Borçluyuz, hem de hepimiz. Borçsuz üretemiyor, tüketemiyoruz. Borç almamız gerekiyor çünkü tasarrufumuz yetersiz. Tasarrufumuz yok çünkü üretimimizle yeterince gelir yaratamıyoruz. Ülke olarak tasarrufumuz olmadığı için de başkalarından borç bulmamız gerekiyor.

Asgari ücret 1604 TL, ortalama ücret de bu düzeye çok yakın. Gelirler en temel ihtiyaçları dahi karşılamaya yetmiyor. Açık ki öncelikli mesele geliri artırmak. Geliri artırmak için de, yapılması gereken belli, acilen bir üretim reformunu başlatmak…

Bu üretim reformu, bugün içinde bulunduğumuz çelişkileri üreten Saray’ın neoliberal ekonomik düzeninden kurtulmayı gerektiriyor. Rantçı, betona gömülmüş ve sömürü üzerine kurulmuş bir ekonomiden, üretken, tarımı ve sanayisi ile büyüyen, büyürken hep birlikte zenginleşen bir ekonomiye geçmek… Bunu yapmak için Türkiye’nin kaynağı da kapasitesi de var. Yeter ki rantçı sermayeden yana değil, üretici güçlerden yana tercih yapacak bir siyasi irade ortaya konsun.

Böyle bir halkçı kalkınma programına ihtiyaç sadece milyonlarca emekçinin gelirinin, KOBİ’lerin, esnafın, çiftçinin kazancının artması için şart değil. Aynı zamanda kapımızda duran Sanayi 4.0 devriminin de zorunlu kıldığı bir dönüşüm. Zira, üretim teknolojilerimizde Sanayi 4.0’a uygun bir yapısal değişimi gerçekleştiremezsek, mevcut rekabet kapasitemizi dahi yitirme riski ile karşı karşıya kalacağız.

Dolayısıyla bir yol ayrımındayız: Ya Saray rejiminin kurduğu ve bütün bu sorunlara yol açmış olan, ucuz emek gücüyle rekabet eden neoliberal düzende ısrar edeceğiz ve iliklerimize kadar işleyen kriz derinleşecek. Ya da birikimimiz, donanımımız ve bilgimizle nitelikli üretim yaparak zenginleştiğimiz ve bunu hakça paylaştığımız halkçı, kapsayıcı bir gelecekte ortaklaşacağız.

24 Haziran sandığının tercihi de budur: Devam mı, yoksa tamam mı?

Üretici güçlerin Sanayi 4.0’ın yaratacağı yıkımın altında ezilmek yerine devrime öncülük edecek dönüşümü gerçekleştirebilmelerini sağlamak için yeni bir sanayi politikasına ve üretim anlayışına ihtiyacımız var.

Bu doğrultuda, rantçı düzenin devamlılığını sağlayan verimsiz mega projeler yerine, üretici güçlerin ihtiyaçlarını giderecek, verimli ve etkin bir kamucu anlayışa geçmek büyük önem taşıyor.

Üretici güçlerimizin, KOBİ ve girişimcilerin çağın teknolojik gerçekliğiyle uyumlu bir üretim yapısına dönüşümünün sağlanacağı bir dijital reformu hemen hayata geçirmeliyiz.

Bugünün yoğun küresel rekabet baskısına karşı, KOBİ’lerin ayakta durmasının tek yolu, verimlilik artışının sağlanması. En düşük maliyetle, en hızlı verimlilik artışını sağlamanın yolu ise iş süreçlerini dijitalleştirmekten geçiyor. Bu atılım hem sermaye hem işgücü verimliliğini arttırma potansiyeli taşıyor.

Üretimde yapısal dönüşüm için, teşvik politikasının da hemen değişmesi gerek. Teşviklerin seçilmiş “şirketlere” değil, sektörlere ve faaliyetlere verilmesi ve kapsayıcı olması temel prensip olmalı. Ancak bu sayede, yatırımların yüksek katma değerli faaliyetlere yönelmesi ve kaynakların daha verimli kullanılması mümkün olur.

Üretimde bu dönüşümü gerçekleştirirken, mutlaka aynı anda işgücünün de, çağın gerekleri ile uyumlu bilgi ve becerilerle donatılması yönündeki reformları başlatmalıyız. Uluslararası çalışmalar, Sanayi 4.0 devriminin yol açacağı otomasyon ve dijitalleşmeyle OECD ülkeleri arasında en büyük istihdam kaybının Türkiye’de yaşanacağını; üretimde otomasyona uyum sağlayacak politikalar uygulanmadığı takdirde, Türkiye’deki var olan işlerin yaklaşık yüzde 60’ının risk altında olduğunu ortaya koyuyor.

Eğitim reformunun kreşten üniversiteye ne tür bir değişim gerektirdiğini çok iyi biliyoruz. Gençlerimiz, çocuklarımız için artık bilimsel temellere oturan, rasyonel, laik ve fırsat eşitliğine dayalı bir eğitim sistemine geçişi daha fazla geciktirme lüksümüz yok.

Dijitalleşecek yeni düzende de, üretim zincirinin yaratıcı aşamalarında ihtiyaç duyulan beceriler ve insani ilişkiye talep, asla yok olmayacak. Bu yaratıcı aşamalar her şeyden önce özgür düşünceyi, bilimsel eğitimi ve farklılıklara açık bir düşünsel ve toplumsal yapıyı gerektiriyor.

Ne kadar dijitalleşirse dijitalleşsin insani ilişki talebinin asla tükenmeyeceği sosyal bakım alanlarında yatırımlar da bu sosyal yapıyı besleyecek. Dolayısı ile Sanayi 4.0 ile uyumlu bir yapıya dönüşüm için kamu yatırımlarının dijital altyapıya yönlendirilmesi kadar, sosyal bakım hizmetlerini de arttıran bir sosyal devlet anlayışını hayata geçirmek büyük önem taşıyor.

Eğitim, dijitalleşen üretim, kamu kaynaklarını verimli kullanan bir yatırım ve teşvik planı, sosyal bakım hizmetleri, hepsi bir bütünün parçası. Gelirimizi sürdürülebilir biçimde arttıracak üretim reformu, işte tüm bu parçaların bütüncül biçimde politikaya dönüştürülmesi!

Ve özetle:

25 Haziran sabahı, ya devrimlerin ve teknolojinin tehdit ettiği bir karanlığa gömüleceğiz, ya da devrimlere öncülük eden ve teknolojiyle zenginleşen bir aydınlığa adım atarak uyanacağız.

Tercih hepimizin.