Kendi sundukları “hakikat” dışındaki her şeyi “yalan” olarak kodlayan iktidarın bu sansür yasası sadece gazetecileri değil bütün yurttaşları hedef alacak, sansür kadar otosansürü de güçlendirecektir.

Dezenformasyonu güçlendirme yasası

Emre Tansu Keten

AKP, iktidara geldiği ilk günden beri medyayı oldukça önemsedi ve mevcut medya yapısını kendi lehine değiştirmeyi ajandasının ilk sıralarına yazdı. Erbakan’ın medya ile savaşından gerekli dersleri çıkartan iktidarın medyaya yönelik operasyonları 2004’te Uzan Grubu’nun elindeki medya kurumlarının alınmasıyla başladı ve 2018’de Doğan Medya’nın nöbetçi bir holdinge devriyle birlikte zaferle sonuçlandı. Günün sonunda AKP bir kısmını bizzat yönettiği, bir kısmını ise komiserler aracılığıyla kontrol ettiği büyük bir medya gücüne kavuştu. Bunların dışında kalan ve muhalif olarak anılan az sayıda medya kuruluşu ise yargı, RTÜK ve Basın İlan Kurumu gibi araçlarla sürekli bir saldırının hedefi haline getirildi.

İletişim Başkanlığı’nın işlevi

Doğan Medya’nın ele geçirildiği ve AKP’nin geleneksel medyaya yönelik operasyonunun başarıyla sonuçlandırıldığı 2018 yılı aynı zamanda ünlü İletişim Başkanlığı’nın kurulduğu yıl oldu. Saray rejimi, elindeki devasa medya gücünü tek elden yönetmek, etkili ve ortak bir propaganda dilini yaratmak, haberleri iktidar lehine en etkili şekilde çerçevelemek, RTÜK, BİK, TRT, AA gibi yapıları havuz medyasıyla entegre etmek gibi mesai isteyen görevler için böyle bir kuruma ihtiyaç duymuştu. Ancak bütün bunların yanında İletişim Başkanlığı’nın en önemli görevi, internet ve sosyal medya üzerine benzer bir operasyon yürüterek, bu alanları tıpkı geleneksel medya gibi yönetilebilir ve kontrol edilebilir hale getirmekti. Çünkü hem Gezi İsyanı’ndan itibaren sosyal medyanın kapsamı ve etkisi sürekli artıyor, hem de ele geçirilen medya kurumlarından kovulan gazeteciler iktidarın hoşuna gitmeyen faaliyetlerini (yani gazeteciliği) internetin imkânlarıyla sürdürmeye devam ediyordu.

İletişim Başkanlığı bu uğurda ilk olarak, internet ve sosyal medyanın zararları üzerine bir ahlaki panik kampanyasını yürürlüğe soktu. Kendi cephesindeki akademisyenleri ve bu ahlaki panik kampanyası çerçevesinde kurulan STK’leri işe sürerek yalan haberin, dezenformasyonun, Netflix dizilerinin, sosyal medya bağımlılığının, kişisel verilerin ele geçirilmesinin çağımızın en büyük tehlikeleri olduğunu, hatta bunların milli güvenliği bile tehdit ettiğini işleyen bir söylemi yaygınlaştırdı. Bu dönem “dijital faşizm” tabiri ortaya atıldı ve devletin yurttaşları bu faşizmden korumak gibi bir görevi olduğu vurgulandı.

İletişim Başkanlığı, bilimsel alanda üretilen tartışmaları ve kavramları kendi sansür operasyonu için araçsallaştırarak kullanma yoluna gitti. Bunda, bu tartışma ve kavramların (post-truth, yalan haber, yankı odası, fack-checking vs) egemen şekillerinin gerçek bir eleştiri üretmeyen, yanlış yöntemlere dayanan ve neoliberal ideolojinin sultası altında işleyen bir yapıya sahip olması da etkiliydi.

Sansür yasaları

İletişim Başkanlığı’nın internet ve sosyal medya üzerine yükselttiği bu ahlaki panik kampanyasının nihai amacı etkili bir sansür mekanizmasını yasal düzeyde teşkil etmekti. Bu amaçla hazırlanan ilk sansür yasası 2020 yılında kabul edildi ve yürürlüğe girdi. Bu ilk sansür yasası temel olarak internet platformlarını hedef alıyor, Türkiye’de temsilci bulundurma, içerik kaldırma, şikâyetlere 48 saat içerisinde cevap verme zorunlulukları ile para ve bant genişliğini daraltma gibi cezalarla bu platformları ve doğal olarak sosyal medyayı kontrol edilebilir bir hale sokmayı amaçlıyordu. Bu yasa, arzuladıkları sansür mekanizmasının ilk ayağını oluşturdu.

