Bir süredir, çeşitli kulis haberleriyle, Ekim ayında meclise gelmesi beklenen sosyal medya düzenlemesi konuşuluyor. Bu kulis haberlerinden okuduğumuz kadarıyla, dezenformasyonla mücadele için en etkili formül olarak hapis veya para cezaları gündeme gelmiş. Sosyal medyadaki dezenformasyonun büyük bir sorun olduğunu kabul ediyor ve zaten yıllardır da bu köşe dahil içerik ürettiğim her mecrada vurguluyorum. Dezenformasyon, şu anda dünyanın ortak sorunu. Yani sadece Türkiye’deki iktidara ait bir sorun değil. Türkiye’deki muhalefetin de en az iktidar kadar büyük bir problemi.

Peki neden şu anda gündemde olan sosyal medya düzenlemesinin son derece tehlikeli ve konuya en yanlış yerinden yaklaştığını düşünüyorum? Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun sorusu bu.

REFERANS YANILGISI

Sosyal medya düzenlemesiyle ilgili açıklamalarda Almanya modeli dahil dünyadaki tüm modelleri inceledik vurgusu var. Burada “Batı’yı referans vererek” düzenlemeyi meşrulaştırma niyeti olabilir. Ancak neyle neyi karşılaştırdığımıza bir açıklık getirmek gerek. Çok özenilen Almanya’nın NetzDG isimli modelinin aynı zamanda çok da eleştiri konusu olduğunu hatırlamak mesela. Ayrıca, 2017’de yürürlüğe giren düzenlemenin, aslen yükselen ırkçılık, nefret söylemi, yabancılara yönelik şiddet eğilimini yaygınlaştırmaya karşı bir önlem olarak ele alındığını da hatırlamak. Yine Batı’dan devam edelim. Örneğin; Ingiltere’de bir düzenleme yapmanın gerekliliği, 2020’nin Şubat’ında 14 yaşındaki bir gencin Instagram’da şiddet içeren görüntülere maruz kaldıktan sonra intihar etmesiyle gündeme gelmişti. Avustralya’daysa, 2014 yılında televizyon sunucusu Charlotte Dawson’ın sosyal medyada maruz kaldığı siber zorbalık sonucu intiharıyla çalışma başladı. Tüm bu örneklere bakıldığında, tek tek bireyleri ve topluluğu korumayla ilgili bir kaygı hissediliyor. Türkiye’de gündemde olan düzenlemeyse, sadece 1 yıldan 5 yıla kadar hapis gibi cezai şartlarıyla gündemde. Yalan haberle mücadele, terörle mücadele gibi de bazen tanımlayana göre değişebilen gerekçeleri de var.

NASIL AYIRACAĞIZ?

Dezenformasyon bilinçli olarak yalan haber yapma ve yaymaya deniyor. Mezenformasyonsa bunu bilmeden yaymaya. Yürürlükte olan düzenlemenin kulis bilgilerinde “mezenformasyona” da ceza verileceği dillendiriliyor. Bu durumda bilmeden yalan haber yaymaktan korkanların kapalı platformlara yönelmesi ihtimali korkutmuyor mu peki? Kapalı platform derken WhatsApp ve benzerlerinde, diğer sosyal medya platformları gibi dışarıdan fark edilmeden yayılan yalan haber ve yanlış bilgiden söz ediyorum. Mezenformasyona ceza veriyorum dediğinizde kitleler korkuyla açık platformlarda paylaşım yapmak yerine kapalı platformları tercih eder ve dezenformasyon sorunu için daha büyük bir risk ortaya çıkar. Eğer düzgün bir dijital medya okuryazarlığı eğitimi verilmiyorsa, haber doğrulama bilinci yerleşmemişse, bunu insanları mezenformasyon için de cezalandırarak yerleştiremezsiniz. Mezenformasyon sorununun çözümü ceza değil eğitimdir.

HANGİ YALAN HABER?

Düzenlemeyle ilgili sızan kulis bilgilerinde sosyal medyayı denetlemekten sorumlu Sosyal Medya Başkanlığı tarzı bir kurumdan söz ediliyor. Eğer bu kurum, neyin yalan haber, neyin doğru haber olduğunu belirleme yetkisine sahip olacaksa, bu George Orwell’ın 1984 romanındaki Doğruluk Bakanlığı kurumundan farksız bir yapıya döner. Devlete bağlı bir kuruma bu yetkiyi verirseniz, bu artık insanların hakikatten bile şüphe ettiği bir ortam yaratır ki, bu da çok tehlikelidir. Bunlar aşırı dikkatli atılması gereken adımlar.

PEKİ ÇÖZÜM NE?

Çözüm tek değil. Ancak en makul başlangıç, dezenformasyon sorununu platformlar üzerinden tartışmak. Platformların anavatanı ABD’de konuya buradan yaklaşılıyor. Platformların dezenformasyonla mücadelesi için sorumluluklarını artırmak için düzenlemelere ağırlık veriyorlar. Çünkü dezenformasyon başlatanlar kadar, platformların algoritmik düzeniyle de yükseliyor. 2016 seçimindeki sosyal medya hareketlerinden sonra (Cambridge Analytica vb.) 2020’deki ABD Başkanlık seçimi öncesi alınan olağanüstü önlemleri gördük, öyle ki en büyük dezenformasyon yayıcısı eski Başkan Donald Trump’ın platformlardan atılmasına kadar vardı iş. Dolasıyla sık sık platform temsilcilerini Kongre’ye ifadeye çağırıyor ve “milyarlarca insanı bir araya topladıysanız, buradaki dezenformasyonun sorumluluğunu da alacaksınız” mesajı veriyorlar.

Tüm bunların ışığında, bir sosyal düzenlemesi yapılacaksa masada bilim insanları, doğrulama kuruluşlarının temsilcileri, gazeteciler ve sivil toplum örgütleri de olmalı diye düşünüyorum. Sorun, ancak devletlerden de şirketlerden de bağımsız bir işbirliğiyle düzeltilebilir. Platformların ABD seçimi öncesi aldığı önlemleri ve belki daha fazlasını, bulundukları tüm ülkelerde almaları konusunda bir kamuoyu oluşmalıdır. Örneğin; Twitter son olarak platformdaki yalan haber ve yanlış bilgi için Associated Press ve Reuters gibi haber kuruluşlarıyla işbirliğine gitti, Birdwatch isimli kullanıcıların birbirini denetlediği bir düzenlemeyi de test ediyor. Bunlar sadece ABD ile mi sınırlı kalacak? Örneğin; Facebook’taki aşı karşıtı hareketin aslen 12 kişiden kaynaklandığı tespit edildi, platform, doğrulama kuruluşlarıyla çalışsa da bununla nasıl başa çıkamıyor? Asıl sorulması gereken sorular bunlar. Tek tek bireyleri cezayla korkutarak çözülecek bir sorun değil bu. Çünkü sadece Türkiye’nin değil, tüm dünyanın sorunu. ABD’deki seçmenin algısının Rusya’dan yönelen dezenformasyonla değiştirildiğinin iddia edildiği ve yer yer kanıtlandığı dünyada, bu sorun “tutuklarım bak” sopasıyla çözülemez. Bu ancak muhalefeti sindirme sopasına döner. Çünkü dezenformasyon evrensel bir sorundur ve ancak evrensel hukuk standartları, devletler üstü bağımsız bir organizasyon ve işbirliğiyle çözülebilir.