DSÖ’nün tanımlarını kullanmayan, böylelikle oluşan ölüm ve hastalık yükünü hafifletmeye çalışan politikacılar dezenformasyonu besliyor.

Dezenformasyonu besleyen bilgilendir(me)me tutumu: Politika bilimle çarpışınca

Prof. Dr. Özlem Kayım Yıldız

Başlamasının üzerinden bir yıldan uzun zaman geçmesine karşın, Covid-19 pandemisine ilişkin hala bilinmeyenler var: İlk enfeksiyonun üzerinden belirli bir süre geçtikten sonra (örneğin bir yıl) hastalığa tekrar yakalanma olasılığı yüzde kaç? Aşıların tekrarlanması gerekecek mi, gerekecekse ne sıklıkta? Yeni ortaya çıkan mutasyonlar aşı etkinliğini azaltacak mı, ne ölçüde azaltacak? Tüm bu bilinmeyenlere eşlik eden yoğun kaygı nedeniyle, pandemi sürecinde en önemli gereksinimlerden biri halkla uygun bir biçimde iletişim kurmak.

Halk bilgilendirilmek ister, özellikle kaygı ve belirsizlik anlarında sürekli, ayrıntılı ve yeterli bir biçimde. Bilmek gereksinimi karşılanmadığında zaman zaman yanlış ve zararlı olabilen alternatif bilgi kaynaklarına başvurur. Hastalığın doğasına ilişkin bilinmeyenlerle birleşen karar alıcıların tutarsız ve zaman zaman kanıta dayalı olmayan yaklaşımları, halk sağlığına ilişkin kararların şeffaf, açık ve anlaşılabilir matematiksel modellemelere değil, yetersiz veri paylaşımına dayandırılması ve bilgi paylaşmama tutumu, sosyal medya aracılığıyla yayılan dezenformasyon sürecine önemli ölçüde katkıda bulunuyor. Sorumluluk ve hesap verebilirlikten kaçış motivasyonundan kaynaklanan bu tutum, toplumun sürecin ciddiyetini anlaması önünde büyük bir engel oluşturuyor.


Sosyal medya aracılığıyla yayılan dezenformasyon ve modern tıp karşıtlığı, çok yüzlü, çeşitli kılıklara bürünebilen, değişken motivasyonlarla ortaya çıkan ve toplumun bir sağlık krizine verdiği yanıtı şekillendirebilen tehlikeli bir fenomen. Bu yanlış bilgilendirmenin tümüyle bireysel olmadığını söylemek mümkün; pandeminin başından bu yana hastalığın gerçekte olduğundan daha az tehlikeli, yalnızca ileri yaştakileri etkileyen ve mucizevi ilaçlarla basitçe tedavi edilebilen bir hastalık olduğunu, medyanın ve bilim insanlarının kötümser senaryolar çizdiğini dillendiren, Dünya Sağlık Örgütü'nün önerdiği Covid-19 hastalık ve ölüm tanımlarını kullanmayan, böylelikle pandeminin oluşturduğu hastalık ve ölüm yükünü hafifletmeye çalışan politikacılar dezenformasyonu besliyor.

Turkuaz tablodaki sayılar üç aşağı beş yukarı salınırken, bir gün yeni 'vaka' sayısındaki, ertesi gün yeni 'hasta' sayısındaki, bir başka gün iyileşen sayısındaki dalgalanmalarla hep çizegeldiğimiz o iyimser tablo... Genç nüfusumuzla açıklanamayacak düzeyde düşük ancak bilimsel yayınlarla nedenleri açıklanmamış vaka ölüm oranlarımız, dünyada bildirilmemiş düzeyde yüksek 'asemptomatik' vaka oranlarımız, neredeyse %100 olan ancak vaka sayılarındaki yükselişi engelleyemeyen filyasyon oranlarımız... Adeta 'büyülü düşünce' gibi, gerekli önlemleri almadan her şeyin iyiye gitmekte, pandeminin bitmekte olduğuna ilişkin yersiz inancımız...

Bu hafifletici söylemlerin, halkın pandemiyi algılayış şekli ya da komplo teorilerine inanma yatkınlığı üzerine etkisi yok mu? Örneğin, vaka ölüm oranlarının açıklanamayan düşüklüğü, hastalığın bir tür 'soğuk algınlığı' olarak adlandırılmasına ve bu söylemin sosyal medyada sonsuz kez yankılanmasına katkı sağlamıyor mu? Yenidoğan, çocuk, erişkin, kamu hastaneleri ve özel hastanelerde, tüm basamaklardaki (mekanik ventilatör bulunan ve bulunmayan) yoğun bakım yataklarının ülke genelinde doluluk oranlarının açıklanması ancak il bazında ve ayrıntılı bir biçimde açıklanmaması gerçek tablonun anlaşılmasını zorlaştırmıyor mu? Ya da 'hasta' sayısının neredeyse yirmi katı 'asemptomatik vaka' saptandığının açıklanması, bazı kişilerce PCR testlerinin yalancı pozitifliği ile ilişkilendirilmiyor mu? Oysa, PCR testinin yalancı negatifliği yalancı pozitifliğinden çok daha ciddi ve yaygın bir sorun. Motivasyonu fundamentalist bilim karşıtı gruplarınkinden farklı olmakla birlikte bu bilgilendir(ME)me tutumu, dezenformasyon sürecini ciddi bir biçimde besliyor.

Bunlara ek olarak, pandemi önlemlerinin tutarsızlığı, yasakların ve cezaların kişiye özel ve keyfi bir biçimde uygulanması, sosyal ve ekonomik olarak süreçten zarar görenlerin desteklenmemesi eşitsizliğe ve eşitsizliğin dezavantajlı tarafında bulunanların -oldukça anlaşılır bir biçimde- önlemlere tepki göstermelerine yol açıyor. Eşitsizlikten kaynaklanan güvensizliği basitçe komplo teorileri ya da dezenformasyonla açıklamamak gerek; bu güvensizliğin giderilmesi ancak yeterli sosyoekonomik destekle mümkün.

Brezilya, Meksika, Hindistan ve Trump yönetimindeki ABD gibi pandemi tehdidinin küçümsendiği ve sosyoekonomik eşitsizliklerin çarpıcı boyutta olduğu ülkelerde hastalığın kontrolden çıkmış olması tesadüf değil. Pandemiyi kontrol altına almak için başvurulan fiziksel mesafe, maske ve aşı gibi önlemlerin tümü halk işbirliği gerektiriyor; yeterli, şeffaf ve doğru bir biçimde bilgilendirilmiş ve sosyoekonomik açıdan desteklenen halkın işbirliğini.