir dönemin kapısı aralanıyor. Biden ile birlikte ABD bir öncekinden farklı yeni bir emperyalist politikaya yöneliyor. NATO’nun güçlendirileceği, AB-ABD ilişkilerinin tamir edileceği bu yeni dönemin en önemli özelliği Türkiye gibi ülkelere “özerk” bir alan bırakılmayacak olmasıdır. Türkiye bu noktada kesin tercihlere zorlanacaktır. Saray iktidarı, tüm “yerli ve milli politika” şamatasına karşın yeni emperyalist politikalara eklemlenmeye heveslidir.

Dünya ekonomisi açısından da likidite ve sermaye hareketleri bolluğunun sonuna gelinmiştir. Kırılgan bir ekonomiye sahip Türkiye açısından bu daha zor dış kaynak bulmak; dolayısıyla yapısal sorunlarını daha yıkıcı bir biçimde yaşamak demektir. Emperyalist-kapitalist sistemin krizi, Türkiye’nin son derece kırılgan ekonomisini çökertme olasılıkları da içermektedir.

İKTİDAR BLOKU GÜÇ KAYBEDİYOR

Özetle bugünkü iktidar bloku, güç kaybetmeye devam etmektedir, edecektir. Bu nedenle Boğaziçi Üniversitesi’ne saldırıyorlar; baroları, tabip ve meslek odalarını bölmeye, güçsüzleştirmeye çalışıyorlar. Hak arayan işçileri bu nedenle susturmaya, etkisiz kılmaya çalışıyorlar. Kürtlere, kadınlara, farklı inanç ve kimliklere saldırmaları; muhalif aydınları ve gazetecileri tutuklamaları bundan… Bütün sokak eylemlerini bastırmaya çalışmaları bundan… Sokak şiddetine başvurmaları, mafyadan medet ummaları bundan… Kaybettikleri desteği, muhalifleri yıldırarak kapatmaya çalışıyorlar.

Anayasa’yı, seçim yasalarını işlerine geldiği gibi değiştirerek; seçimleri hile ve zorbalıkla düzenleyerek faşist bir rejimi kurma, yerleştirme gayreti içindeler.

Muhalefet blokunun, Ayasofya, Boğaziçi vb. örneklerde görüldüğü gibi edilgen; iktidarın kendiliğinden erimesini bekleyen bir strateji izlemesi son derece yanlıştır. Oyuna gelmemek, sokaktan ve direnişten uzak durmak ve muhalefeti en tutucu toplumsal ve siyasal taleplerin bileşkesinde tutmak gibi bir strateji, çürüyen bir rejimi onarma çabası anlamına gelecektir.

Yerel seçimlerin bu stratejiye bağlı olarak kazanıldığı da tam bir yanılgıdır. Yerel seçimlerde AKP’nin yenilgiye uğratılması halk kitlelerindeki değişim talebinin ve 12 Eylül Referandumu, Gezi, Hayır kampanyası vb. etaplardan geçen bir direniş birikiminin sonucudur.

İktidar toplumsal talepleri karşılama becerisini yitirdiği için güç kaybediyor. Muhalefet ise ancak bu toplumsal taleplerin taşıyıcısı olduğu ölçüde başarılı olabilir.

Evet, koyu bir karanlığın ortasındayız. Ama bir çıkış yolu var. Bu baskıcı, faşizan rejimden kurtulma olanağı var. Türkiye’nin ilerici devrimci mücadele birikimi bu ablukayı dağıtmakta öncü bir rol oynayabilir.

Laikliği yeniden inşa ederek demokrasi ve özgürlükleri derinleştirecek bir düzen kurmak; farklılıkları demokratik rejimin temel taşı sayan bir arada yaşama iradesini ortaya koymak; emperyalizmin, sermayenin tahakkümüne son veren kamucu bir ekonomik ve toplumsal hayat örgütlemek pekâlâ mümkündür.

Halkın kendi kendini yönetme fikrinin siyasetin temelinde yer aldığı; yerel demokrasinin ve yerinden yönetim ilkelerinin barışın garantisi olduğu; her türlü ezme ve ezilme ilişkisine son verildiği bir ülke hayal değildir.

Yirmi yıla yaklaşan gerici politikalara, yağma ve yolsuzluklara son vermeye; hesap sormaya ve kamu kurumlarında örgütlenen gerici kadrolaşmayı dağıtmaya yönelen kararlı bir değişime gereksinim vardır.

BU KOŞULLAR DEĞİŞECEK

Cumhuriyetin kazanımlarını ortadan kaldıran, ülkeyi siyasal İslamcı rejime mahkûm eden bu koşullar mutlaka ve mutlaka değişecektir. Şekli varlığı ile 100. yılını kutlamaya hazırlanan Türkiye Cumhuriyeti’ni; halk iktidarına dayalı, bağımsız, demokratik ve sosyal bir cumhuriyet olarak yeniden kuracak birikim ve irade, bu topraklarda mevcuttur. Bu birikim ve iradeye katkı yapmak maksadıyla; kamucu, laik, devrimci ve demokratik bir cumhuriyet programı geliştirmek acil bir görev olarak önümüzde durmaktadır.