Yıllardır normal denileni zaten unutmuştuk ve bugün de yeni-normal dedikleri günler başlayacakmış işte. Haydi bakalım.

Baktık ve gördük, ABD bile ‘normalleşiyor’ nitekim. Yine ve yeniden siyah Amerikalılar beyaz (ak!) ırkçı ve üniformalı Amerikalılar tarafından canlı yayında katlediliyor. Yine Türkiye’de yeniden eski normallik devam edecek (gerçi hiç kopukluk yaşanmamıştı ki). Baroların seçim usullerini değiştirmek bahsi meclise gelecek. TMMOB ve TTB etkisizleştirilecek. Siyasi partiler ve seçim kanunu da hallettiler mi Saray rejimini yıkılmaz kılacaklarına inanıyorlar.

Bütün bunlar olup biterken hayatımıza yeni bir kavram daha girdi: Dijital diktatörlük. Bu kavramı geçen hafta Doğan’ın (Tılıç) “Sosyal medyada İsrailli tarihçi-yazar Yuval Noah Harari’nin 66 maddede özetlenmiş 2020 Davos Zirvesi konuşması dolaşıyor” dediği yazısında okudum. “Harari’nin konuşması da” diyor Doğan “son zamanlarda çok dinlediğimiz dehşet senaryolarından biriydi ve teknolojiyi bir azınlığın kontrol etmesi durumunda; bir ‘veri sömürgeciliği’ ve ‘dijital diktatörlükler’ dönemi başlayacağını, bedenimize de hükmedileceğini, insan toplumunun mahvolacağını söylemişti.”

Doğan tabii ki asıl olana, gidişatın sınıfsal yanına dikkat çekiyordu: “Kapitalizmin bizi zaten hiç de iç açıcı olmayan bir sona sürüklediğini görmeyen kalmadı.”

Merak ettim, Harari’nin pandemiden önce, yani Ocak 2020 Davos toplantısındaki konuşmasının tam metnini okudum. Konuşmanın tekrar dolaşıma sokulmasının sebebi bir nevi kapitalizmi temize çekmek de olmasın? Çünkü Harari bütün her şeyi (sınıfsal konumundan söz etmediği) bir elitin egemenliğindeki ve distopik bilimkurgu filmlerinden aşina olduğumuz bir gelecek öcüsüyle açıklıyor. Söylediklerinde elbette ikna edici unsurlar da var ve zaten işin tehlikeli boyutu o ikna edici verileri de kullanarak konuşuyor olması.

Peşinen söyleyeyim. Dijital diktatörlük mü? Hadi canım sen de! Sermaye diktatörlüğünün yeni ve sinsi biçimlerine maruz kalacak insanlık.

Ama Harari ısrarla eski Sovyetler Birliği’ni ve Stalin’i örnek gösteriyor. Hitler aklına bile gelmiyor. “Bu güç eğer 21.yüzyıl Stalin’inin eline geçerse insanlık tarihinin en baskıcı rejimi oluşur. Ve hâlihazırda 21.yüzyıl Stalin’i olmaya aday başvurular var” diye korkutuyor.

Aslında anlattığı şeyler kapitalizmin edindiği yepyeni tekno-ideolojik ‘imkânlardan’ ötesi değil: “Bugün Facebook algoritması milyarlarca insana önemli olduğunu düşündüğü haberleri gösterirken, Google algoritması neyin gerçek olduğunu, Netflix algoritması neyi seyretmek gerektiğini, Amazon ve Alibaba algoritması ise neyi satın almak gerektiğini söylüyor. Çok yakında benzer algoritmalar hangi şirkette çalışmamız ve kiminle evlenmemiz gerektiğini de söyleyecekler.”

Böylece ‘algoritma’ kavramı da hayatımıza sihirli bir kelime olarak girmiş oluyor. İyi de işin esası yine değişmiyor ki! Bütün bunlar insan zihnini maniple ederek dünya görüşünü ve hayat tarzını belirleyen yeni uygulamalar ve sonuçta yine ideolojik yönlendirmeler. 1992 ABD Başkanlık seçimlerinde mealen “Önemli olan ekonomidir, salak” anlamıyla “It’s the economy, stupid” diye siyasi literatüre dâhil olan slogan gibi, algoritma diye tutturanlara verilecek cevap da benzeridir: “It’s the ideology [ideoloji], stupid!”

Geçen hafta ben de yüzde yüz dijitallikten söz etmiştim: “Saraylıların sanal gerçeklik âleminde ‘talimatlar’ bir yazılım (software), devlet aygıtı da donanım (hardware). İstiyorlar ki bu oyun oynanmaya hep devam etsin. Vatandaş gözünü ekrana diksin, sadece onu seyretsin ve dinlesin, böylece kendi hayalleri gerçekleşiyor, mutlu mesut yaşıyor sansın.” Ama böylece analog diktatörlükten dijital diktatörlüğe geçiliyor olması çok mu önemli?

Hayır, asıl önemli olan fişi çekmeyi bilmektir. Çünkü ister analog ister dijital olsun, zulüm ancak insanlık zulmün fişini çekmeyi öğrenince biter.