İktidar, aynı yıl ortaya çıkan Covid-19 salgınını, yalan haber üzerine kopartılan panik havasının güçlendirilmesi için bir fırsat olarak değerlendirdi. Sağlık gibi herkesi ilgilendiren ve tartışmaya çok da açık olmadığı düşünülen bilimsel verilerle ilgili bir alanda, iktidar “hakikat tekeli” pozisyonunu kazanmak için elinden geleni yaptı. Sağlık Bakanı’nın açıklamalarına şüpheyle yaklaşanların bile kriminalize edildiği böyle bir ortamda, hakikat resmi açıklamalar, yalan haber ve dezenformasyon ise ayrıntı düzeyinde bile olsa bu açıklamalarla çelişen her türlü paylaşım, düşünce ve haber olarak kodlandı.

İktidar, böylesi avantajlı bir alandan yükselttiği “yalan terörüne karşı hakikat mücadelesi” söylemini diğer alanlara yaygınlaştırmak için çok beklemedi tabii ki. Gazetecileri ve sosyal medya kullanıcılarını hedef alan ikinci sansür yasası bu yılın bahar aylarında Meclis’e sunuldu. Bu yasa istenilen zamanda meclisten geçemese de, yaz aylarında İletişim Başkanlığı bünyesinde Dezenformasyonla Mücadele Merkezi kuruldu. Merkeze koordinatör olarak atanan İdris Kardaş’ın şu açıklamaları hem merkezin hem de yasanın amacını oldukça açık bir şekilde özetliyordu: “Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın hakikat mücadelesi içerisinde yer almak büyük şeref”.

Gerçeğe sansür, dezenformasyona güvence

Geçtiğimiz hafta bir bölümü Meclis’ten hızla geçen sansür yasasının arka planı böyle özetlenebilir. Bu yasa teklifi yıllara dayanan bir sansür operasyonunun finali niteliğindedir. Zamanlamasıyla da, kurguladıkları sansür mekanizmasının 2023 seçimleri öncesinde çalışır hale gelmesini arzuladıklarını göstermektedir. Yasa teklifinin, “korku veya panik yaratmak, ülkenin iç veya dış güvenliğini, kamu düzenini ve toplumun genel sağlığını tehlikeye atmak amacıyla kasıtlı olarak dezenformasyon ve yalan haber” paylaşmaya üç yıla kadar hapis cezası öngören ve bunun anonim veya örgütlü bir şekilde yapılması halinde cezayı yarı oranında artıran 29. maddesi sansür yasasının temel içeriğini oluşturmaktadır. Burada neyin dezenformasyon ve yalan haber olduğuna kimin, nasıl, hangi yöntemlerle karar vereceği kasti olarak açık bırakıldığından, temel kıstasın “Erdoğan’ın hakikat mücadelesi” olacağı sır değildir. Kendi sundukları “hakikat” dışındaki her şeyi “yalan” olarak kodlayan iktidarın bu sansür yasası sadece gazetecileri değil bütün yurttaşları hedef alacak, sansür kadar otosansürü de güçlendirecektir.

Evet, dezenformasyon ve yalan haber gerçek olgulardır ve birtakım tehlikeler barındırırlar. Ancak her dezenformasyonu aynı düzlemde ve değerde değerlendiren liberal anlatılar ile bu anlatıları sahiplenip kendi çıkarları için araçsallaştıran iktidar iletişimcilerinin unutturmaya çalıştığı gerçek bazı dezenformasyonların diğerlerine göre çok daha tehlikeli olmasıdır. İktidar lehine örgütlü bir şekilde üretilen, elinde büyük bir maddi güç bulunan odaklar tarafından tek bir merkezden planlanan, sayısız gazete, radyo ve televizyonla desteklenen, yargı ve kolluk gücü gibi devletin çeşitli imkânlarını harekete geçirebilecek dezenformasyonlar sıradan kullanıcıların ya da iktidar gemisinde olmayan gazetecilerin üretebileceği dezenformasyonlara göre milyon kat daha tehlikelidir. İnternetin henüz icat edilmediği dönemler dahil olmak üzere tarihte bunu kanıtlayan binlerce örnek bulunmaktadır. Mücadele edilmesi ve kontrol edilmesi gereken temel tehdit de budur. Ancak binlerce troll’üyle yıllardır örgütlü bir dezenformasyon kampanyası yürütenlerin çıkartmaya çalıştığı bu yasa, sadece ve sadece sansür ve otosansürü etkili kılmayı ve kendi örgütlü dezenformasyonunu güçlendirmeyi amaçlamaktadır.